15 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/27

 Kızıl Bayrak'tan
Kazanmak için genel
greve hazırlanalım!...
AKP ve CHP
“düzenin bekası”nda uzlaştı!...
Aktif uşaklık çizgisinde
yoğun Ortadoğu trafiği...
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Suriye Dışişleri Sorumlusu
Omar Murad ile konuştuk
Devletin haberi yokmuş!
GEA’da mücadele sertleşti.
Birleşik Metal İstanbul 2 Nolu Şube’de genel kurul.
İşten atılan Polifarma işçisi ile direniş ve örgütlenme süreci üzerine”
Kubatoğlu direnişi yol gösteriyor
PTT işçilerine meclis
önünde gözaltı
Taksim İlkyardım’da direniş
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Mısır’da yeni bir sınıf
çatışmasına doğru.
Mısır devrimi devam ediyor - Ergin Yıldızoğlu
Şili’de büyük grev
Kıbrıs halklarının kurtuluşu
kendi ellerindedir!
YÖK düzenin vazgeçilmezi olmayı sürdürüyor!
Bir direniş manifestosu: ‘96 Ölüm Orucu ve SAG direnişi.
MKP-HPG gerillası
Ozan Derman’ın anısına
Aile Bakanı’ndan inciler..
Sevil Ceylan Erkat yalnız değil!
Samandağ’da coşkulu ve kitlesel festival
Ölümünün 18. yılında Rıfat Ilgaz’ı saygıyla anıyoruz
Galatasaray’da 328. buluşma
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP ve CHP
“düzenin bekası”nda uzlaştı!

Bir rejim krizi halini almış bulunan düzen içi çatışma yeni karşılıklı hamleler ile sürüyor, rejim baştan aşağı yeni bir güç dengesine oturuncaya kadar da (ki bu da halihazırda kolay görünmüyor) sürecek gibi görünüyor. Çıkışlar beklenmedik biçimler içinde gündeme geldiği ölçüde yarattığı etki ve heyecan da büyük oluyor, olup bitene ilgi doğal olarak artıyor. Her adımı izleyen yeni yeni yorumlar, olup bitene yüklenen derin anlamlar üstüste yığılıyor. Oysa bu çatışma yıllardan beridir var, belli safhalardan geçerek ilerlemekte, zaman zaman sertleşmekte, ardından beklenmedik biçimde yumuşayarak bir süreliğine yeni bir dengeye oturmakta, sonra şu veya bu vesileyle yeniden kızışmakta, bu böylece sürüp gelmektedir ve birçok belirti daha uzun bir süre de böyle sürüp gideceğini göstermektedir.” (Rejim krizinde yeni safha, Ekim, Mart 2008)

Ekim’in 2008 yılının Mart ayına ait değerlendirmesinden alınan bu pasaj geçtiğimiz günlerde kısmi bir çözüm ile sona eren yemin krizinin de nasıl ele alınması gerektiğinin ipuçlarını vermektedir. Çünkü BDP’li vekillerin meclis boykotu ile başlayan bu kriz, CHP’nin tutuklu vekilleri nedeni ile aldığı yemin etmeme kararı ile birlikte burjuva klikler arasında bir hegemonya ve moral üstünlük savaşına dönüşmüştür. Dahası AKP ve CHP kurmayları arasında varılan bir mutabakat ve açıklanan bir bildiri ile görüntüde sona erdirilen bu kısmi krizin bile çözüme kavuşturulamadığı açıklanan bildirinin içeriği ve hemen arkasından Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma ile ortaya çıkmıştır. Varılan mutabakatın tek sonucu CHP’li vekillerin yemin ederek olağan meclis çalışmalarına geri dönmüş olması ve böylece düzenin bekasının sağlama alınmış olmasıdır.

