9 Ocak 2009 Sayı: SİKB 2009/01

  Kızıl Bayrak'tan
  Siyonist vahşet, dinci ikiyüzlülük ve
devrimci sorumluluk
  Hiçbir güç direnen halklara diz çöktüremez!
Siyonist cellatlar bir kez daha işbaşında!..
Kriz karşıtı eylem ve etkinlikler…
2008 yılı eylem ve direnişlerle geçti!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Emperyalist-siyonist vahşete karşı öfke beş kıtaya yayıldı…
  İnkarcı rejimin Kürtçe televizyon manevrası
  Ünsa’da yeniden işgal
ve gözaltı!
  BDSP ve OSİM-DER’den direniş ziyaretleri!
  Sinter Metal direnişinin başarısı için!..
  2. Ümraniye İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk...
  Faşist devlet 2008’de cinayetlerine
ara vermedi!
  Gençlik hareketinden…
  Ekim Gençliği’nin “Geçit Yok!” kampanyası sona erdi…
  Siyonist saldırganlık dünyanın dört bir yanında lanetlendi!
  Gazze’de işgal ve vahşet… - M. Can Yüce
  Gazze’ye varamamış
bir babanın kızına
vasiyeti - Yüksel Akkaya
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD, İsrail, Türkiye…

Sermayesi kan olan bir
“stratejik ortaklık”

Gazze siyonist İsrail tarafından bir kez daha yakılıp yıkılırken, Filistin bir kez daha baş eğmemenin ve direncin sembollerinden biri olarak dünya halklarına örnek olurken, yüzlerce insanın hayatına mal olan bu insanlık suçu, sermayesi kan olan bir “stratejik ortaklığın” suç çetelesine eklendi.

Gazze’nin bombalanmasından önce İsrail Başbakanı Olmert’in Türkiye’yi ziyaret etmesi ise, Erdoğan’a göre bir ortağın diğerine yapmış olduğu sıradan bir ziyaretti. Fakat bu ‘tesadüfler zinciri’ yeni değildi. 2001 yılından bu yana 15 kez düzenlenen Konya Hava Üssü’ndeki Türkiye-İsrail-ABD ortak hava tatbikatları da öyle. Tatbikatların sonuncusu ise Konya Hava Üssü’nde 9 Eylül 2008 tarihinde yine İsrail’in “aktif katılımıyla” gerçekleşti. Hatırlanacağı üzere 3 Eylül 2007’de başlayan 14. tatbikatın gecesinde de İsrail uçakları Suriye’ye ufak çaplı bir bombardıman düzenlemiş, İsrail uçaklarının Konya Hava Üssü’nden havalandıkları görgü tanıklarınca teyit edilmiş, öteki kanıtlar da bunu doğrulamıştı.

Kısacası İsrailli pilotlar, Gazze’ye yönelik hava saldırısı öncesinde Konya Ovası’nda eğitim uçuşları yapmıştı. Pilotların Konya‘daki eğitimi, 1996 yılında imzalanan anlaşma kapsamında hala devam ediyor.

Keza aynı günlerde yani Gazze katliamından bir gün önce, İsrail ve Türkiye arasında bir başka anlaşma daha yapılmıştı. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’e, düzenlenen basın toplantısında bir gazeteci, İsrail ile yapılan yaklaşık 167 milyon dolarlık silah alımı anlaşmasının iptal edip edilmeyeceğini sormaktaydı. Çiçek ise soruya, İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden saldırıları ile bu konu arasında bir bağlantı kurulmaması gerektiği mealinde bir yanıt vermekle yetinmekteydi.

Bu anlaşmayı ortaya çıkaran ise, anlaşmayı imzalayan İsrailli firmaların, kendi basınlarına Türkiye ile yaptıkları silah anlaşmasını duyurmalarıydı.

Filistin’de kan akarken, İsrail’in “stratejik ortağı” olan işbirlikçi sermaye iktidarının Filistin halkını arkadan hançerlemesi bu kadarla da sınırlı değildi elbette. Envanterindeki 170 adet Amerikan M60 A1 tanklarının yenilenmesini öngören yaklaşık 1 milyar dolarlık tank anlaşması, yine İsrail’in Filistin halkını katliam saldırıları düzenlediği 2002 yılında yapılmıştı.

17 Temmuz 2008’de İsrail’le yapılan bir başka anlaşma daha basına yansımaktaydı. Ankara’da bir araya gelen Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İsrail Ulusal Altyapı Bakanı Binyamin Ben Eliezer, Akdeniz Boru Hattı için fizibilite yapılmasına karar verilen imzayı birlikte atıyorlardı. Bu anlaşma için Güler, “Faaliyetler giderek hız kazanıyor. Hat sadece ekonomik boyut taşımıyor. Bölgenin istikrar ve barışına da önemli katkılarda bulunacak” demekteydi.

Kuruculuğunu ve yöneticiliğini Amerikan emperyalizminin yaptığı bu “stratejik ortaklığın” geçmişi ise daha eskiye dayanmaktadır. 1948’de kurulan İsrail’i, 28 Mart 1949’da tanıyan Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk “müslüman” ülke olmuştur.

