20 Nisan 2012
Sayı: SYKB 2012/16

 Kızıl Bayrak'tan
Kurultayın gücüyle devrimci 1 Mayıs’a
yeni mevziler kazanmaya!
Sermaye iktidarının komşu halkları hedef alan saldırganlığı devam ediyor...
Newroz direngenliğine
tutuklama terörü
Karadağ davasının aynasında
düzen gerçeği
Bosch’ta deviremeyen darbe güçlendirdi
Bosch’ta patron-çete
saldırısına protesto
Türk Metal çetesi
Bosch işçilerine saldırdı!
Sınıf devrimcileri 1 Mayıs’a hazırlanıyor!
GOP’ta 1 Mayıs şenliği gerçekleşti
Sermayenin saldırılarına karşı
1 Mayıs’a!..
Taşeron İşçileri Kurultayı işçi kürsüsü oldu
DİSK/Genel-İş yöneticileri kurultayı değerlendirdi
Tarihten güncelliğe dünyada ve Türkiye’de 1 Mayıs - H. Fırat
Yunanistan, sınıf mücadelesinde dönüm noktası...-V.Yaraşır
Mısır’da gerici iktidar çatışmaları
BM’den Suriye’ye gözlemci heyeti
Kıbrıs BES yeniden
süresiz grevde.
Ekim Gençliği 1 Mayıs’a hazırlanıyor!..
ODTÜ öğrencileri
mücadeleyi büyütüyor
Eğitim hakkına sahip çık!
Osmangazi Üniversitesi’nde
cami yapımı...
10. BİR-KAR Gençlik Kampı başarıyla gerçekleşti!..
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yunanistan, sınıf mücadelesinde dönüm noktası...

Ya parlamenterizm ve legalizmin yıkıcılığı ya da sokak ve kavga

Volkan Yaraşır

Yunanistan sınıfsal antagonizmanın en şiddetli yaşandığı coğrafyaya dönüştü. Troyka Yunanistan’ın yeniden sömürgeleştirilmesi yönünde yaptırımlarını ağırlaştırdı.

12 Şubat’ta parlamentoda onaylanan saldırı paketi finans-kapitale stratejik hamleler kazandırdı. Paket, işçi sınıfının atomizasyonu yönünde adımları içerdi. Sınıfa yönelik saldırıları sistemleştirdi. İşsizleştirme, sistematik güvencesizleştirme ve sendikasızlaştırmayı hedefleyen uygulamalar devreye sokuldu.

Teknokrat hükümet en başta 2012 yılında 3.3 Milyar € “tasarruf” yapmayı önüne koydu. Özellikle bütçede sağlığa ayrılan pay ciddi oranda (1.1 Milyar €) azaltıldı. 750 bin kamu çalışanının 15 bininin 2012 yılında, 150 bininin ise aşamalı olarak, 2015 yılına kadar işten atılması kararı uygulamaya sokuldu. 300 bin kişinin tabi olduğu asgari ücret 750 Euro’dan, 600 Euro’ya düşürüldü. Asgari ücretteki bu yeni düzenleme, genelde ücretlerin aşağı çekilmesi anlamına geldi. İşsizlik yardımı 460 Euro’dan, 360 Euro’ya indirildi. Emekli maaşlarında %15’lik bir kesintiye gidildi. 2015 yılına kadar ücretlerin dondurulması karara bağlandı. Toplusözleşme düzeninin işlevsizleştirilmesi için bir dizi uygulama devreye sokuldu. 200 bin kamu kurum, kuruluş ve birimin kapatılması ve bazı kamu kurumlarının özelleştirilmesi kararı alındı.

Bu kararlar finans-kapitalin, işçi sınıfına ve emekçi yığınlara cepheden saldırısını ifade etti. Finans-kapital bu hamlelerle, işçi sınıfını tahrip edip, onu sosyal enkaza dönüştürmeyi amaçlıyor. Yunanistan’ın toplumsal çöküşünün üzerinden hegemonyasını yeniden inşa etmesini amaçlıyor.