Kaybeden bir kez daha CHP olmuştur

İstediklerini aldığını iddia etse de, politik ve moral bakımdan kaybeden bir kez daha CHP olmuştur. Bu açıklanan bildirinin içeriği üzerinden görülebildiği gibi, CHP’yi yemin etmeme hamlesine sevk eden koşulların değişmemesi nedeniyle bu böyledir.

Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ın milletvekili olarak TBMM’ye girmesiyle CHP AKP karşısında uzun zamandır kaybettiği moral üstünlüğü yeniden ele geçirebilecekti. Ancak varılan noktada bu sonuç elde edilememiştir. Varılan ortak mutabakat metninin “tüm milletvekillerinin meclis çatısı altında olması gerekir” gibi muğlâk bir ifade ile tutuklu vekillere gönderme yapılması ise bu gerçeği değiştirmemektedir. Zira imzalanan mutabakat metni esas olarak CHP’nin istediği gibi tutuklu milletvekilleri ile ilgili bir irade beyanını değil, anayasa değişikliği konusunda bir irade beyanını içermektedir. Zaten AKP’li Burhan Kuzu da bu durumu, katıldığı bir televizyon programında “CHP yanlış yoldaydı, ne yazsak geleceklerdi!” diyerek bu tabloyu anlatmış olmaktadır. AKP cephesi böylelikle kazandığı moral üstünlüğü pekiştirmeye, deyim uygunsa CHP’ye nefes aldırmamaya çalışıyor.

Bununla birlikte CHP’nin yaptığı beklenmedik hamlenin altında ezilmesinin asıl nedeni ise bu süreci yönetme konusundaki beceriksizliği ve iradesizliği olmuştur. CHP’nin yemin etmeme tutumu esas olarak burjuva parlamenter sistemin iflas ettiğinin has bir devlet partisi tarafından kanıtlanması anlamına gelmektedir. Oysa CHP gibi devletin kurucu partisi olarak övünen, varlık zemini parlamento olan bir partinin barutu sınırlıydı.

Kaldı ki bu mücadelesinde kitleleri de seferber edemediği, etme yürekliliği gösteremediği ölçüde AKP’nin inisiyatifini tanımak zorunda kalmıştır. Elbette CHP’nin teslim bayrağını çekmesinde emperyalist merkezlerden yapılan “Meclis’e dönün!” çağrıları da etkili olmuştur. AKP’den yana beklentileri olan emperyalist merkezler CHP’nin bu sorunu uzatmasına izin vermemişlerdir.

Dinci gericilik demagoji şampiyonu

CHP’nin aksine ilk önce “Tükürdüklerini yalayacaklar!” diyerek gerilimi tırmandıran, sonrasında uzlaşı sinyalleri veren dinci gericiliğin şefi ise CHP’nin yemin etmesinin ardından yine bilindik kabadayı üslubuna sarıldı. Salı günü meclisteki grup toplantısında konuşan Erdoğan, “Diklendiler, dik duramadılar!” diyerek bir kez daha düzen içi çatışmada moral üstünlüğü bırakmaya niyeti olmadığını göstermiş oldu.

Kuşkusuz ki AKP şefinin bu pervasızlığı CHP’nin politik beceriksizliği ile demagojideki başarısının bir sonucudur. Tüm çabası kendisine karşı geliştirilebilecek tüm iç muhalefetleri en baştan ezmek üzerine kuruludur. Bu amacına ulaşmak için devletin imkanlarını tepe tepe kullandığı gibi medya üzerinde kurduğu etkinlik ile gerçekleri istediği gibi ters yüz etmekte, kendi doğrularını mutlak doğrular olarak kabul ettirebilmektedir. Ahlaksızlık, ikiyüzlülük, çirkeflik, düzenbazlık dinci-gerici partinin politik tarzının bir parçası durumundadır. CHP’yi dize getirmek için izlenen yöntemler bunun en bayağı örneklerindendir.

Aslolan düzenin bekası!