İsmet İnönü, 1 Kasım 1949’da Meclis açılış konuşmasında “İsrail’in bölgede bir barış ve istikrar unsuru olacağını” ifade ederek, Türkiye ve İsrail arasında 9 Mart 1950’de diplomatik ilişkilerin kurulmasının zeminini hazırlamıştır. Böylece İsrail’in Washington, Paris ve Londra’dan sonra dördüncü askeri ataşesi de Ankara’da göreve başlamıştır. Aynı yıl 4 Temmuz’da iki ülke arasında imzalanan Ticaret ve Ödeme Anlaşması ile de ekonomik ilişkilerin önü açılmış, 5 Şubat 1951 tarihinde ise, İsrail’le Hava Ulaştırma Anlaşması imzalanmıştır.

28 Ağustos 1958’de Ankara’ya İsrail Başbakanı Ben Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir’in gizliden gelişi ise ilginçtir. Dünya kamuoyuna bu ziyaret İsrail Havayolları el-Al uçağında meydana gelen teknik bir arıza şeklinde yansıtılır. Ben Gurion ve Menderes’in gerçekleştirdiği gizli görüşmeler sonucunda, Türkiye ile İsrail arasında Sovyetler Birliği’nin gelişen etkisine ve Ortadoğu’daki ulusal kurtuluş hareketlerine karşı gizli bir ittifak anlaşması imzalanır. Anlaşma kapsamında gizli askerî ziyaretler, gizli askerî tatbikatlar, istihbarat paylaşımı ve silah sanayii işbirliği olmak üzere çeşitli faaliyetler yürütülür. Böylece Türkiye, İsrail’in önerdiği Çevresel Pakt’a İran’la birlikte (Şah dönemi) dâhil olur. Üye ülkeler arasında Trident denen bir istihbarat ağı oluşturulur. 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliği baskınında ortaya çıkan evraklardan biri de, Türk istihbarat teşkilatı MAH (MİT’in eski adı), İran istihbarat teşkilatı SAVAK ve İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD arasında 1958 yılında ‘Trident’ adı verilen bir işbirliği anlaşmasının imzalandığını ortaya çıkaracaktır.

Türkiye ile askerî ilişkiler, İsrail’in o döneme kadar bir başka ülke ile kurduğu (ABD dışında) ilk ve tek askerî ilişki olma özelliği taşımaktadır. O döneme ilişkin araştırmalarda Türk ve İsrail askerî yetkililerinin mümkünse Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı toplantılarla yılda iki kez düzenli olarak görüştükleri anlatılır. Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Yitzhak Rabin, Türkiye ile ilişkileri “özel ilişkiler” olarak adlandırmaktadır.

1960-70’li yıllar ve sonrası ise dünya ölçeğinde yükselen ulusal kurtuluş hareketlerinin, toplumsal muhalefetin ve ek olarak Filistin kurtuluş hareketinin etkileri sonucu, İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerde gelgitlerin yaşanmasına neden olmuştur. Buna Amerikan emperyalizmin “yeşil kuşak” projesinin Türkiye’ye yansıması da eklenebilir. Bir süre daha devam eden bu kendi içindeki doğal gelgitler, Amerikan emperyalizminin yeniden müdahalesiyle ‘90’lı yıllarda rayına oturur ve o meşhur “staratejik ortaklık”, yani üçlü şer ittifakı programlı bir şekilde hayata yeniden geçirilir.

Kasım 1994’te gerçekleşen ziyaret ile İsrail’e giden ilk Türk Başbakanı olan Tansu Çiller, istihbarat paylaşımı ve terörizmle mücadele alanlarında İsrail’e işbirliği önermesiyle ilişkiler yeni bir boyut kazanır. İki ülke arasında birçok antlaşma yapılır. Bunlar arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Fantom uçaklarının, İsrail Havacılık Endüstrisi tarafından modernize edilmesini kapsayan antlaşma da bulunmaktadır.

31 Mart 1994 Güvenlik Gizlilik Anlaşması ile 23 Şubat 1996’da imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması, iki ülke arasındaki ilişkilerin “stratejik ittifak” düzeyine yükseldiğinin göstergesi olmuştur. “Stratejik ittifak”, 28 Ağustos 1996 Savunma Sanayii İşbirliği Anlaşması ve 14 Mart 1996 Serbest Ticaret Anlaşması ile teyit edilmiştir.

İsrail ile askeri anlamda çok önemli olan Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması 54. hükümet zamanında 28 Ağustos 1996’da imzalanmıştır. 1996’da İsrailli şirketler, yarım milyar dolar değerindeki Türk Hava Kuvvetleri’ne ait 54 F-4 uçağının modernizasyonu ihalesini kazandı. İsrail ile sürdürülen ilişkiler çerçevesinde, İsrail Türkiye’ye tank satacak, ortaklaşa füze üretiminin yanı sıra, Türkiye 48 F-5 savaş uçağının modernizasyonu işini de İsrail’e verecekti.

