11 Haziran 2010
Sayı: SİKB 2010/23

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizme hizmet edenler ezilen halkların davasını savunamazlar!
Ankara’daki işbirlikçiler
Filistin sorununu iç ve dış politikanın aracı olarak kullanıyorlar!
Sermayesi kan olan stratejik ortaklık devam ediyor!
Uluslararası İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu gerçekleşti
Sempozyumda Türkiyeli sol hareketler tarafından sunulan ortak metin
İsrail katliamı protestolarından...
Barzani ziyaretinden yansıyanlar...
Kürt hareketi devlet terörünü kınadı
Karadeniz’de Kürt işçilere kıskaç
İşçi ve emekçi hareketinden..
ÇHD İStanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Zeycan Balcı Şimşek’le konuştuk...!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Haziran Ayı Toplantısı Sonuçları
Devlet Memurları Kanunu’nda yapılacak değişikliklere karşı mücadeleye!
Eğitim emekçilerinden atamalara karşı eylemler
Türk-İş işsizliğin
gerçek nedenini gizliyor!
SOKAK Üniversitesi’nde
son ders işlendi!
Kamp-Üs’ten Nazım Hikmet, Ahmed Arif ve Orhan Kemal anması..
BM Güvenlik Konseyi’nden
İran’a yaptırım karar
UPS direnişiyle
sınıf dayanışması büyüyor!
İsrail katliamı Avrupa’da
eylemlerle lanetlendi
İspanya’da kamu çalışanları grevi
Filistin, İsrail, Türkiye,
Kürdistan ve ikiyüzlülüğün sınırsızlığı - M.Can Yüce
Yağmur değil bu düzen bir felakettir!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sempozyumda Türkiyeli sol hareketler tarafından sunulan ortak metin...

Filistin davası davamızdır!

Filistin davası,  Türkiye sol hareketi açısından herhangi bir ülkede gelişen mücadeleyle gösterilmesi gereken enternasyonal dayanışmanın bir örneğinden ibaret olmamıştır. Türkiye sol hareketinin belli başlı geleneklerinin harcında Filistin kurtuluş hareketinin adıyla, mücadele stratejisi ve yöntemleriyle verdiği ilham önemli yer tutmaktadır.

Bu ilişki basit bir esinlenmenin ya da duygudaşlığın da ötesindedir. Bir silah arkadaşlığıdır. 1968’lerde yükselişe geçen ve daha sonra Türkiye solunun şekillenmesinde önemli yer tutacak olan anti-emperyalist gençlik hareketi, Filistin kurtuluş mücadelesini hem bir dayanışma cephesi hem de bir okul olarak görmüştür. Denizler, Mahirler, İbrahimler silahlı mücadeleye başlarken esinlendikleri en önemli kaynaklardan biri, Filistin özgürlük mücadelesidir.

Askeri eğitim kamplarına giderek Filistin Kurtuluş Örgütü saflarında silah tutan Deniz Gezmişler, silahlı mücadeleye başladıklarında örgütlerinin adını FHKC’den esinlenerek koyan ve ilk eylemlerinden birinde İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u hedef alan Mahir Çayan’lar… 1970’lerde başlayan bu bağ dönem dönem zayıflasa da her zaman varlığını sürdürmüştür.

***

Tüm bunların da ötesinde gerek Türkiye solu gerekse Türkiye halkları Filistin davasına özel bir yakınlık hissetmektedir. Bu yakınlığın, nostaljik göndermelerle anılan 1970’li yıllardaki mücadelelerin ötesinde, geçmişten geleceğe uzanan somut temelleri vardır.

Ezilen sınıflarla egemen sınıflar arasındaki çelişkinin Ortadoğu’daki açığa çıkış biçimi, bizleri Filistin davasına kayıtsız kalamayacağımız bir çatışmayla yüz yüze getirmiştir. ABD emperyalizmi ile ekonomik ve askeri bütünleşmeleri gereği, Ortadoğu’da İsrail’le stratejik ittifaklar kuran Türkiye egemenleri, kendi çıkarlarını İsrail ve ABD’nin çıkarları ile bütünleştirirken, Türkiye halklarının çıkarları da Filistin halkının çıkarları ile bütünleşmektedir.

