<

03 Eylül 2010
Sayı: SİKB 2010/36

 Kızıl Bayrak'tan
Referandum sonrası yeni dönem…
Referandum aldatmacası sona erdi, sınıf mücadelesi sürüyor!
Baskı ve tehditlere rağmen Kürdistan’da boykot kazandı
HPG gerillalarının katledilmesi protesto edildi
Anadilde eğitim için
kampanya
Şerzan Kurt cinayetinde
polisten sahte tutanak
KPSS rezaletinin
faturası emekçiye kesildi!
UPS direnişinin kazanması için
UPS direnişi dayarnışma ile büyüyor...
İşçi ve emekçi hareketinden...
Tuzla’da umutları dirilten direniş: BETESAN
Zorlu mücadele süreci ve görevler
MİB’den MESS önünde
TİS eylemi!
İş kazaları ve
cinayetleri durmuyor
Kapitalizm geleceksizlik üretiyor
Filistin-İsrail temsilcileri doğrudan görüşmelere başladı
Fransa’da işçi ve emekçiler ayakta
Foxconn patronu konuştu: İnsan öğüten fabrikalarda “insan sevgisi”!
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri
Köln’de 12 Eylül sempozyumu ve
Yılmaz Güney anması
Kadın sözkonusu olunca sermaye devleti 3 maymunu oynuyor
Referandum sonuçları
üzerine…-M. Can Yüce
Tutsak BDSP’lilerden mektup.
Tekirdağ F Tipi’nde
hak ihlalleri sürüyor
Allianoi: Bir varmış, bir yokmuş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Referandum sonuçları üzerine…

M. Can Yüce

12 Eylül referandumu sonuçlandı, kısmi Anayasa değişikliği paketi hatırı sayılır bir çoğunluk oyuyla onaylandı. Böylece egemenler cephesindeki iktidar mücadelesi yeni bir aşamaya çıktı. Doğası gereği anılan iktidar savaşı, mantıki sonucuna doğru yol alamaya devam edecek, yeni “muharebe” ve çatışmalara konu olacaktır.

Referandum sonuçlarından sonra yapılan tartışmalarda yeni bir anayasa çalışmasından söz edilmesi, hedeflenen “sistemin” “başkanlık sistemi” olacağının dile getirilmesi, anılan “savaşın” yeni ve daha şiddetli aşamalarına işaret etmektedir.

Belli ki, “geleneksel” kanat, askeri ve yüksek yargı erki kan kaybetmeye devam ediyor; iç ve dış dengeler bunu koşulluyor, buna zemin sunuyor.

Kuşkusuz bu iktidar savaşının birçok açıdan etkileri ve sonuçları olacaktır. Bundan dolayı dikkatle takip etmekte ve değerlendirmeler yapmakta büyük yarar vardır. Yaklaşık bir yıl içinde genel seçimlerin yapılacak olması da anılan savaşın şiddeti ve derinliğini koşullamaktadır. Bunun ortaya çıkaracağı sonuçları değerlendirmek her zamankinden daha önem kazanmaktadır.

Daha da önemlisi bu referandumun Kürdistan açısından da ortaya çıkardığı önemli sonuçlar var. Bunlar üzerinde de durmakta yarar var.

Bir kez daha vurgulamakta yarar var: Egemenler cephesinde yaşanan çatışmanın ortaya çıkardığı sonuçlar ve etkiler vardır. Devletin, Kemalizm’in, ordunun, büyük yargı kurumları ve yargı bürokrasisinin tartışma konusu olması, bu tartışma sürecinde kaçınılmaz olarak yıpranması, devrimci yurtsever güçler açısından dolaylı etkileri oluyor, olmaya devam ediyor. Kürt sorunu konusunda ordunun, resmi çizgisinin ve genel olarak kurulu düzenin tartışma konusu olması, bir yönüyle anılan iktidar çekişmesiyle bağlantılıdır. Elbette belli yönleriyle, yoksa temel ve itici etken olarak değil…

Bunlar önemli ve her zaman altı çizilmesi gereken gerçeklerdir. Ancak bu iktidar çekişmesinin ekseninde “demokratikleşme” olduğunu sanmak, söylemek aslında kendi kendisini aldatmak anlamına gelmektedir. “Eski” etkisizleştirilirken ve “yeni” de henüz kurulma sürecinde olduğu için kimi boşlukların ortaya çıkması, “özgürleşme” alanlarının kısmen ve görece, daha çok da fiilen “genişlemesi” izlenmeye ve dikkate değerdir.