Parlamentodan geçen karşı devrimci kararlara, işçi sınıfı son derece sert tepki verdi. Yunanistan, son dönemin en büyük kitle gösterisine sahne oldu. Sokaklar işgal edildi. Polisle saatler süren çatışmalar yaşandı. 12 Şubat eylemi geniş kesimleri bünyesinde barındırdı. Öfke sokakları tutuşturdu.

Genel grev ve grev dalgaları, eylemlerin yaygınlığı, giderek her seferinde daha büyümesi ve sınıfsal antagonizmanın şiddetlenmesi Yunanistan’ı kıtanın mücadele odağına dönüştürdü. Yunanistan’da yaşanan süreç hızla devrimci durumun zeminlerini hazırlıyor, sınıfsal kutuplaşmayı artırıyor. Burjuva düzen bütün “iktidarsızlığı” ve çürümüşlüğüyle ortaya çıkmaya başladı.

Bugüne kadar yaşanan (50 büyük grev, bunların 1/3’ü genel grev oldu ve yaygın sınıf ve kitle hareketlerine karşın) Yunanistan egemen sınıfları gelişmeleri kontrol edebildi. En azından yıkıcı sonuçlarından korundu. Bu arada kriz sürecinde yurtdışına Yunanistan burjuvazisi “ulusal borcun” iki katı büyüklüğünde bir parayı, 560 Milyar Euro’yu transfer etti. Burjuvazinin bu tutumu bir yanıyla da yaşanan gelişmelerden ne derece korktuğunun göstergesi oldu.

Her şeye karşı egemen sınıfın düzeni sürdürmesindeki başarısında, Yunanistan solunun parlamentarist, legalist yöneliminin ve sistem içinde “dirayetle kalma” uğraşısının ve sendikal bürokrasinin son derece oportünist ve akılcı hamlelerle sınıfı bloke etmesinin rolü azımsanmamalıdır.

Sendikal bürokrasi grevleri engelleyemediği oranda, grevlerle sınıfı yorma taktiği izledi. Ayrıca grevlerin yıkıcılığını engellemek için 1 veya 2 günle sınırlı tuttu. Sınıfa yönelik karşı devrim niteliğindeki saldırılar, uzun süreli ve uzun soluklu ve sistemi felç edici genel grevlerle bertaraf edilebilirdi. Yunanistan işçi sınıfında bu potansiyel olmasına rağmen bilinçli olarak değerlendirilmedi. Bürokrasi sınırlı eylem programıyla genel grevleri sadece kolektif protesto seviyesinde tuttu. Finans-kapital sınıftan gelen tepkilere aldırmadan, programını intikasız hayata geçirdi ve geçirmeye devam ediyor.

Bu durum, sınıf içinde bir demoralizasyon ya da başarısızlık hissi yaratabilirdi. Fakat işçi sınıfının sokağı kullanması, sokağın yaratıcı zenginliğiyle tanışması, muktedir olma duygusu, yorulmak bilmez şekilde yeniden ve yeniden eylemler örgütlemesine yol açtı.

Bu eylem senkronu sınıfı radikal, müdahaleci, mobilize tutmasına rağmen, sendikal bürokrasinin kuşatmasını ve ablukasını bir türlü kıramadı.

Sınıfın devrimci enerjisini kristalize edecek, bu yıkıcı enerjiyi siyasal iktidara yöneltecek devrimci öznenin yokluğu, sınıfın sendikal ve siyasal anlamda reformizmin sınırlarında hareket etmesine yol açtı. Hatta sınıf sokakta, pratikte ve kavgada bu sınırları aştı ama ideolojik çizgi ve politik yönelim olarak bu öldürücü sınırlarda hapsoldu.

Yunanistan işçi sınıfı müthiş mobilizasyon gücüne sahip olarak sokağı son derece iyi kullanıyor. Ne var ki aynı nedenlerle sokakta, kavganın içinde biçimlenecek alternatif toplumsal ilişkileri örmede zaafiyetler gösteriyor. İşçi sınıfının işyerlerinde, mahallelerde kuracağı ve geliştireceği özyönetim pratikleri, sokaklarda yaratacağı sokak parlamentoları, sistemden kopma noktalarını açığa çıkartacaktır. Bugün açısından bu yönde küçük ve mütevazı adımlar atıldı. Önümüzdeki dönem bu çabalar, hareketin genel karakteristiğini belirlediği oranda süreç başka türlü akacaktır. Aynı süreç devrimci öznenin doğum zeminlerini çoğaltıcı içeriktedir.

