23 Eylül 2011
Sayı: SİKB 2011/36

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizmin savaş ve saldırganlık cephesine demir attılar!
Emperyalizme uşaklık için sınırları aştılar!…
“Radar İsrail’in güvenliği için!”
Kürt halkına yönelik baskı ve terör artarak sürüyor
“Kıdem tazminatı güvencemizdir!”
Ümraniye’de “Kıdem tazminatı
hakkı” forumu
19 Eylül ve TMMOB
Alaattin Karadağ davasında 5. duruşmaya giderken
“Cezaevlerinde işkence, saldırı, keyfi uygulamalara son verilmelidir”
Zor dönemin bilinçli,
inançlı ve soluklu
devrimcileri
Ulucanlar direnişi 12. yılında.
Ulucanlar’da katledilen Habip Gül ve Ümit Altıntaş’ın avukatı İbrahim Ergün’le konuştuk
Ulucanlar’da devrimci tutsak,
fabrikada direnişçi işçi!
Gizli zamma tepki!.
Devrimci mücadeleyi
yükseltelim!.
Yüzbinler bağımsız
Filistin için yürüdü
Atina çalkalanıyor
Şili’de sınıf mücadelesi
ve olanaklar
“Şili’nin en büyük yüreği” Neruda kavgamızda yaşıyor!
Şarlatan davasında 2. duruşma
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kavgamıza soluk katan bir ozan:

“Şili’nin en büyük yüreği" Neruda kavgamızda yaşıyor!

Yalnızca Latin Amerika’nın ve ispanik şiirin değil, dünyanın en büyük ozanlarından olan Pablo Neruda 23 Eylül 1973’te yaşamını yitirdi. Asıl adı Neftali Ricardo Reyes Basoalto’dur. Genç yaşlarda okuduğu ve çok sevdiği Çek öykü yazarı Jan Neruda’dan etkilenerek Pablo Neruda ismini alır. Babası demiryolu işçisidir. Bir öğretmen olan annesini henüz bir yaşındayken kaybeder.

Gençlik dönemi

Şili halkının yoksul yaşamı ve kavgası, ormanlarla, sert ve yüksek dağlarla kaplı Şili’nin doğası yaşamında ve şiirinde çok önemli bir yer tutar. Şili iklimi gibi, Neruda’nın yaşamı da sert çatışmalarla, direnişle doludur. Erken bir dönemde kazandığı ozan duyarlılığı onu gitgide yaşadığı çağın ve içinde bulunduğu toplumun sorunlarına karşı da duyarlı hale getirir. Ama politikleşmesi ve mücadeleye bir nefer olarak daha ilerden katılması acı deneyimlerden sonra gerçekleşir. Ve katıldığı, soluğunu ve tüm bir yaşamını kattığı mücadeleden asla kopmaz.

Çok okuma, iyi bir gözlemci olma sayesinde şiirle erken bir yaşta tanışır. 1917-1920 yılları arasında ilk şiirlerini kaleme alır. Neruda daha genç yaşlarda Şili’de ismini duyurmaya başlar. 1921’de okumak için gittiği Santiago’da etkinliklerine katıldığı solcu Öğrenci Birliği’nin düzenlediği şiir yarışmasında birinci olur. Sol düşüncelerle ilk kez burada tanışır. 1924’te kazandığı bir şiir yarışmasının karşılığında üç yıl Fransız edebiyat öğrenimi gördükten sonra gazeteci olarak çalışmaya başlar. Elindeki eşyaları satarak ilk şiir kitabını (Akşam Alacası) 1923’te yayınlar. Ona asıl ün kazandıran eseri ise bir yıl sonra yayınladığı Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı kitabıdır. Lirik bir aşk öyküsü tadında kaleme aldığı bu şiirler, hala da dünyanın en çok okunan şiir kitapları arasındadır. (Yalnızca Şili’de iki milyon adet baskı yapmıştır.)