İsrail ve Türkiye egemenlerinin stratejik ittifakını biçimlendiren şey, iktidarların niyeti ve söylemleri değil, hizmet ettikleri sınıfsal egemenlik ilişkileridir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki iki tarihsel ittifakını temsil eden İsrail ve Türkiye egemen sınıflarının politikalarına yön veren şey de bu bölgedeki emperyalist hâkimiyet planlarıdır.

Emperyalizm, Ortadoğu’yu enerji kaynakları ve ucuz emek potansiyeli ile talan etmek istemektedir. Bunun öncelikli gereği de Ortadoğu halklarına diz çöktürülmesi ve emperyalizm açısından sorun teşkil eden istikrarsızlık unsurlarının ortadan kaldırılmasıdır. İsrail’in işgal ve saldırı siyaseti bu diz çöktürme operasyonunun temel unsurlarından biridir ve bu nedenle de ABD emperyalizmi tarafından güvence altına alınarak süreklileştirilmek istenmektedir. ABD-Türkiye-İsrail askeri ittifakı bu çerçevede anlam kazanmakta ve ortak tatbikatlar, istihbarat paylaşımı, silah ticareti ve üretimindeki ortaklıklarla sürmektedir. 

Bu ittifak basitçe askeri alanda kalmamakta, sermaye hareketlerini de kapsamaktadır. Ortadoğu’nun enerji, su ve ucuz işgücü kaynaklarının emperyalist yağmaya açılmasında Türkiye ve İsrail sermayesi önemli hizmetler görmektedir. Enerji nakil hattı projeleri, uluslararası su ticareti projeleri, TÜPRAŞ’tan HES’lere enerji alanında özelleştirmeler, silah sanayi ve tarım gibi stratejik alanlarda Türkiye-İsrail sermayesinin özellikle 2000’lerde hız kazanarak gelişen ortaklıkları söz konusudur.

Bu emperyalist bağımlılık ve sınıfsal çıkarlar temeli Türkiye’de hükümet partilerinin, söylemleri her ne olursa olsun İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesi talebi karşısındaki tavizsiz tutumunu açıklamaktadır.

“Ulusal çıkar” bahanesine sarılan Türkiye hükümetleri, geçmişten bu yana bu ilişkileri ilerletmiştir. Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan hükümetleri döneminde İsrail-Türkiye askeri ilişkileri bir üst düzeye taşınırken Bülent Ecevit hükümeti döneminde Türkiye, İsrail Hava Kuvvetlerinin katılımıyla Konya’da Anadolu Kartalı kod adlı tatbikatların ilkini düzenledi. Türkiye parlamentosunda, hala varlığını sürdüren Türkiye-İsrail Parlamentolararası Dostluk Grubu, 183’ü AKP’li olmak üzere 289 parlamenter üyeliğiyle bütün hükümet dönemlerinde olduğu gibi AKP hükümetinin ilk yılında da oluşturuldu. Gazze saldırısının ardından birçok milletvekili bu gruptan istifa ederken, gerek AKP’li gerekse CHP’li kimi milletvekilleri grup üyeliğini ısrarla sürdürdü. Grubun başkanı AKP’li Nursuna Memecan, CHP’li Onur Öymen gibi isimler tuhaf gerekçelerle görevde kalmalarını açıklamaya çalışırken yoğun halk muhalefeti sonucu grup sessiz sedasız ortadan kalktı. AKP hükümeti ise İsrail’le tüm düzeylerdeki ilişkileri geliştirirken “Gazze’de kardeşlerimiz ölüyor; one minute!” söylemini başarılı bir ikiyüzlülükle iç politikaya yönelik olarak kullanıyor.

***

Türkiye ve Filistin sol hareketleri arasında 1970’li yıllarda kurulan sıcak ilişki de Türkiye-İsrail stratejik ittifakının henüz bu kadar olgunlaşmadığı ancak temellerinin atıldığı; iki ülke sol hareketlerinin ise yükselişte olduğu bir dönemin izlerini taşımaktadır.