Genel seçimlere doğru

Finans-kapital, Papademos hükümetiyle düzeni tahkim etmeye çalıştı. Burjuva siyasal yapıların hızla meşruluk kaybettiği ve çöktüğü koşullarda, teknokrat hükümet, sisteme yeniden meşruluk kazandırmak ve burjuva siyasal yapının reorganize olması için devreye girdi.

PASOK, ND-Yeni Demokrasi ve LAOS’un desteklediği hükümet, bu hedeflerinde ve Troyka’nın programını hayata geçirmede “başarılı” oldu. Sistem soluklandı.

Önümüzdeki günlerde yapılacak genel seçimler, Yunanistan’da “yeni düzenin” kuruluşunu simgeleyecek.

Bunun birkaç nedeni var: En başta burjuva düzenin kurumlarıyla işlevsizleştiği, giderek meşruluğunu yitirdiği koşullarda seçimlerin gerçekleşmesi bile sistemin yeniden legitimasyonu anlamına gelmektedir. Ayrıca seçimlerle kitle “radikalizasyonunun” sınırları çiziliyor ve ufku belirleniyor. Seçimler düzenin toparlanmasına, yeniden meşruiyet zemini kazanmasına ve kendini yeniden kurmasına olanak sunuyor. Hem de bunu “en iktidarsız” olduğu dönemde gerçekleştiriyor. Bu adım bir başka yönüyle düzenin en “rahatsız edici” unsurları tarafından, bu unsurların ehlileştirilerek düzenin tahkimi sağlanıyor.

Devrimci durum koşullarının arttığı bir süreçte, kitlelerin yıkıcı gücünün sisteme ve siyasal iktidara odaklanmaması muazzam bir handikaptır. Böylece sınıf ve kitle hareketinin devrimci dinamikleri kolayca eritilebilir ve sistem tarafından absorbe edilebilir. Bu durum Yunanistan özgülünde “reform mu, devrim mi?” sorusunun biçimlenişi olarak önem taşıyor.

Tabii ki böylesi bir tablonun birinci derecedeki sorumlusu Yunanistan sosyalist hareketidir.

Yunanistan soluna kısa bir bakış

Reformizm, Yunanistan solunun ana yönelimini belirliyor. Reformist solun sendikal hareket içinde de ciddi bir ağırlığı var.

Sendikal harekete hakim, işbirlikçi ve bürokratik kast, sınıfın birleşik ve bağımsız gücünün ortaya çıkmasında bilfiil engelleyici tutum sergiliyor. Mücadelenin düzen sınırları içinde kalması için azami çaba gösteriyor.

Sendikal harekete hakim siyasal eğilimlerin başında PASOK geliyor. Askeri cunta dönemi sonrasında burjuva reformist çizgiyi temsil eden PASOK, Andreas Papandreu’nun önderliğinde kitleler nezdinde büyük bir prestije sahipti. Yunanistan radikal solunun ciddi hataları PASOK’un önünü açtı. Radikal sol programını, toplumsal antagonizma üzerinden kurmuştu, PASOK’un kapitalist restorasyon politikaları solun, hızla varlık zeminini kaybetmesine yol açtı. PASOK ilk dönemlerinde sol popülist argümanlar kullandı. Cuntaya karşı mücadele imajıyla kitleler tarafından benimsendi. “Geçiş sürecini” kapitalist rasyonlara uygun şekilde tamamlayan PASOK, Yunanistan’da burjuva liberal rejimin inşasında belirleyici işlev gördü. Bu faktörler ve sol popülist politikalar işçi sınıfı içinde etkili olmasını ve nüfuzunu yaymasını sağladı.

1980’li yıllar PASOK’un “üçüncü yol”cu bir çizgi izlemesini ve neoliberal politikaları radikal biçimde hayata geçirmesini beraberinde getirdi.