Kürt hareketi boykot tutumunu devam ettirmesi düzen için bir kriz dinamiği olsa da, bu Kürt sorunu konusundaki açmaz ve iflas durumunun bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Fakat burjuva klikler adına yemin krizi artık geride kalmış bulunmaktadır. Bu saatten sonra tutuklu milletvekillerinin meclise girip girmemesi bu kayıkçı dövüşünde çok da önemli değişiklikler yaratmayacaktır. Çünkü çatışmanın bu iki temel tarafı aslolarak düzenin bekasının sağlama alınması konusunda anlaşmışlardır.

Çünkü bugün için her iki kliğin de isteyeceği en son şey kitlelerde parlamenter demokrasiye duyulan güvenin sarsılması ile birlikte sokakların ısınmasıdır. Diğer bir yandan ise Kürt hareketinin düzeni aşan taleplerle kendisini ortaya koyuyor olması, onlar payına böyle bir uzlaşıyı zorunlu kılmaktadır. Kürt halkının mücadele dinamiği, onları birleştiren temel bir eksen olmaya devam edecektir.

 

 

 

Katliamın faili Sivas’ta çıktı

Sivas katliamının “1 numaralı sanığı” olarak 18 yıldır aranan Cafer Erçakmak’ın Sivas’ta öldüğü ortaya çıktı. Katliamın gerçekleştiği sırada Refah Partisi’nin İl Belediye Meclis üyesi olan Erçakmak’ın Fransa’da saklandığı iddia ediliyordu. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kırmızı bültenle aranan, resmi makamlarca yurtdışında yaşadığı mahkeme tutanaklarına geçirilen, bir türlü yakalanamayan, izine rastlanamayan Erçakmak’ın Türkiye’de olduğu, cenazesi yakınları tarafından gizlice gömülmeye çalışılınca ortaya çıktı.

Erçakmak’ın katliamdan sonra Sivas’tan hiç ayrılmadığı tahmin edilirken, Sivas gibi bir kentte uzun yıllar boyunca yaşamış olması ise onun devlet tarafından korunduğunu kanıtlıyor. Sivas katliamının mahkeme önüne çıkarılan diğer sanıkları ise bir süre cezaevinde “ağırlandıktan” sonra serbest bırakılmıştı.

Gizlenme gereği duymamış

Cafer Erçakmak Sivas kent merkezinde, İstasyon Caddesi’ndeki Başel Apartmanı’nda oğlu Ömer Ergin Erçakmak’a ait dairede öldü. Bu ev kentin en işlek caddesi üzerinde ve valilik binasına 400, Fethi Akyüz Polis Merkezi’ne 500, Madımak Oteli’ne ise sadece 600 metre uzaklıkta.

Erçakmak’ın yıllardır Fransa’da olduğu yalanı da böylece ortaya çıktı. Erçakmak’ın önce İzmir’de bir çiftlik evine yerleştiği, ardından da yeniden Sivas’a döndüğü anlaşıldı. Erçakmak’ın Sivas yakınlarında kaldığı çiftlik evinde 4 gün önce rahatsızlandığı ve bu nedenle oğullarının şehir merkezideki evine getirildiği öğrenildi.

Resmi makamlar adaleti yanılttı mı?”

Toplumsal Bellek Platformu ise konuyla ilgili yaptığı açıklamara şu soruları yöneltti:

“Resmi belgelere göre Cafer Erçakmak Fransa’da ikamet ediyordu. Bu belgelerin ‘resmi’ oluşları karşısında, resmi makamlar adaleti yanılttı mı? Bu yanıltmanın kimler tarafından yapıldığı hususunun kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. “Resmi” belgelerle resmi makamların yanıltıldığını mı anlamamız gerekiyor?”

“Cafer Erçakmak’ın katliam suçundan arandığı uluslararası yazışmalarda gizlenmiş, aranma nedeni toplantı ve gösteri yürüyüşüne muhalefet olarak geçirilmiştir. Erçakmak’ı kim ya da kimler korumaktadır?”