Filistin ve Türkiye solunun ilişkileri 1980 sonrasında farklı bir boyut kazanmıştır. 12 Eylül darbesinin ardından önemli sayıda kadrosu yurtdışına çıkmak zorunda kalan Türkiye solu açısından başlıca adreslerden biri de Lübnan-Filistin alanı olmuştur. Filistinli devrimci örgütler, binlerce Türkiyeli devrimciyi misafir etmiş, çok kısıtlı imkânlarını paylaşmıştır. Bu dönem, Filistin halkıyla Türkiyeli devrimcilerin kader birliği yaptığı ve İsrail’e karşı omuz omuza savaştığı bir dönemdir. Özellikle 1982’de Lübnan’ın büyük bölümünü işgal edip Beyrut’u kuşatan İsrail’e karşı çok sayıda Türkiyeli devrimci Filistinli yoldaşlarıyla birlikte savaştı, şehit oldu veya tutsak düştü.

Kürt Özgürlük Hareketinin bölgedeki varlığı kesintisizce sürerken, Türkiyeli devrimcilerin çoğunluğu 1980’lerin ortalarına doğru bölgeden ayrılarak Avrupa ülkelerine gitti. Ancak 80’li yılların sonlarına doğru kimi yapılardan Türkiyeli devrimciler bir kez daha bölgeye gelip Filistinli yoldaşlarınca misafir edildi. Bu durum, 90’lı yılların ortalarına kadar sürdü. Dünyadaki ve bölgedeki siyasi koşullarda yaşanan değişiklerin bir sonucu olarak Ortadoğu (Türkiye dâhil) sol hareketleri gerilerken, kendi aralarındaki ilişkiler de zayıfladı.

Buna rağmen Türkiye solunun kolektif hafızasından ve mirasından Filistin davası silinmemiş, ilişkiler sınırlı ölçülerde sürdürülmüş, Türkiye solu Filistin hareketiyle yeniden gelişkin bağlar kurma fırsatını yakaladığında harekete geçecek bir niyeti daima canlı tutmuştur.

***

2000’li yıllar, emperyalist sistemin genel krizi içinde bir yandan sınıfsal çelişkilerin derinleştiği, bir yandan da emperyalist-kapitalist sistem karşısında solun yenilgi duygusundan sıyrıldığı gelişmelere sahne olmuştur.

Emperyalist saldırganlık tırmanışa geçmiş ve bu saldırganlık içinde kurulmuş olan ittifaklar pekişmiştir. Emperyalizm ve işbirlikçileri askeri, ekonomik ve politik araçlarını halklara diz çöktürmek, doğal kaynaklarını ve emeklerini sömürmek için seferber etmektedir.

ABD-Türkiye-İsrail ittifakı Filistin’de, Lübnan’da, Irak’ta, Kürdistan’da halklara karşı yürütülen savaşlarda ikiyüzlü bir şer ittifakı olarak daima birbirini kollamıştır. Irak’ın işgali öncesinde ABD askerlerinin Irak’a Türkiye üzerinden girmelerine izin veren tezkerenin çıkması için elinden geleni yapan egemen sınıflar kendi aralarındaki çatlaklar ve halk muhalefeti nedeniyle bunu başaramamıştır. Ancak daha sonra TSK ve parlamentodaki diğer partilerin de onayını alarak ABD askerlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin veren yeni tezkereler geçirmiş ve işgali desteklemiştir. Lübnan’da yenilen İsrail’i direnişçilerden korumak için bölgeye yerleştirilen BM Barış Gücü adı işgal kuvvetlerine, bölge halkı gözünde işgalcilere bir tür meşruiyet de kazandıracağı düşüncesiyle, Türkiye ordusu da katılmıştır. Gazze’yi vuran pilotlar Konya’da eğitilmiştir. Suriye’yi vuran İsrail uçakları Türkiye hava sahasını kullanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kürdistan’a yönelik sınır ötesi operasyonları ABD ve İsrail’in istihbarat desteği ile gerçekleşmekte, operasyonlarda daha fazla kan dökülmesi için İsrail’in insansız casus uçakları kullanılmaktadır. Köyleri bombalayan, Kürt çocuklarını sokak ortasında kurşunlayan Türk devleti; Kürt halkına karşı kullandığı vahşi yöntemlerinde İsrail’in akıl hocalığına başvurmuştur.