Ülkesinden uzaklarda arayışlarla geçen ilk yıllar

1927-1933 yılları arasında Güneydoğu Asya’da (Birmanya, Seylan, Kalküta, Java) konsolosluk görevi yapar. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden bu dönemi ömrünün “en çok acı veren dönemi” olarak niteler. Tanık olduğu sömürgecilik, yoksulluk, uyuşturucu ve yozlaşma girdabındaki Asya halklarının çektiği acılardır. Bu sıralarda aşk acısı da yaşamakta, her şeye bir anlam kazandırmaya çalışmaktadır. ‘Yeryüzünde Konaklama’ adlı iki ciltlik şiirini bu dönemin sonunda yayınlar. Bu eseriyle birlikte, ilk dönem şiirlerinde görülen melankoliyi bir kenara bırakıp yaşamın acılarının dolaysız anlatımına verir kendisini. Bu dönem şiirlerindeki arayışlarla olgunluk döneminin kapısını aralar.

Faşizme karşı mücadele

Fakat şiir anlayışında asıl sıçramayı ve bu arada gerçek anlamda siyasallaşmayı 1934’te gittiği İspanya’da yaşar. Daha doğrusu, İspanya’da iki temel kaynak, hem şiir anlayışı hem de yaşamı üzerinde çok güçlü etkiler bırakır. Birincisi, biçemini daha da geliştirmesinde, kendilerini “1927 Kuşağı” olarak adlandıran sembolizm, sürrealizm ve fütürizm etkisindeki bir toplulukla ilişkiye girmesi, İspanyol edebiyatı ve sanatında iz bırakan Lorca ve Alberti gibi birçok sanatçıyla tanışmasıdır. İkincisi ise, en çok sevdiği sanatçı dostlarından bir kısmını kaybettiği İspanya İç Savaşı’na tanık olmasıdır. Tanık olmaz yalnızca, aynı zamanda taraf da olur. Bu aynı yıllarda öz annesi kadar sevdiği üvey annesini ve dostlarını kaybetmenin acısıyla şöyle yazar:

“göçüp gittiler içimde,
bir yanım artık öksüzdür
diğer yanım halk cephesi”

Görevinden alınmasını dert etmeksizin Halk Cephesi’ni destekler, Franko faşizmine karşı verilen direniş, o ana kadar adeta ruhunda uyuyan çığlığı isyana dönüştürür. Lorca gibi sevdiği şairlerin, sanatçıların katledilmesiyle boğazına düğümlenen acı dolu çığlık, faşizme karşı duyduğu nefret ve öfke ile bir patlamaya dönüşür; politik şiirin en etkili, en güzel ürünleri çıkar ortaya. Oğulları Öldürülen Analara Ağıt gibi yetkin şiirlerinin de bulunduğu Yürekte İspanya adlı kitabı bu dönemin ürünüdür.

1937’de Halk Cephesi yenilince İspanya’dan sınırdışı edilen Neruda, Paris’te İspanya halkını savunmak için komitelerin kurulmasına destek olur. En verimli çağında politik bir şahsiyettir artık. Sonraları politikaya bu kadar geç adım attığı için kendisini sorgulayacaktır.

1940’tan 1943’e kadar bu kez Meksika’da diplomatlık yapar. Orada, Latin Amerika sanatının Orosco, Rivera gibi parlak isimleriyle dostluk kurar. Bir taraftan da Latin Amerika kültürünün izlerini sürer. 1941 yılında, burada bir Nazi’nin saldırısına uğrar. Tıpkı Nazım gibi o da, faşizmin yenilmesi için kalemini keskinleştirir. ‘Stalingrad Şarkısı’ adlı şiiri afişlere bastırılıp Meksika duvarlarına asılır.

Halkın temsilcisi bir ozan

1945’te Şili Komünist Partisi’ne girerek senatör olur. Maden işçilerinin, yoksul köylülerin temsilciliğini yapar mecliste. Meydanlarda okuduğu şiirleriyle de savunur, temsil ettiği emekçi halkı:

“yukardaki maden ocaklarından seçildim,
senatoya geldim, oturdum ant içtim
üstlerinden kibarlık akan baylarla.
‘Ant içerim’, ama,
boştu, kanlarıyla değil,
kravatlarıyla ant içerlerdi;
sesle, dille, dudaklarla, dişlerle
ant içerlerdi, ama
burda kalıyordu antları”

Geniş bir halk oyu ve bu arada Şilili sol güçlerin desteğiyle başkan seçilen Gonzales Videla, halka verdiği sözlere ve ettiği yemine ihanet etmesi üzerine Neruda’nın eleştiri oklarının hedefi olur. Videla’ya açık bir mektup yazar. Bunun üzerine 1948’de devlet düşmanı ilan edilir ve hakkında tutuklama kararı çıkarılır. Susmaz, bu kez ‘Suçluyorum’ adlı ünlü nutkunu kaleme alır.

