Anayasa tartışmaları,
“bitaraf” ve “bertaraf”
12 Eylül faşizminin 30. yıldönümünde gerçekleşecek olan anayasa referandumu yaklaşırken düzen siyasetinin suları da ısınıyor. Kürt hareketinin boykot tutumunun da etkisi ile halen bıçak sırtı giden referandum tartışmalarında, meydanlarda demokrasi havarisi kesilen burjuva partilerin şefleri ise her geçen gün daha da hırçınlaşıyorlar.
Burjuva siyaset sahnesi tüm cephelerden hırçınlaşsa da her zamanki gibi en çok saldırganlaşan isim bir kez daha Tayyip Erdoğan oldu. 8 yıldır uyguladığı politikalar nedeniyle sahip olduğu kitle desteğinin sınırlı da olsa zayıflaması, daha da önemlisi yaptığı kısmi çıkışlar nedeniyle emperyalist şefler ve sermaye baronlarından aldığı desteğin azalması AKP şefinin hırçınlaşmasının en önemli nedenini oluşturuyor.
Emperyalist merkezlerden aldığı hizaya geçme uyarısına anında yanıt verse de AKP şefi halen hükümet olmaktan çıkarak gerçek bir iktidar gücüne dönüşme hevesinden vazgeçmiş değil. 10 yıldır sermaye baronlarının döne döne dile getirdiği anayasa değişikliği talebini seçimlere bir yıldan kısa bir süre kalmışken alelacele ve güdük bir şekilde gündeme getirmesinin altında da bu hevesi yatıyor.
Öyle ki emperyalist merkezlerden ve tekelci sermayeden aldığı büyük destekle 8 yıldır tek başına hükümet olan AKP şefi, aynı emperyalist merkezlerde Kılıçdaroğlu CHP’si ile alternatifinin yaratılmaya başlandığını gördükçe bir kez daha eski Kasımpaşalı üslubu ile meydanlarda boy gösteriyor. Geçtiğimiz hafta TÜSİAD’a anayasa referandumunda tutumunu açıkça ifade etmesi için çağrıda bulunarak “Bitaraf olan bertaraf olur!” diyen Erdoğan, TÜSİAD şahsında tekelci sermaye tarafından kendisine verilen desteğin devam edip etmeyeceğini öğrenmeye çalıştı.
TÜSİAD tarafsız mı?
TÜSİAD, anayasa referandumu tartışmalarında “Evet” veya “Hayır” yönünde açık bir tutum ifade etmiş olmasa da bu, Erdoğan’ın iddia ettiği TÜSİARD’ın tarafsız olduğu ve bertaraf olacağı anlamına da gelmiyor. Tam tersine TÜSİAD referandum sürecinden de önce başlayarak burjuvazi cephesinde anayasa tartışmalarında en net taraf olarak yer alıyor.
TÜSİAD’ın tutumu, 10 yıldır ısrarla dile getirdiği üzere sermaye önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılacağı yeni bir anayasanın hazırlanması yönündedir. 1980’de kendi ihtiyaçlarının ürünü olarak gündeme gelen anayasanın artık önünde büyük bir engele dönüştüğünü gören tekelci burjuvazi bu açıdan tüm ihtiyaçlarını karşılayacağı sıfır kilometre bir anayasa talep etmektedir. TÜSİAD’ın mevcut anayasa değişikliğine mümkün mertebe temkinli yaklaşmaya çalışmasının arkasında ise temelde bu yer almaktadır. Yaptıkları açıklamalarda da bu tutumu açık bir şekilde dile getiren TÜSİAD baronları, yapılacak kısmi düzenlemeleri yeni bir anayasanın hazırlanması sürecini sekteye uğratacağını, en azından bir süre de olsa gecikmeye neden olacağını düşünüyor.
TÜSİAD’ın bir diğer endişesi ile emperyalist merkezlerle paralele olarak AKP’nin emperyalizmin Ortadoğu politikalarında kendisine biçilen rolü oynayıp oynayamayacağı sorunudur. “Bölgesel güç olma” teraneleri ile devam eden bu tartışmada AKP tarafından yapılan kısmi çıkışlar her türlü gelişmeye gebe olan Ortadoğu coğrafyasında ABD emperyalizmi ile birlikte TÜSİAD baronlarını da endişeye sevk ediyor.
TÜSİAD-“İslami” sermaye çatışması
Tüm bunlarla birlikte AKP şeflerinin siyasal temsilcisi olduğu sermaye kesimi TÜSİAD’ı rahatsız eden bir diğer etken olarak dile getirilebilir. Ancak TÜSİAD, yer yer Doğan Holding’e karşı girişilen vergi cezası operasyonu gibi gelişmelerle bu rahatsızlığı daha ciddi olarak hissetse de, halen AKP’ye karşı belirgin bir rahatlık taşıyor. Zira 8 yıllık hükümetin en önemli icraatları, genel kanının aksine, tekelci sermayenin “İslami” kesimine değil TÜSİAD çevresine hizmet etmiştir.