Yunanistan’ın iki büyük işçi konfederasyonu ADEDY (Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu) ve GSEE (Yunanistan Genel İşçi Konfederasyonu) PASOK’un denetiminde hareket ediyor.

Bürokratik ve işbirlikçi sendikal yönetim PASOK’un iktidarı döneminde oldukça tutuk bir tavır sergiledi. Grevlere katılsa da grevlerin etkisizleşmesi doğrultusunda politikalar geliştirdi. Eylemlerin içeriğini daralttı ve sığlaştırdı. İki sendikal yapının teknokrat hükümete yaklaşımı da benzer içerikte oldu.

Diğer önemli sendikal konfederasyon PAME (Tüm İşçilerin Mücadele Cephesi) ise KKE’nin (Yunanistan Komünist Partisi) denetimi altındadır. PAME eylemlere aktif katılımıyla dikkat çekiyor. PAME diğer sendikal yapılarla ve sol güçlerle kendini bilinçli olarak yalıtma politikası izliyor. Bu politika, KKE’nin genel politik yaklaşımlarının bir yansıması olarak biçimleniyor.

KKE, Yunanistan’ın en köklü partilerinden biri. Ekim Devrimi’nin yarattığı muhteşem devrimci dalgayla kurulan parti, ilk dönemlerinde enternasyonalizmin en güzel pratiklerini sergiledi.

İngiltere güdümlü Yunanistan’ın Anadolu’yu işgaline karşı, KKE açık ve net olarak savaş karşıtı bir politika izledi. İstikrarlı bir şekilde işgal ordusu içinde savaş karşıtı yoğun ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürüttü. Leninist bir çizgiyle devrimci yenilgicilik taktiği uyguladı.

KKE, Yunanistan iç savaşı döneminde (1943-1949) katı bir pro-sovyetik tutum aldı. Bu çizginin sonucu bünyesindeki devrimci dinamizm Kapetanios’un tasfiyesiyle eridi. Yunanistan Devrimi, II. Paylaşım Savaşı sonrası makro dengelere kurban gitti (1).

Bu süreç aynı zamanda KKE’nin bürokratik bir kasta dönüşme süreci oldu. Parti 1950-1974 arasında ağır darbeler yedi, geri çekilişler yaşadı. Yine de ayakta kaldı ve yeraltı faaliyetlerini sürdürdü. KKE cuntaya karşı aktif mücadele yürüttü.

Yunanistan’da cunta sonrası içine girilen “geçiş süreci” bir restorasyon süreci olarak kendini AT’ye üyelikle simgeledi. Yunanistan’da burjuva liberal bir rejimin kuruluşuyla, KKE legale çıktı. KKE kökleri 1940’lara dayanan siyasal rotasına bağlı olarak, varlığını ve ufkunu burjuva liberal bir rejimle sınırladı. Siyasal konumlanışını “yeni düzene” göre biçimlendirdi. Bunun yakın dönemdeki en somut örneği 1989’da ND’yle yaptığı, koalisyon ortaklığı oldu. KKE düzenin sınırlarında, düzenin kabul ettiği bir parti olarak faaliyetlerini sürdürüyor.

KKE milletvekilleri, sendika bürokratları, belediye başkanları, meclis üyeleri, profesyonel parti çalışanları ile tipik bürokratik bir yapı özelliği gösteriyor.

Sol reformist bir çizginin yürütücüsü olan KKE, ulusalcı politikalar geliştiriyor. “Sol” milliyetçi politikalarla orta sınıfın içinde güçlenmeyi amaçlıyor.

KKE kapitalist krize yaklaşımını genel siyasal çizgisine uygun biçimledi. Her ne kadar KKE sosyalizm vurgusu yapsa da, reel politik tutumları ağır basıyor. Sosyalizm bir retorikten öte anlam taşımıyor. KKE seçimlere gidilmesini savundu (yapılacak seçimler KKE’nin taleplerinin birinin gerçekleştiğini göstermektedir), borçların tek taraflı reddini ve AB’den çıkılmasını istiyor. Soyut ve popülist bir çerçevede “işçilerin ve halkın iktidarı” şiarıyla hareket ediyor ve bu iktidarın seçimlerle elde edileceğine “inanıyor”.