Arjantin’e kaçmadan önce Şili’de bir kaçaklık dönemi yaşar. Şilili emekçiler bu dönem boyunca onu evlerinde saklarlar. Neruda sürekli yer değiştirir ve bu arada Şili şarkısı adını vermeyi düşündüğü bir eser üzerinde çalışır. Çıkış noktası Şili ve Latin Amerika’dır. Amacı, yaşadığı topraklara ait bir şiirsel yapıt vermektir. Kaçak olmasına rağmen bol bol araştırır. Şili’nin, Amerika’nın tarihi ve geleneklerini inceler. Kendi deyimiyle, misafir olarak ağırlandığı her evde mutlaka ilgi alanına giren kitaplar bulur. Yanısıra halkla sürekli içiçedir ve yazılı olmayan, söylenceye dayalı zengin repertuarından da beslenir. Yoksul emekçi halkın bir lokma ekmeklerini onunla bölüşmesi, başlarına geleceklerden korkmadan, üstelik gururla onu saklamaları, onun Şili ve Latin Amerika sevgisinin ana kaynağına sürekli dönmesine, sürekli buradan esinlenmesine katkıda bulunur. Ama bu hiçbir şekilde, dar yerel ya da ulusal sınırlara sıkışmış bir halk sevgisi olarak kalmaz, genişler, büyür ve kollarıyla tüm dünyayı, tüm halkları kucaklar.

Mitleri, gelenekleri, tarihi ve doğasıyla zengin yerel-kültürel-doğal bir miras ile yıllardır çeşitli biçimler altında süren sömürgeciliğe, baskıya, sömürüye karşı destansı bir toplumsal mücadele tarihi; yerellik ile evrensellik; tüyden hafif sevda sözleri ile patlayan bir volkanın ağzından dile gelen öfke!.. Hep yanyana, içiçe, birarada dururlar. Ve bunları kendi yaşamında, kendi şiirinde yoğuran marksist dünya görüşü ve maddeci bir sanatsal duyarlılık! Neruda’nın şiiri, yatağını genişleterek akan ama bu arada verimli kollar da çıkaran bir nehir gibidir.

Gezginlik yıllarında olgunlaşma

Arjantin’den sonra bir süre Batı Avrupa’yı, Macaristan, Polonya, İtalya, Sovyetler Birliği’ni ve Çin’i dolaşır Neruda. Kuşkusuz bu kez resmi bir görevi yoktur. Gittiği her yerde daha özgürdür ve şairliği kadar politik kimliğiyle de kendisini ortaya koyar. Paris’te toplanan Dünya Barışseverler Kongresi başkanlığına seçilir. Politik ilişkilerini genişletir. Neredeyse tüm dünyayı dolaşmıştır. Böylece aslında Şili şarkısı olarak başladığı çalışmasını bu gezi deneyimleriyle daha da zenginleştirerek Evrensel Şarkı adıyla 1950’de tamamlar.

Yalın, duru ve yoğun bir şiire doğru

1952’de Şili’ye geri döner. Bu dönemin Neruda şiirleri arı ve duru bir dille yazılmış yalın şiirlerdir. Dilin dolambaçlı ve simgesel anlatımından bu uzaklaşma, daha basit gibi görünen fakat daha derine inen ‘anlam’a yoğunlaşan şiirler çıkarır ortaya. Daha az sözcük daha yoğun bir anlam ve daha yalın bir anlatımla sürdürür Neruda arayışını. ‘Kaptanın Dizeleri’ ile başlayan bu yeni tarz, Neruda’nın en çok eser verdiği döneme denk düşer: Temel Övgüler, Üzümler ve Rüzgar, Yeni Temel Övgüler, Taşkın Dalga vd...

Pablo Neruda, 1960’ta Küba’yı ziyaret eder. Küba devrimi için ‘Parlak Başarıya Şarkı’ şiirini yazar.