TÜSİAD 600 üyesi ile ülke milli gelirinin %50’sini elinde bulundurmaktadır ve 2002-2007 yılları arasında Türkiye’nin en büyük sermaye grubu olan Koç Grubu’nun sahip olduğu mal varlığı tam 9 kat artmıştır. Koç’un sahip olduğu malvarlığı karşısında oldukça cüzi bir malvarlığına sahip olan “İslami sermaye” kesimlerinde ise bu artış ortalama olarak iki kat civarındadır. Yine AKP döneminde yapılan en ciddi özelleştirmelerde en kârlı kamu kuruluşları hep TÜSİAD baronlarına sunulmuştur. ATV ve birkaç enerji ihalesi gibi belli istisnalar yaşansa da “İslami sermaye” olarak adlandırılan bu kesimin gücü halen TÜSİAD baronları ile boy ölçüşmekten fazlası ile uzaktır. Bunun en son örneği elektrik özelleştirmelerinde yaşanmıştır. “İslami sermayenin” en güçlü temsilcilerinden AKSA Holding, BEDAŞ ve Gediz A.Ş. ihalelerinde, 2001 krizi ile ciddi oranda güç kaybeden Çukurova Grubu karşısında daha ilk rauntlarda elenecek kadar zayıf bir rakip olduğunu göstermiştir.
Bu nedenle TÜSİAD’ın İslami sermaye ile arasındaki çatışmayı fazla abartmamak yerinde olacaktır. Ama yine de TÜSİAD içinde bahsi geçen sermaye kesimine karşı bir rahatsızlık da vardır. Bu da daha çok orta ölçekli devlet ihalelerinden beslenen TÜSİAD’ın küçük ortaklarında yaşanmaktadır. TÜSİAD’ın belkemiğini oluşturan Koç, Sabancı, Çukurova, Anadolu, Doğuş, Doğan gibi büyük baronlar ise yakın bir tehdit olmamakla birlikte oluşturdukları konsensüsü bozacak yeni bir tekelci gruba doğal olarak temkinli yaklaşmaktadır.
Bir kez daha TÜSİAD-Tayyip çekişmesinin gerçek nedeni
Tüm bu gerçekler ışığında bakıldığında TÜSİAD’ın AKP hükümetine karşı temkinli yaklaşımının ve Erdoğan’ın TÜSİAD karşısında dayılanmasının temel nedeni AKP’nin gerçek bir iktidar gücüne dönüşüp dönüşemeyeceği ve yaklaşan seçimlerde TÜSİAD tekelci sermayesinin desteğinin hangi tarafa akacağı sorunudur. AKP arkasındaki desteğini çekme sinyalleri veren TÜSİAD karşısında Erdoğan, bir yandan “Bizimle kedi köpek gibi oynamak istiyorlar!” diyerek sızlanmakta, diğer yandan ise meydanlarda “Bu ülkeyi biz sermayenin hegemonyasına terk etmeyeceğiz!” diyerek şov yapmaya, kitle desteğine oynamaya devam etmektedir.
Her şeye rağmen bu çekişmenin son sözünü ise ABD emperyalizmi söyleyecektir. Ilımlı İslam modelinde AKP’ye ciddi oranda ihtiyaç duysa da Kılıçdaroğlu CHP’siyle giriştiği hazırlıkları sonuca ulaştırıp ulaştıramaması ABD’nin tercihini yapmasında esas faktör olacaktır. Bu hazırlıklara paralel olarak bugün daha temkinli tutumlar alan ve iki burjuva partisi arasındaki mesafeyi korumaya özen gösteren TÜSİAD da, ABD emperyalizminin tercihini netleştirmesi ile birlikte kendi tarafını çok daha açık bir dille ve yüksek sesle dile getirecektir. Tekelci sermaye tercihlerini netleştirdikten sonra ise Erdoğan’a ya yeniden TÜSİAD’a övgüler düzmek ya da yeniden içi boş nutuklar atmak düşecektir.
AKP’nin akil adamları iş başında
Erdoğan Kasımpaşalı üslubuyla göstermelik çıkışlar yapsa da AKP, bu gerilimi kaldıracak durumda değildir. Bu nedenle Erdoğan’ın çıkışını törpülemek bir kez daha AKP’nin akil adamlarına düşmüştür. İsrail sorununda gerçekleştirilen şovlarda görev alan Davutoğlu’ndan sonra, TÜSİAD geriliminde de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hızla dümen başına geçmiş, gerilen ilişkileri düzeltme çabasına girişmiştir. “TÜSİAD’ı kimse yok edemez. TÜSİAD, Türkiye’nin en saygın kurumlarından biridir” diyen Arınç, TÜSİAD’ı yok etmenin kimsenin haddi olmadığını ve bunu yapmanın mümkün de olmadığını itiraf etmekten çekinmemiştir.
Tüm dayılanmalarına rağmen, tüm sermaye hükümetleri gibi AKP’nin de gerçek kimliği budur. Tüm diğerleri gibi AKP’nin de hükümet olmaya devam etmesinin en temel koşulu emperyalistlere ve TÜSİAD gibi tekelci sermaye gruplarına sunacağı hizmetlerdir. Ekran başlarında ve seçim meydanlarında atılan hamasi nutuklar ise kaba bir orta oyunundan ibarettir. |