Yunanistan’da öne çıkan diğer sosyalist yapı ise 2004 yılında kurulan SYRİZA’dır (Radikal Sol İttifak Cephesi).

Çeşitli sol çevrelerin bir araya geldiği SYRİZA bir seçim bloğudur. Sol liberal bir çizgi izleyen blok, daha çok orta sınıf refleksleriyle hareket ediyor. Bloğun sınıf içinde KKE gibi bir örgütlülüğü bulunmuyor. Sınıfla temasları çok zayıf olan blok, ağırlıkta farklı kitle örgütleri içinde çalışmalar yürütüyor. Feminist ve eşcinsel hareketleri bünyesinde taşıyor. Kimlik politikalarını önemsiyor. SYRİZA, Yunanistan’ın Avro bölgesinde kalmasını istiyor.

SYRİZA’nın ana gövdesini “Yunanistan’ın ÖDP’si” diye anılan Synaspismos oluşturuyor.

Synaspismos KKE ve Avro-komünist, komünist partiden ayrılanların kurduğu bir parti. Parlamentoda yapılan son oylamada ret oyu veren ve partiden atılan PASOK milletvekilleriyle seçimlere Halk Cephesi adıyla hazırlanıyor. Kendi argümantasyonlarıyla hem parlamentoda, hem de sokakta olmayı hedefliyor.

Sınıf içinde KKE gibi ağırlığı, hatta etkisi olmayan Synaspismos, yapılan grevleri destekledi ve kitle gösterilerine aktif olarak katıldı.

Synaspismos, sol liberal bir politik çizgiyle düzen sınırları içinde hareket ediyor. Amorf görüntüsü önümüzdeki dönemde yeni parçalanmalara yol açabilir. Benzer şeyleri SYRİZA için de söyleyebiliriz. Seçim bloklarının konjonktürelliği parçalanmaları bünyesinde taşımaktadır. Yeni genel seçimlerde partinin “başarısı”, bloğu şekillendirmekten öte, parçalanmalara yol açarsa şaşırmamak gerekir.

2011 yılında Synaspismos’tan ayrılan Demokratik Sol adını alıp, partileşen grup hızla etkili bir güç oldu. Synaspismos’un sağ kanadının kopuşuyla oluşan Demokratik Sol, PASOK’un ve teknokrat hükümetin kriz programına onay verdi. Demokratik Sol burjuva reformist bir çizgiyi temsil ediyor.

Yunanistan’da solun ana gövdesini oluşturan bu yapıların dışında her gelenekten gelen (Troçkist, Maoist, Otonomist, Anarşist kökenli) küçük radikal sol gruplar var.

Yunanistan’da reformist sol, devrimci durum zeminlerinin oluştuğu, sınıf ve kitle hareketlerinin dalgasal bir şekilde geliştiği koşullarda parlamentoyu ana yönelim olarak seçti.

Merkez partilerin çöküş içine girmesi, reformist çizginin her kesimini bütünüyle seçimlere angaje etti. Parlamentarizmin ve legalizmin “öldüren cazibesi” kendini Yunanistan’da somut olarak sandıkta simgelemeye başladı.

Yunanistan’da son yapılan anketlere göre merkez partiler ciddi oy kaybı yaşıyor. Sosyalistlerin oyları ise önemli oranda artmış görünüyor. Aslında bu tablo sadece sandıktan çıkacak oy oranını göstermiyor. Daha önemlisi Yunanistan’da siyasal polarizasyonun (neo-faşist partilerin oy oranlarındaki artış da dikkat çekiyor) derinleştiğini, kitlelerin arayışlarını ve sosyalizme yönelimlerini ortaya koyuyor.

Bu anketlerde PASOK’un oyları %10’un altına düştü. PASOK 2009 yılında %44’lük oy alarak hükümet kurmuştu. Kriz süreci iki yıl içinde PASOK’u dibe çekti. PASOK’un siyasal varlığının sorgulanma aşamasına gelindi.