Bu gezginlik dönemlerinde Nazım Hikmet’le de tanışır Neruda. Onunla kurduğu dostlukta, bu iki ozanın benzer yanlarının payı çoktur. Her ikisi de hemen hemen aynı yaşlarda şiire başlar, aynı yaşlarda ilk eserlerini verir. Her ikisi de halkına, yaşadıkları topraklara son derece bağlıdır. Her ikisi de sürgünlüğü, baskıyı yaşamıştır. Her ikisi de kavgadan asla kopmamış, en güzel kavga şiirlerini yazmıştır. Bugün her ikisi de dünyanın önde gelen iki büyük ozanı olarak, dünya halkları tarafından aynı biçimde sahiplenilmektedir. Bir antoloji kitabı hazırlayacak olsanız ve sadece 10 tane şair alacak olsanız bu kitaba Nâzım Hikmet’i alır mıydınız?” sorusuna “Bir tane şair de koyacak olsam kesinlikle Nâzım Hikmet’i koyardım” diyecek kadar değer verir Neruda, Nazım’a.

Bir faşist darbe daha

1969 yılında Şili Komünist Partisi tarafından başkan adayı gösterilmek istenir. Fakat Neruda, Salvador Allende’nin lehine adaylıktan çekilmeyi ve Allende’yi desteklemeyi daha uygun görür. 1970 yılında Allende’nin, Halk Cephesi adayı olarak başkan seçilmesinin ardından Neruda, Fransa’ya büyükelçi olarak atanır. 1971’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür.

Şili’de işbaşına gelen halkçı hükümet daha iş başına gelir gelmez, ABD destekli gerici sınıfların ve faşist muhalefetin hedefi haline gelir. Allende, izlediği halkçı politikalarla daha çok tepki çekerken sokaklarda faşist saldırılar tırmanmaya, Allende hükümeti üzerinde baskılar artmaya başlar. Özellikle yabancı şirketleri ulusallaştırmaya dönük çıkarılmak istenen yasalar, ABD’nin darbe hazırlıklarını hızlandırmasının da başlangıcıdır. Bu sıralarda Neruda, Nixon’u Devirmeye Çağrı ve Şili Devrimine Övgü adlı bir kitap yazarak, içerde ve dışarda artan saldırılara karşı direnişe güç katmaya çalışır, herkesi destek olmaya çağırır: “Nixon, namussuzlukta, kendinden öncekilerin bütün günahlarını bir araya getirmekte. Şili devrimini yalnız bırakmak, yok etmek için ekonomik ablukayı o uyguladı. Bunu sağlamak amacıyla, ITT#146;nin zehirli casus ağı gibi, kimi zaman maskeleri düşmüş çeşitli aracılar kullandı. Terörizmin en azılı düşmanıyım. Ama başka çıkış yolum yok; halkımın düşmanlarına karşı, şarkım bir Araucania taşı gibi saldırgandır, serttir. Koruyun kendinizi, fırlatıyorum şarkımı!”

11 Eylül 1973’te Pinochet kuklasının yönetimindeki askeri faşist cunta kanlı bir kıyıma başlar. Allende başkanlık sarayında kuşatılır. Onurlu bir direniş sergileyerek teslim olmayı reddeder ve katledilir. O sıralarda Neruda Şili’dedir ve kanserle cebelleşmektedir. Yakınları Allende’nin katledildiğini ondan gizlerler. Faşist cunta ağır hasta olduğu için Neruda’ya dokunmak istemez, kendi halinde ölmesini bekler. Fakat hakkında bir gözaltı kararı çıkarmaktan da geri kalmaz. Kaldığı yer kuşatma altına alınmış, evi basılmış, tüm eşyaları yağmalanmıştır. Neruda’nın hasta bedeni buna ancak birkaç gün dayanır, 23 Eylül 1973’te hayata gözlerini yumar.

***

Neruda bol ödüllü bir ozandır. 1950’de Picasso ile birlikte Dünya Barış Ödülü’nü, 1953’te Stalin Ödülü’nü ve 1971’de ise Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanır.

Dünya halklarının, ezilen, sömürülen işçi ve emekçilerin yüreğinde, bilincinde ve kavgasında yaşıyor olmak ise, onun gibi ozanların kazandığı ve kazanmayı hak ettiği en büyük ödüldür.

Onların bize bıraktığı mirasa sahip çıkmak, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için kavgaya sahip çıkmak demektir!