Bu kanlı ittifak Türkiye halklarının emperyalizmden bağımsızlık mücadelesini, barış mücadelesini, Kürt hareketinin özgürlük mücadelesini ve Filistin kurtuluş mücadelesini bütünleştiren bir zemin sunmaktadır. Düşman ortaktır, halkların özgürlüğü hedefi de ortaktır, bize düşen bu ortak mücadele gerekliliğini bilince çıkararak gerçek hayata taşımak, Ortadoğu’ya umut veren bir enternasyonalist, anti-emperyalist hattı örebilmektir.

Kanlı ittifak yalnızca askeri alanda değil ekonomik alanda da sürmektedir. Enerji kaynaklarının ve sektörünün emperyalist yağmaya açılmasında boru hattı projelerinden enerji santrallerine, HES’lere, TÜPRAŞ gibi dev rafineri tesislerinin özelleştirilmesine dek pek çok alanda Türkiye ve İsrail sermayelerinin uluslararası tekellerin projelerine eklemlendiği görülmektedir. Hatta egemenler İsrail sermayesine TÜPRAŞ hisselerini ve limanlarını yok pahasına Ofer grubuna satmıştır. Filistinlilerin suyuna ve zeytinine, yani yaşamına el koymaya çalışan işgalci zihniyet; Türkiye halklarının da derelerine ve topraklarına yönelik sermaye yağmasına ortak olmaktadır. İsrail sermayesi kimi zaman doğrudan ama daha çok da teknoloji, know-how ihracıyla ve finans kanallarıyla tarım ve su alanındaki yağmaya katılmaktadır. Türkiye’yi büyük ekonomik güç masallarıyla bir ucuz ve güvencesiz emek cehennemine çeviren Türkiye egemenleri, kapitalizmin en vahşi uygulamalarının kural haline geldiği “serbest bölgeleri” Filistinlilere barış götürecek proje diye sunmaya çalışarak bir halkın ezilmişliğini ve yoksunluklarını fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Bu serbest bölge projelerini de Ortadoğu’da emekçileri rakip haline getirip birbiri ile tehdit ederek daha ucuza çalışmaya razı etmek için kullanmaktadır.

Emperyalist saldırganlıktan güç alan bu sermaye ittifakı Filistinli ve Türkiyeli emekçilerin sermayeye karşı mücadelesini bütünleştiren bir zemin sunmaktadır. “Dünyanın bütün işçileri birleşin!” diyen bizlere düşen görev de bu enternasyonal mücadelenin somut örneklerini yaşama geçirebilmektir.

Böylesine kirli ve onursuz bir ittifak ilişkisi Türkiye siyasal iktidarı açısından da açıktan savunulabilir değildir. Önemli bir meşruiyet sorunu yaratmaktadır. İktidar bu politik krizi bastırabilmek için ikiyüzlü bir söyleme sarılmaktadır. Emperyalizmin bölgesel işbirlikçiliği gerçeği “bölgesel güç” söylemleri ile maskelenmeye çalışılırken, İsrail ile ilişkilerde de ekonomik, askeri, diplomatik ilişkilerin tavizsiz sürdürülebilmesi kitlelerin İsrail karşıtı duygularını okşayan demagojik şovlarla gerçekleşebilmektedir. AKP iktidarının, özel olarak da Tayyip Erdoğan’ın İsrail karşısındaki sözlü çıkışları kitleleri coşturmakta, gündem belirlemekte ve İsrail-Türkiye ilişkilerinin gelişimi bu illüzyonla gözlerden kaçırılmaya çalışılmaktadır. Suç ortaklığının dozu yükseldikçe, söylemin ve şovların da dozu yükselmektedir. Ancak son OECD oylamasında Türk devletinin İsrail’e en zor durumunda el uzatması gibi örnekler, bu şovların ne kadar işe yarayacağını da sorgulatmaktadır.

