22 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/04

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL direnişi,
yeni olanaklar ve görevler
“İşçinin kürsüye çıkma zamanı”dır.
İsrail ile yaşanan “koltuk krizi” geride kaldı.
İstanbul’da kamu emekçileri kurultayına doğru
Danıştay şeker fabrikalarının özelleştirilmesi kararını iptal etti
Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!
On binlerce işçi ve emekçi Ankara’da
TEKEL direniş günlüğü
Metal İşçileri Birliği
Merkez Yürütme Toplantısı Sonuçları.
Entes’te direniş güncesinden..
Sınıf hareketinden.
İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen saldırılar üzerine konuştuk...
Her şey TEKEL için: Tek yumruk, tek vücut, tek barikat! - Volkan Yaşarış!
Miting.izlenimleri.
TEKEL işçilerinin mücadelesi sansürü parçalayacak!
TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şükrü Günsili ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk..
Polis terörü ve cinayetlerini
protesto eylemlerinden
Polis terörü karşıtı
kampanyaya saldırı
Kapitalizmin çürümüş ruhu: Emperyalist tekellerin Davos Zirvesi
Depremin yerle bir ettiği Haiti’nin tablosu.
“Harç zamlarına karşı
mücadelemiz engellenemez!.
İstanbul: Kimin başkenti?
Bir katil, bir cinayet ve “demokratik açılım”
Emekçi kadının ‘güneşi’ ancak sosyalizmde doğacaktır!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İstanbul: Kimin başkenti?

“2010 Avrupa Kültür Başkenti” etkinliklerinin resmi açılış töreni 16 Ocak günü yapıldı. Burjuva basında İstanbul üzerinden güzellemeler yapılarak, geçekleştirilecek olan etkinliklerin dökümü verildi. Ertesi gün, etkinliklerin tam bir şölen havasında geçtiği söylendi. “İstanbul’un büyüsü”nün hazırlanan özel performanslarla, ışık oyunlarıyla, görsel şölenlerle bir kez daha sahnelendiği belirtildi.

Peki “Avrupa Kültür Başkenti” sıfatını alan İstanbul, kimin İstanbul’u?

İstanbul bir “marka kent” artık! Kentsel dönüşüm projeleriyle, gökdelenleriyle, alış-veriş merkezleriyle, kültür-sanat etkinlikleriyle “İstanbul’un büyüsü”nü oluşturan bütün unsurlardan temizlenmiş, dünyanın bütün büyük metropolleri gibi standart hale gelmiş bir marka kent. Özgünlüğü yok edilen kentlerin tek tipleştirilmiş insanlarının aynı kültürel etkinliklere gittiği, geniş caddelerde aynı vitrinlere baktıkları bir marka kent.

Bir marka kent İstanbul ki, kültürel zenginlik dedikleri şeylerden tek başına ayrıcalıklı bir zümrenin yararlandığı...

Bir marka kent İstanbul ki, sadece burjuvazinin tükettiği ve her şeyin onların beğenisine sunulduğu...

Bir marka kent İstanbul ki, yaşam hakkının tek başına burjuvaziye tanındığı, bütün kent organizasyonunun, planlamasının burjuvazi için yapıldığı...

Evet 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul burjuvazinin İstanbul’u. Dolayısıyla bütün o şaşalı gösteriler, şölenler de onların beğenisine sunuldu. İstanbul marka kent olarak pazarlanırken, kimileri kentsel dönüşüm projeleri ile kentin rantı yüksek topraklarını peşkeş çekti, kimileri bu alandan zenginliğini pekiştirdi, kimileri de oluşturulan bu sahte İstanbul’un keyfini sürdü, sürüyor.

Elbette ki, bunların tümü 2010 projeleri kapsamında başlamadı. Ama bu proje kapsamında İstanbul’un finans, eğlence ve alış-veriş merkezi olma yönlü adımları hızlandırıldı ya da yeni projelerin startı verildi. Ve 2010 tüm bunların belli kalıplar halinde parlatılarak kamuoyuna sunulmasına vesile oldu. “Kültür”, “çok seslilik”, “imaj” gibi argümanların arkasından rantsal bölüşüm hesapları yapıldı. Kimin cebine ne kadar gireceği karara bağlandı. Bunların gerisinde ise koca bir enkaz bırakıldı.