 

 

Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi

20 Eylül 1985 tarihinde yitirdiğimiz Ruhi Su, ölümünün üzerinden geçen 25 yıla rağmen kendini halkına adamış devrimci bir ozan olarak hafızalarımızdaki yerini koruyor. Ruhi Su’nun devrim davasına adanmış “ezgili yüreği” burjuvazinin çürümüş ve kokuşmuş düzenine inat aradan geçen on yıllara rağmen ilerici ve devrimciler şahsında yaşamaya devam ediyor.

1912 yılında Van’da Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen devrimci ozan Ruhi Su, annesini ve babasını hiç tanıyamadı. 10 yaşına dek ona sahip çıkan yoksul bir ailenin yanında kaldı, daha sonraki eğitim yaşamı öksüzler yurdunda ve yatılı okullarda geçti.

Öksüzler yurdunda tanıştığı müzikle emekçilerin acılarını ve isyanını birleştirdi. Halkın ezgilerini devrim davası için seslendirdi. Önce Müzik Öğretmen Okulu’na girdi, daha sonra Devlet Konservatuarı’nda Şan bölümünde eğitim gördü. Bir süre müzik öğretmenliği yaptıktan sonra opera sanatçısı olarak çalışmaya başladı.

Aldığı batı müziği eğitiminin yanında, hiçbir zaman türkü söylemekten vazgeçmeyen devrimci ozan, konservatuvarda aldığı eğitimle türküleri ustaca yorumlayarak kendine özgü tarzını yarattı. O kendine özgü sesi ve tarzıyla Pir Sultanlar’ı, Karacoğlanlar’ı, Nesimiler’i ve daha nice halk ozanını günümüze taşıdı. Türkülere sevdası, onu Anadolu’nun türkülerini derlemeye, Nazım’ın şiirlerini bestelemeye itti.

Ruhi Su, örgütsüz bir sanatçı olarak devrim davasının savunulamayacağını biliyordu. Bu yüzden tüm yaşamını devrim davasına adamayı seçti. 1950’li yıllarda devletin “komünist avı” sırasında gözaltına alındı, işkence gördü ve 5 buçuk yıl zindanda kaldı. Opera sanatçılığı ve hocalık görevi devlet tarafından sona erdirildi. Zindan hayatının ardından ise sefalet içindeki sürgün yılları başladı, kara listeye alındı. Konser vermesi, plak çıkarması ve program yapması yasaklandı.

1960’ta İstanbul’da Taksim Belediye Gazinosu’nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” adlı radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari halimiz böyle n’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi.

Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip yeniden yorumlama işine kendi başına devam etti. 1975’te Sümeyra Çakır’la birlikte Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978’den sonra ürettiği kasetlerle halk müziğinin yaygınlaşmasını sağladı.

12 Eylül askeri faşist darbesine denk gelen hastalık sürecinde yurtdışında tedavi görmesi engellenen Ruhi Su, ilerleyen hastalığı nedeniyle 20 Eylül 1985 tarihinde yaşamını yitirdi. Ruhi Su’yu zindanlara atan, ilerleyen hastalığının tedavisini engelleyen 12 Eylül cuntası O’nun emekçilerle olan bağını koparamadı. Devrimci ozanın cenazesi de yaşamı gibi görkemliydi. Ruhi Su’nun cenaze töreni, 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından gerçekleştirilen en büyük ve görkemli gösterilerden birine tanıklık etti.

Devrimci ozan Ruhi Su, bugünün yoz kültürünün temsilcilerine ve sahte sanatçılarına karşı hala aramızda, hala işçilerin ve emekçilerin haklı mücadelesinin yanı başında.

Devrim ve sosyalizm mücadelesine olan inancıyla halkın ezgilerini dillendiren devrimci ozan Ruhi Su, sanatın bir “eylem” olduğunu söyledi ve böyle yaşadı. O, düşüncesini de sevgisini de sanatında ortaya koydu. Devrimci ozan olarak sanatı bir eylem aracıydı.

Ruhi Su, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemi taşıyan “ezgili yüreğiyle” sömürü düzenine karşı söylediğimiz marşlarda, türkülerde yaşamaya devam ediyor, edecek...

Yaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesine adamış devrimci ozan Ruhi Su’nun anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.