İsrail saldırganlığını sınırlandırmanın sözle mümkün olmadığına, bu sözlerin örttüğü gerçek ilişkilere son verilmesi gerektiğine inanan bizlere düşen görev, kanlı ittifakın sürmesine hizmet eden bu ikiyüzlü siyaseti teşhir etmektir.

Sonuç olarak günümüzde Türkiye ve Filistin sol hareketleri arasında pratik bir dayanışmayı dayatan nesnel bir çelişkiler zemini açığa çıkmıştır. İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesi talebiyle örgütlenen boykot kampanyası da bu pratiği örgütlemek açısından önemli bir olanak sunmaktadır. Mahirlerin, Denizlerin, Filistin ve Türkiye halklarının ortak kurtuluşu için çarpışmış sayısız devrimcinin anısına sahip çıkan bizler Filistin davasını bir nostalji unsuru ya da dış mesele olarak değil, Türkiye solunun öz davası olarak görüyor, “mücadeleniz mücadelemizdir” diyoruz.

Bu mücadeleyi yükseltmek bugün hem daha gereklidir hem de daha mümkündür. İsrail; kanla yazdığı tarihinde uluslararası hukuk ve sözleşmeleri de hiçe sayarak işgal ettiği Filistin topraklarındaki Filistin halkını tecrit altında tutmaya, her gün yeni katliamlara imza atmaya devam ediyor. Bir yandan da işgalini yaygınlaştırıyor, yeni yerleşimler açıyor, Batı Şeria’yı küçük parçalara bölüyor ve Filistinlileri bir açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkûm kılan ayrım duvarını büyütüyor. Yıllardır Gazze’de bir buçuk milyon Filistinliyi temel ihtiyaçlarından mahrum bırakarak insanlık tarihinin en utanç verici ablukalarından birini uyguluyor. Filistinli mültecilerin geri dönüşünü engelleyerek, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını elinden alıyor. İsrail hapishanelerinde on bini aşkın Filistinli esir, işkence ve tecrit uygulamalarına tabi tutuluyor. Aynı zamanda İsrail, Filistin halkının liderleri ve seçilmiş milletvekillerini hapse atarak Filistin halkının demokratik temsilini baltalıyor.

Tüm bunlarla birlikte hepimizin bildiği üzere geçtiğimiz hafta başında abluka altındaki Gazze’ye yardım ulaştırmak için yola çıkan filoya İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıda 9 insan hayatını kaybederken, çok sayıda insan da yaralandı. İsrail, katliamlarına bir yenisini daha eklemiş oldu. AKP hükümeti bu saldırı karşısında bildik tutumunu sürdürerek bir yandan sözde “sert” bir şekilde kınamış, NATO’ya şikayet etmek gibi trajikomik yollara başvurmuş, diğer yandan da somut hiçbir adım atmamıştır. AKP hükümetinin diplomatik şovlar dışında hiçbir şey ifade etmeyen ikiyüzlü tavrının benzer bir yansımasını da CHP’de görmek mümkündür. İsrail’in kınanmasından, diplomasinin yetersizliğinden dem vuran, bir yandan da ilişkilerin zedelenmemesi için dikkatli olunmasını isteyen CHP, “işte van minütün sonucu” diyerek acizliğini sergilemiştir.

Bu katliam aynı zamanda önemli bir tepkiyi de açığa çıkardı. Bu tepkiden hareketle Filistin’in özgürlüğü için mücadeleyi yükseltmek ve Siyonizmle suç ortaklığını hedeflemek hem zorunludur hem de mümkündür.

Mücadelenin çok çeşitli biçimleri olduğu aşikâr. Filistin için İsrail’e karşı boykot da Siyonist saldırganlık, ayrımcılık ve işgal karşısında bir dayanışma stratejisi olarak büyük önem taşımaktadır. Ortadoğu’nun tümünü gözeterek ve Ortadoğu halklarının çıkarlarının önceliğini halkların kardeşliği ekseninde ilke edinerek Türkiye-İsrail devletleri arasındaki ittifakı hedef almak Filistin’le dayanışmada bize düşen bir görevdir. Bu görevin yükü ve onuru omuzlarımızdadır.