İki ülke arasında askeri ilişkilerindeki diğer önemli adım, 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması olmuştur. Bu anlaşmanın kapsadığı işbirliği konuları şunlardır:

- Askeri eğitim alanında karşılıklı bilgi ve deneyimlerin değişimi,

- Askeri akademiler ve karargahlar arası karşılıklı ziyaretlerin yapılması,

- Savaş gemilerinin karşılıklı ziyaretler yapması,

- Askeri, sosyal ve kültürel alanlarda bilgi ve personel değişimi ile askeri tarih, müze ve arşiv konularında işbirliği,

- Ortak eğitim yapılması,

- İki ülke istihbarat birimlerinin işbirliği yapması,

- İsrail ve Türk donanmalarının Akdeniz’de ortak tatbikat düzenlemeleri,

- İsrail uçaklarının eğitim amaçlı olarak Türk hava sahasını kullanması.

İsrail ile yapılan kirli antlaşmaların artışının dinci gericilikleriyle nam salmış sermaye hükümetleri dönemine gelmesi ise bir diğer dikkat çekici konu olmaktadır.

Refah Partisi’nin koalisyon hükümetleri bir önceki hükümetin imzaladığı 13 anlaşma rekorunu geçerek, bir yılda İsrail ile 20 farklı anlaşmaya imza atmıştır.

2002 yılında iktidara geldikten hemen sonra İsrail’le daha önceki hükümet döneminde yapılan 700 milyon dolarlık tank modernizasyonu ihalesine yeşil ışık yakan AKP iktidarı, İsrail’den silah alımı konusunda yıllık ortalama 400 milyon dolarlık toplamla önceki hükümetleri de geride bıraktı. Bu projeler arasında en önemlisi ise 2004 yılında alımı yapılan Heron’lar yani “casus uçaklar”dı. AKP, İsrail’e sadece Heron alımında 183 milyon dolar ödedi.

15 Temmuz 2004’te Türkiye ile İsrail arasında Ehud Olmert’le Ankara’da, tarımdan tohumculuğa, hayvancılıktan sulamaya, kimyadan enerjiye, telekomünikasyondan turizme, güvenlik ve çevre teknolojilerinden danışmanlığa kadar, oldukça geniş bir alanda işbirliği ve ticaret geliştirilmesi anlaşmaları imzalandı. Türkiye, 2007 yılında Kudüs’te İsrail ile başlayan ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini karara bağladı. Ehud Barak, aynı dönemde, anlaşmaların “teröre karşı ortak mücadele” kapsamında olduğunu söylüyordu. İsrail’in “terörist örgütler listesi”nde Hamas, Hizbullah ve FHKC gibi örgütler varken, AKP hükümetiyse konuyu “PKK ile mücadele” şeklinde sundu, anlaşmanın Türkiye’ye getirdiği yükümlülükler ise saklandı.

13 Kasım 2007’de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Cumhurbaşkanı Gül’ün “davetlisi” sıfatıyla Türkiye’ye geldi ve TBMM kürsüsünde konuşma yaptı. Peres’in konuşması AKP’ye göre “barış için bir katkı” olacaktı, ancak İsrail Cumhurbaşkanı, barış mesajı vermek yerine İran’ı suçlamaktaydı.

Türkiye’nin İsrail’in çıkarına olan bir icraatı da Lübnan’a asker göndermesiydi. 261 kişilik Türk İstihkâm İnşaat Bölüğü’nü İsrail’in, yani “stratejik ortağının” hizmetine sunmakta bir sakınca görmedi. Gelişmeyi sevinçle karşılayan İsrail Başbakanı Ehud Olmert, “Türkiye’nin Ortadoğu’da örnek ülke” olduğundan bahsetti. Oysa İsrail’i yenilgiye uğratan Hizbullah “barış gücü” askerlerine sıcak bakmıyordu, çünkü bu birliklerin ilk görevi Lübnan hükümeti dışındaki birlikleri, yani Hizbullah‘ı silahsızlandırmaktı. Eklemek gerekir ki 3 Ağustos 2008’de Lübnan’da kalacak birliklerin görev süresi şimdilik bir yıl daha uzatıldı.

Ve son olarak Türkiye’nin 2008 yılı itibariyle İsrail arasındaki ‘ticaret hacmi’ yaklaşık 2.6 milyar dolardır. Türkiye-İsrail arasındaki askeri ilişkinin parasal boyutu ise 1.8 milyar dolar civarındadır.

Tüm bunlar, Gazze’de akıtılan Filistin halkının kanında hayat bulan “stratejik ortaklığın” sonuçlarına birkaç örnektir sadece. Türkiye’nin işbirlikçi sermaye iktidarının ellerindeki kanı saklama çabası boşuna. Sözde barış girişimleri suç ortaklıklarını gizlemeye yetmeyecek. Dünya halklarının hafızasında ABD, İsrail ve Türkiye’nin “stratejik ortaklığı” şeytan üçgeni olarak kalacak. Emperyalizm ve siyonizm yenilecek, direnen halklar kazanacak.