Ancak bu gerçekler, bu iktidar çekişmesinde taraf tutmak, onun veya diğerinin peşinde gitmek anlamına gelmiyor, tersine kendi bağımsız duruşunda ısrar etmeyi kaçınılmaz kılıyor. Doğru sonuçlar çıkarmak, çıkan sonuçları hakkıyla değerlendirmek ve bunların tümünden yararlanmak ancak bağımsız bir duruş ve stratejik bakış açısıyla mümkündür!

Bu kısa vurguyu yaptıktan sonra özellikle referandum sonuçlarının Kürdistan açısından anlamına kısaca bakabiliriz.

Bilindiği gibi, belli tereddüt ve kararsızlıklardan sonra BDP etkin “boykot” tutumunu uyguladı. Eğer oylama öncesinde AKP belli sözler verseydi, BDP’nin de tutumu farklılaşacaktı. Tutumu, ya etkin bir “evet” ya da “kitleleri kendi bireysel eğilimleriyle” baş başa bırakma tutumunu sergileyecekti.

Belirtmeye gerek yok ki, bu tutumun ilkesel bir yaklaşımla, stratejik bir bakış açısıyla ilgisi yoktu. “Pazarlık”, kimi talepleri kabul ettirme veya genel olarak düzene kabul edilme koşullarıyla belirlenecek bir tutumun, en yumuşak değerlendirmeyle günübirlik ve ilkesiz olduğu çok açıktır. Öncelikle tespit edilmesi gereken birinci nokta budur!

Ancak bu günü birlik ve ilkesiz yaklaşıma, stratejik bir ufuktan yoksun bu tutuma rağmen Kürdistan halkının belli başlı il ve ilçelerde etkin bir biçimde boykot tutumunu sergilemesi, çok önemli bir siyasal gösterge niteliğinde olmuştur. Başka bir ifadeyle nesnel ve politik olarak referandumdan çıkan sonuç, BDP’nin, PKK ve Öcalan’ın politik bakış açılarını, “boykot tutumlarının arkasındaki gerekçe ve beklentileri” aşan bir niteliğe sahiptir. Aslında bu, belli yönleriyle Kürt halkının bu düzene sığmadığını, sığdırılamayacağını ortaya koymuştur.

Devletten, sömürgeci düzenden kopuş çok açıktır, Hakkâri bunun en somut örneğidir! Diğer gelişmelerle birlikte bu referandum sonucu birlikte değerlendirildiğinde şu sorunun sorulmasının yeridir:

Devlet, açık ve çıplak şiddet aygıtı dışında Hakkâri’de var mı?

Bu soruya verilecek yanıt, aynı zamanda Kürt halkının TC ile ilişki ve çelişkilerinin geleceği hakkında önemli ipuçları verecektir.

Devletten kopuş çok açık ve nettir. Sorun ve soru şu: Bu kopuşun “geleceği” nasıl şekillendirilecek? Bağımsızlık, kendi kaderi üzerinde özgürce söz ve karar sahibi olma yönünde mi? Yoksa bu açık kopuşu bir pazarlık unsuru olarak kullanarak kendini kabul ettirme yönünde mi?

Egemenler cephesinde de Kürdistan’da yaşanan kopuş artık açıkça tespit ediliyor ve yüksek sesle ifade ediliyor. Onların içinde bir eğilim, “bu sorunu açıkça ve tüm seçenekleri ile tartışalım, gerektiğinde PKK ve Öcalan ile müzakere edelim, yeter ki bu kopuş süreci tersine çevrilsin” biçiminde somutlaşmaktadır. Bu eğilimin daha geniş bir taraftar bulma olasılığı da epey yüksektir.

“Bizim” cephede ise referandumla bir kez daha somut olarak ortaya çıkan kopuş ve onun şiddeti, bir pazarlık unsuru olarak kullanılmaya çalışılıyor. Fiili olarak “demokratik özerkliğin” ilanı ve halk nezdinde fiilen uygulanması, bir yönüyle kopuş sürecini derinleştirir, ama bir yandan da devletle yeniden “buluşmanın” kozu olarak kullanılacaktır!

Bu paradoksal politik durum, aslında nesnel olarak belli bir gelişme düzeyine gelmiş, devletten belli ölçülerde kopmuş Kürt halkının önündeki en önemli handikaplardan biridir. Bu engel aşılmadan, kopuşun tüketilmesi, çürütülmesi ve tersine çevrilmesi ciddi bir olasılık ve tehlike olarak durmaktadır…

14 Eylül 2010