Her yer Filistin, hepimiz Filistinliyiz!

(Alınteri, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Demokratik Haklar Federasyonu, Emek ve Özgürlük Cephesi, Emekçi Hareket Partisi, Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği, Halk Cephesi, Halkevleri, Kaldıraç, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Partizan, Sosyalist Dayanışma Platformu, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Gelecek Parti Hareketi, Sosyalist Parti, Sosyalist Umut, Toplumsal Özgürlük Platformu, Türkiye Gerçeği, Ürün Sosyalist Dergi, Yeşil ve Sol)


 


Devrimci ve ilerici kurumlardan Filistin’deki özgürlük mücadelesini büyütme çağrısı...

Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin, devrimci ve ilerici kurumların da katılımıyla Muammer Karaca Tiyatrosu’nda düzenlediği “İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu”nun ilk günü programının ardından eylem gerçekleştirildi. İstiklal Caddesi boyunca gerçekleştirilen yürüyüşle İsrail’e karşı boykot çağrısı yapıldı. Eyleme Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Politik Büro üyesi Abu Ahmad Fuad ve İsrail Ürünlerini Boykot Yanlısı Yahudiler’den Mike Cushman katıldı.

Muammer Karaca Tiyatrosu önünde kortej oluşturarak Taksim Meydanı’na gerçekleştirilen yürüyüşte “İsrail’le tüm ilişkiler kesilsin / Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi” pankartı açıldı.

Basın açıklaması öncesinde, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Politik Büro üyesi Abu Ahmad Fuad bir konuşma yaptı. Fuad, Filistin halkının yanında duruşundan dolayı Türkiye devrimci hareketini selamladı. “Filistin halkının kurtuluşu için hep beraber mücadele edeceğiz” diyen Fuad, Ortadoğu halklarına karşı saldırıların her geçen gün artarak devam ettiğini belirtti. Boykot çağrısını yükseltme gerekliliğini dile getirdi.

Fuad’ın konuşmasının ardından, Jews for Boycotting Israeli Goods (J - BIG) / İsrail Ürünlerini Boykot Yanlısı Yahudiler’den Mike Cushman bir konuşma gerçekleştirdi. Cushman, İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu için Londra’dan geldiğini, İsrail ürünlerini boykot eden bir örgütten geldiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Bugün burada yalnız, Mavi Marmara’da öldürülenler için değil, Filistin ile dayanışmak ve Filistin’de yaşanan cinayetlerin hesabını sormak için toplandık”

Konuşmaların ardından basın açıklamasını Nicola Saafin gerçekleştirdi. Saafin, yaşanan katliamın aynı zamanda önemli bir tepkiyi de açığa çıkardığını belirterek, bu tepkiden hareketle Filistin’in özgürlüğü için mücadeleyi yükseltmenin ve siyonizmle suç ortaklığını hedeflemenin hem zorunlu hem de mümkün olduğuna dikkat çekti.

İsrail elçiliğinin kapatılmasını, hükümetin ikili anlaşmaları iptal etmesini talep eden Saafin, bu anlaşmalar uyarınca şimdiye kadar yürütülen bütün gizli faaliyetlerin, İsrail’in bu topraklarda gerçekleştirdiği örtülü tüm operasyonların açıklanmasını istedi.

Eylemde, Alınteri, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Demokratik Haklar Federasyonu, Ekim Gençliği, Emek ve Özgürlük Cephesi, Emekçi Hareket Partisi, Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği, Halk Cephesi, Halkevleri, İşçi Cephesi, Kaldıraç, Öğrenci Kolektifleri, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Partizan, Sosyalist Dayanışma Platformu, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Gelecek Parti Hareketi, Sosyalist Parti, Toplumsal Özgürlük Platformu, Türkiye Gerçeği, Ürün Sosyalist Dergi, Yeşil ve Sol, Sosyalist Umut, EMEP ve Türkiye Komünist Partisi yer aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul