1 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Geçici olmaya mahkum gerici uzlaşma!
   Kontrgerillanın pislikleri devrimcilere bulaştırılmaya çalışılıyor
Ergenekon soruşturmasıyla rejimi aklama çabaları…
Ergenekon ve sol: Ne yapmalı? - Yüksel Akkaya

Kontrgerilla düzeninden hesabı emekçi ve ezilen halklarımız soracaktır!

Güngören’deki saldırı lanetlendi…
  Birleşik Metal-İş taslağı işyerlerinde açıklıyor…
  Türk-İş bürokratlarının sınıfa ihanette, sermayeye hizmette 56. yılı…
  Düzce DESA işçileriyle direniş üzerine konuştuk...
  Kapitalizmin krizi derinleşiyor...
Grev ve direnişler dünyanın
dört bir yanına yayılıyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ve TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun ile konuştuk...
  Uzel’de yaşananlar...
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  ‘96 Zindan Direnişi selamlandı…
  Bültenlerden...
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu’ndan açıklama:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dünya işçi ve emekçi hareketinden…


Brezilya’da havaalanı işçileri greve hazırlanıyor!

Brezilya’da ana havaalanlarının yönetiminden sorumlu Brezilya Havaalanları İdaresi Infraero işçileri 30 Temmuz’da greve gitme kararı aldılar.

Brasilia’da 24 Temmuz gecesi yapılan toplantıda Infraero ile işçiler arasında Infraero yönetim kurulunun değişmesi konusunda bir anlaşmaya varılamaması üzerine sendika grev kararı aldı. Grevin ne zaman sona ereceği belirsiz.

Çeşitli sınavları geçerek işe giren işçiler, yönetim kurulunun Infraero ile özel anlaşmalar imzalayan yabancılardan oluştuğunu söylüyorlar ve değişmesini talep ediyorlar.

İşçilerin talepleri arasında ücret artışı, izinler ve yılbaşı ikramiyeleri de yer alıyor. Rio de Janeiro ve Sao Paulo uluslararası havalimanları gibi pek çok havaalanı greve katılacak. Sendika başkanı Francisco Lemos, çok az sayıda personelin havaalanlarının güvenliğini sağlamak için çalışacağını ifade etti.


Fildişi Sahilleri’nde genel grev!

Kakao üretiminde dünyada birinci sırada bulunan Batı Afrika’daki Fildişi Sahili Cumhuriyeti’nde, Fildişi Sahili İşçileri Sendikası, hayat pahalılığını protesto etmek için 31 Temmuz gününden başlamak üzere genel grev çağrısında bulundu.

Geçen hafta yapılan grev sonucunda ülkenin ticari ve finansal merkezi olan Abidjan şehrinde ulaşımda aksaklıklar meydana gelmiş ve polisle eylemciler arasında çatışmalar yaşanmıştı. Ancak grev kakao sanayiini pek fazla etkilememişti.

Fildişi Sahili İşçileri Sendikası Genel Sekreteri, “Merkezi sendikamıza üye olan tüm işçileri 31 Temmuz’da başlamak üzere genel greve katılmaya çağırdık” dedi. Benzin istasyonlarında petrol fiyatlarının düşürülmesini ve kamu hizmetlilerinin ücretlerinin arttırılmasını istediklerini söyledi. Sendikasının yaklaşık 400 bin üyesi bulunuyor.

Geçen hafta grev kararını alan sendika liderleri Başbakan Guillaume Soro ile yaptıkları görüşmede kriz üzerine bir tartışma gerçekleştirmişlerdi. Görüşmenin ardından hükümet yetkilileri dizelin sabit fiyatının düşürülmesi ve yol vergisinin ödeme tarihinin geciktirilmesi gibi bir takım önlemler alacağını söylemişti. Soro, imtiyazların ülkeye 477.9 milyon dolara mal olacağını fakat bakanların maaşlarının kesilerek bunun dengeleneceğini söyledi.


Güney Afrika’da 25 bin işçi alanlardaydı

Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’da 25 bin işçi ve emekçi Sendikalar Birliği Cosatu’nun çağrısına uyarak alanlara çıktı. İşçiler enerji fiyatlarındaki yüzde 27.5 oranında artışı protesto ettiler. Ülkede son bir yıldır besin maddelerine yüzde 16.8, benzine ise yüzde 35.6 oranında zam yapılmıştı.

Güney Afrika’da maden işçileri ve VW işletmelerinde çalışan işçiler iş bıraktılar.