ND, PASOK’a göre daha az yıpranmış görünüyor. ND 2009 seçimlerinde %33 oyla ana muhalefet partisi oldu. Partinin bugünkü oyları %20 civarında seyrediyor. Anketlerde faşist parti LAOS’un %5’lik oy oranını koruduğu görüldü.

2009 seçimlerinde %7,5 oy alan KKE, parlamentoya 21 milletvekili sokmuştu. Anketlere göre KKE oylarını %12’ye yükseldi.

SYRİZA ise 2009’da %4,6 oranında oy almış ve parlamentoya 13 milletvekili göndermişti. SYRİZA’nın oylarını %11’e çıkarması bekleniyor.

Demokratik Sol’un oylarının ise %10’a çıktığı görüldü.

Seçimlerde PASOK’un dışındaki solun %30’un üzerinde oy alması bekleniyor. Bu sonuç sol bir koalisyon hükümetinin önünü açabilir.

KKE’nin diğer soldan kendini yalıtma tavrına, dışarıda tutma yaklaşımına rağmen, kitle basıncıyla böylesi bir koalisyon hükümeti kurulabilir. Ya da seçimlerin sonucundaki “kaos” yeni erken seçimlere kapı aralayabilir.

Sol bir koalisyon hükümeti kitlelerin büyük umutlarını içinde taşıdığı gibi, büyük hayal kırklıklarını da içinde barındırıyor. Koalisyonun tüm ortaklarının politik programı umudun ayaklanmasına izin vermediği gibi, düzen sınırlarının anaforu hızlı çöküşlere ve hayal kırıklıklarına yol açacaktır.

Bu durum “düzenin” devamından öte bir anlam taşımayacaktır. Hatta burjuva siyasal yapıların işlevsizleştiği ve meşruiyetini kaybettiği koşullarda, parlamentodaki solun bu başarısı sistemin rektifikasyonunu kolaylaştıracaktır. Başlı başına parlamentonun varlığı ve işlerliği bile sistemin kitleler nezdinde onayının ifadesidir. Kitlelere çözüm noktası ve odağı olarak her koşulda parlamento işaretlenecektir. Buradan sağlanacak meşruiyet, gerçek anlamda burjuva liberal sistemin meşruiyetidir. “Devrim tehlikesine” karşı parlamentonun bir dalgakıran işlevi görmesi kaçınılmazdır. Reformist ve legalist sol bu hegemonik işleyişin parçasından öte mana kazanamaz.

Reformist ve legalist hamlelerin kitle radikalizasyonunun önünü kesen, sönümlendiren ve arkasında muazzam bir hayal kırıklığı bırakan sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Hatta reformist solun “istikrar” için grevleri ve kitle gösterilerinin istememesi ve fiilen durdurması gibi girişimleri de şaşırtıcı olmayacaktır. Geçmişte birçok ülkede böylesi pratikler sık yaşandı. 1968’de Fransa’da, FKP’nin tarihin gördüğü en olağanüstü genel grevlere yaklaşımı, sekterliği ve sınıf uzlaşıcılığı rastlantı değildir.

Yunanistan’da süreç bir kez daha devrimci öznenin tarihsel önemi üzerinde durmayı zorunlu kılıyor. Sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkarıp, onu kristalize edecek ve sınıfın düzenle tüm bağlarını kopartacak, kolektif aksiyonunu sisteme yöneltecek ve sınıfın devrimci kimyasından beslenecek devrimci öznenin varlığı yaşamsal önem kazanıyor.

Sokak ve kavgada ısrar

Yunanistan işçi sınıfının sokak ve kavgada ısrarı, mücadelenin sandıkta boğulmamasının tek güvencesidir.

Özellikle sokağın yaratıcı gücü ve sınıflar mücadelesinin muhteşem zenginliği sınıfın yeniden şekillenmesine yol açacaktır. Yunanistan işçi sınıfının militan ve radikal ayağa kalkışı, sokağın kazanılması sokakta ve fabrikalarda yaratılacak alternatif toplumsal ilişkiler ve devrimin ruhunun sokağa yansıması devrimci öncünün yaratılma zeminlerine olanak sağlayabilir.