Bu süreçte kapitalizm kendini göstere göstere, heybetli bir şekilde kentte mekansal olarak konumlandı. Bu yeri geldi Galataport oldu, yeri geldi Haydarpaşa... Bu çerçevede İstanbul’u pek şaşalı projeler bekliyor. Küçükçekmece’ye Dubai’den feyz alınarak yapay adacıklar konduruluyor, Zeytinburnu ticaret merkezi olarak planlanıyor. Kente örülen yüksek duvarların ardından rezidanslar pıtrak gibi çoğalıyor. Eğilip bükülen gökdelenler Maslak’tan yükseliyor.

Neoliberal ideolojinin İstanbul’da mekansal olarak şekillenmesi sonucu İstanbul’un tarihi, mimari ve kültürel dokusu, İstanbul’u yaratan nice renk, kimlik şehirden sürülüyor, yıkılıyor. Başkent sıfatını, tarihi ve kültürel karakteri üzerinden aldığı iddia edilen İstanbul, bunun tasfiyesiyle beraber lüks konutlar, alışveriş ve eğlence merkezleri ile donatılıyor.

İstanbul, olduğundan çok farklı bir biçimde pazarlanmaya çalışılıyor. Bu pazarlık sürecinde de “kötü” olarak nitelendirilen ne varsa ya “temizleniyor” ya da üstü örtülüyor.

İşte burada İstanbul’u İstanbul yapan bütün kültürel değerlerinin üstünden buldozerler geçiyor. Enkaz temizlenirken onlarla beraber Sulukule, Balat da yok oluyor. İstanbul’a hayat veren işçi ve emekçiler kentin periferisine sürülüyor. Sulukule’de, Gülsuyu’nda, Aydos’ta, Tarlabaşı’nda, Güzeltepe’de vb. “kentsel dönüşüm” yalanlarıyla yıkımlar yapılıyor. Bunların yerlerine alış-veriş merkezleri, oteller, rezidanslar konduruluyor.

Emekçilerden finanse edilen bir başkent

Kültür Başkenti “temizlikleri” için milyarlarca lira harcanırken hatta sadece açılış etkinliği için 8,5 milyon lira bütçe ayrılmışken İstanbul’a hayat verenlerin beli daha pek çok zamla birlikte ulaşım zamlarıyla bükülüyor. Dahası “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı”nın (AKB) dev bütçesi yine işçi ve emekçilerden kesilen vergilerle oluştuğu düşünüldüğünde, bizlerden alınanlarla İstanbul yok ediliyor. Geçtiğimiz yıl 200 milyon TL olan bütçe, bu yıl 300 milyona, benzine, mazota, LPG’ye eklenen vergilerle ulaşıyor. İşçi ve emekçilerin hayatını biraz daha zorlaştıran ek vergilerle burjuvazinin hükümranlığını süreceği bir kent yaratılıyor.

Ve bu Kültür Başkenti’nde birkaç saat aralıksız yağan yağmur sele dönüşebiliyor. Yüzlerce insan evlerinden oluyor, onlarca insan yetersiz alt yapıdan kaynaklı katlediliyor.

Ve bu Kültür Başkenti’nde Bedrettinler para kazanmak için dilendiriliyor.

Ve bu Kültür Başkenti’nde işçi ve emekçiler üzerinde terör estiriliyor, hakları için direnen işçilere mesela itfaiye işçilerine Kültür Başkenti projesini yürütenler saldırıyor.

İsçi ve emekçiler için daha fazla yıkım demek olan “Avrupa Kültür Başkenti İstanbul”, burjuvazi için ise sınırsız tüketim ve onların kullanımı için tasarlanmış bir kent demek.


 

 

Sermaye düzeninde adaleti belirleyen burjuvazinin çıkarlarıdır!

Sermaye düzeninde devletin temel mekanizmalarından biri de burjuva hukukudur. Burjuva hukuku sermaye düzeninde sınıfsal çelişkileri perdelemenin ve sömürü çarkını devam ettirebilmenin temel bir aracı olarak kullanılmaktadır. Yasalar karşısında tüm yurttaşları kapsayan bir “eşitlik” kavramından söz edilerek kitleler aldatılmaktadır. En yalın ifadeyle ücretli emek sömürüsüne dayalı bu düzenden, ezen-ezilen sınıfları eşit gören bir hukuk beklemek ölüden gözyaşı beklemekle eşdeğer olmaktadır.

Tüm bunların yanısıra, burjuva hukuku öyle bir orta oyunudur ki, birgün önce “herkes yargı kararlarına uymak zorunda” diyen bir düzen temsilcisi, ertesi gün bir başka yargı kararının kendileri için bağlayıcı olmadığını dile getirebilmektedir.

Burjuva hukukunun egemenlerin çıkarları doğrutusunda her duruma göre nasıl farklı biçimlerde yorumlanabildiğini gösteren böyle örneklere sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle AKP hükümeti eliyle bu örneklere her gün yenileri eklenmektedir. Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı ulaşım zammı hakkındaki yürütme durdurma kararını yok sayması, düzenin adalet anlayışının ikiyüzlülüğünü ve pespayeliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 16 Kasım 2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere metrobüs ulaşımına %33’lük bir zam yapılmış, bu saldırıya karşı birçok ilerici-devrimci çevre eylemli bir tepkiyle zammı protesto etmişti. “Turnikelerden atlayarak geçme” vb. eylemleri de içeren bu tepki emekçilerin desteğini de yanına almıştı. Tüm bu eylemlere ek olarak, çeşitli kişi ve kurumlar tarafından İdare mahkemelerine, “zammın yürütmesinin durdurulması ve iptali” istemiyle davalar açılmıştı.

Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy’ın açtığı ve İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nde görülen dava da zamlarla ilgili 8 Ocak tarihinde “yürütmeyi durdurma” kararı verildi. 15 Ocak günü kamuoyuna duyuruldu.

Dava sonuçlanıncaya kadar işlemin yürütmesinin durdurulmasına hükmeden mahkeme kararında, dava konusu işlemin enflasyon oranları gibi bilimsel tespitlere dayanan objektif ölçütler içermediği, kapsamlı bir inceleme ve araştırmaya dayanmadığı, tamamen idarelere iç kaynak teminine yönelik olduğu ifade edilerek şunlar söylenmişti: “Toplamda yüzde 50’yi aşan, enflasyon oranının çok üzerindeki yüzde 33’lük bu zammın haklı gerekçeleri yoktur.”

İBB tarafından yapılan açıklamada ise 10. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararına karşı Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz edileceği belirtildi. “İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin durdurma kararı, metrobus hattının, üç ayrı hattın birleştirilmesinden oluştuğunu dikkate almamıştır” denilen açıklamada, on binlerce işçi ve emekçiyle dalga geçercesine, metrobüs ücretlerindeki artışın “zam” değil gerekli bir “düzenleme” olduğu dile getirildi. Ulaşımı parayla temin edilmesi gereken bir hizmet olarak gören neoliberal görüşün temsilcisi AKP’li belediye, “mahkeme kararının idari işlem yerine geçmediğini” belirterek zamları geri almayacağını açıkladı.

AKP eliyle ulaşım zamları üzerinden gelişen bu süreç, burjuvazinin kendi hukukunun belirlediği kuralları dahi uymadığını ya da bu hukuku keyfi bir biçimde uyguladığını göstermektedir.

Düzen içi dalaşmada yargının kendisine dokunmasına karşı “demokrasi havarisi” kesilen AKP, işçi ve emekçilere yönelik saldırıları hayata geçirmesini zora sokan yargı kararlarını ise bir çırpıda yok sayabilmektedir.

Aynı zamanda AKP hükümeti, işçi ve emekçilerin kararlı mücadelerine, düzen içi dalaşmalarına meze etme çabasındadır. Son olarak Bülent Arınç, ilaç sözleşmeleri anlaşmazlığı üzerinden Danıştay’ın eczacılar lehine karar vermesini örnek göstererek kimi yargı kararlarını “manidar” bulduğunu ifade etmiştir.

Tüm bu tartışmalar, sınıfsal temellerden arındırılmış bir adalet anlayışının mümkün olamayacağını bir kez daha göstermektedir. Sözkonusu örneklerde AKP hükümetinde cisimleşen ikiyüzlülüğün diğer burjuva kesimleri için de geçerli olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Sermaye devletinin bu saldırılarına ve ikiyüzlü aldatmalarına karşı işçi ve emekçilerin mücadelesi düzeni aşma perspektifiyle örüldüğü zaman kalıcı sonuçlara ulaşabilir.