Ayrıca Yunanistan işçi sınıfının sokakta olma ve mücadele ısrarı ve inadı, özellikle Avrupa’nın Akdeniz havzasındaki gelişebilecek yeni sınıf dalgalarıyla beslendiği oranda güç kazanabilir (2). Havzayı saracak ve sarsacak sınıf hareketleri, Yunanistan işçi sınıfına reformist ve legalist çemberi pratikte parçalama olanağı sağlayacaktır.

İberya Yarımadası’nın giderek öne çıkması, mali kriz senkronunun İspanya ve İtalya’ya yayılma olasılığı süreci besleyici faktörlerdir. AB’de yaşanan durgunluğun küresel etkileri, Çin ekonomisinin beklenenden öte büyüme hızında ciddi düşüş, yeni finansal tsunami olasılıkları Yunanistan’da devrimci durumun çıplak biçimde yaşanmasını beraberinde getirebilir.

Öte yandan bir devrim imkanının kaçırılması, reformizmin yaratacağı hayal kırıklığı ve finans kapitalin toplumsal çöküş programı karşı devrimin mayalanma zeminleri olduğu unutulmamalıdır. İşsizlik, geleceksizlik, umutsuzluk, anomi hali, orta sınıfların çöküşü ve küçük burjuvazinin mülksüzleşmesi ve proleterleşme korkusu faşizmin beslendiği ve yükseldiği koşullardır.

Avrupa’da yükselen neo-faşist hareketlerin genel dinamiklerini bu faktörler oluşturuyor. Yunanistan’da LAOS’un oylarını koruması, daha agresif faşist parti Yeni Şafak’ın parlamentoya girme olasılığı rastlantısal gelişmeler değildir. Kapitalist krizin “diyalektiğinin”, bir başka göstergesidir. Yunanistan kapitalizmi zayıf bir kapitalizm değildir. Finans-kapital Yunanistan’da olağanüstü rejimlere geçişi gündemine alabilir. Bu geçiş bir darbe şeklinde olmayabilir. Sivil diktatörlük ya da tekelci polis devletinin inşası da karşı devrimci düzenlemelerdir.

(1) Yazının çerçevesine bağlı olarak, yalnızca KKE’ye vurgu yapıldı. Kapsamı ve boyutu itibariyle Stalin dönemi, Lenin sonrası III. Enternasyonalin politikaları, reel sosyalizmin üzerine durulmadı. Genel geçer tanımlamalardan da kaçınıldı. KKE’nin politikalarını bu bütünselliği dışında ele almak son derece yanlış ve eksik olur.

(2) Bugüne kadar Avrupa’da sendikalar, sosyal demokrat partiler Yunanistan işçi sınıfıyla dayanışma içinde olmadı. ETUC Yunanistan işçi sınıfı için hiçbir adım atmadı. Avrupa düzeyinde sendikal bürokrasi iktidarlarla son derece uyumlu sosyal partnerlik işlevi ve diyalogla “sorunları” halletmeye çalışıyor. Ne var ki kapitalizmin yapısal krizi, Avrupa’nın her alanında sınıfsal kutuplaşmaları şiddetlendiriyor. Tüm uzlaşı noktalarını ve kontrol mekanizmalarını parçalıyor. Kıtanın Akdeniz havzası kadar, merkez ülkelerde (özellikle Almanya ve Belçika’da) uyarı grevleri ve sektörel grevlerin yaşanması boşuna değil. 2012’de eylem ve grevler daha da yaygınlaşacaktır. Mali kriz senkronunun yayılması ve AB’yi saran durgunluk işçi hareketlerini tetikleyecektir. Ayrıca Portekiz ve İspanya’da işçi sınıfı harekete geçti. Benzer gelişmeler önümüzdeki aylarda özellikle İtalya ve Fransa’da yaşanabilir. Bu eylemlerin enternasyonal bir şekilde genişlemesi hem Yunanistan, hem de Avrupa işçi sınıfı açısından muazzam olanakların önünü açacaktır.