Kenya’da liman işçileri grevde

Kenya’nın Mombasa kentinde 4 bin liman işçisi 21 Temmuz’dan bu yana grevdeler. İşçiler, 7 gün vardiya sistemi ve mesailerin ödenmemesi üzerine greve gittiler. Grev nedeniyle limanlarda yükleme yapılamadı. Liman dairesi grevci işçileri işten atmakla tehdit ediyor.


Kolombiya’da madenciler kazandı

Kolombiya’nın kuzeyinde Pribbenow maden ocağında 3.500 işçinin 17 Temmuz’da başlattıkları grev madencilerin kazanımı ile sonuçlandı. Madenciler iki yıllığına yüzde 9.1 ücret zammı aldılar.  Maden ocağı Amerikan tekeli Drummond’a ait ve ayda 2 milyon ton kömür çıkarılıyor.


Almanya: Lufthansa çalışanları grevde!

Lufthansa çalışanları 28 Temmuz tarihinde greve çıktılar. Grev öncesinde yapılan oylamada çalışanların  yaklaşık %90.7’si grevi onayladı. Ver-di yaklaşık 34.000 yer ve 14.000 kabin personeli için % 9.8 zam talep ediyor.

Lufthansa yönetimi ise bu taleplere karşılık % 6.7 zam ve  bir kereye mahsus bir ödeme yapmak istiyor. 23 senedir ilk defa yapılan süresiz grev tüm Alman havaalanlarını kapsayacak şekilde planlanıyor. Almanya’nın en büyük havayolu olan Lufthansa günlük yaklaşık 2 bin uçuş gerçekleştiriyor. 2007 yılında 1.7 milyar Euro kar yapan tekel  bir önceki senenin karını ikiye katladı. Grevin sadece Lufthansa’da değil aynı zamanda Lufthansa’ya bağlı kardeş şirketlerini de içine alacak biçimde büyütülmesi öngörülüyor.

Fransa’da sınıfın kazanımlarına saldırı

Fransa’da işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırılar sürüyor. Bunlardan biri de 23 Temmuz akşamı Fransa Senatosunun kabul ettiği “ekonominin modernleşmesi” yasası oldu. Yeni yasa ile 35 saat çalışma haftası rafa kaldırılıyor. Çalışma bakanı bu değişiklik ile artık işverenlerin fazla mesai ile bloke edilmeyeceğini savunuyor! Sendikalar ise bu yasa ile geçtiğimiz yüzyıla geri dönüldüğünü vurguluyorlar. 35 saatlik çalışma haftası 10 yıl önce uygulanmaya başlanmıştı ve Fransız işçi hareketinin en büyük kazanımlarından biri olarak görülüyordu.

Yeni yasa ile grev kuralları da değişti. Buna göre sendikalar işçileri sadece belli ön koşulların mevcut olması durumunda greve çağırabilecekler.

İşsizler için daha sert uygulamalar getirilecek. Bundan böyle işsizler kendisine gösterilen iki işi kabul etmemesi durumunda, aldıkları yardımlar kesilecek. Yasa sonbaharda uygulamaya konulacak.

Sarkozy 2007’deki seçim propagandasında daha fazla kazanmak için “daha fazla çalışmak” sloganını atıyor, haftalık 35 çalışma saatinin Fransız ekonomisi için felaket olduğunu vurguluyordu.

Sendikalar, sol parti ve örgütler yasa paketini protesto çağrısında bulundular.


Kuveyt’te 5 bin işçinin süresiz grevi

Kuveyt’te 20 Temmuz’dan bu yana 5 bin Bangladeşli işçinin süresiz grevi devam ediyor. Bakanlıklarda, işyerlerinde ve konsolosluklarda temizlik işinde çalışan işçiler düşük ücrete karşı greve başladılar. İşçiler ayrıca iş saatlerinin azaltılmasını da talep ediyorlar.


Renault Avrupa’da 5 bin işyerini tasfiye ediyor!

Renault araba tekeli Avrupa’da 5 bin işyerinin tasfiyesini planlıyor. Gerekçe olarak Fransa dışında  Batı Avrupa’daki satışların %4.6 düşmesini, hammadde fiyatlarının yükselmesini ve ekonomik krizi gösteriyor. Oysa, dünya çapında satışların %4.3 oranında arttığı ve %37’lik bir kar oranının olduğu söyleniyor.


İtalya’da göçmenlere saldırı!

Irkçı Berlusconi’nin Nisan ayında 3. kez iktidara gelmesinin ardından göçmenlere karşı saldırılar boyutlandı. 24 Temmuz günü İtalyan Parlamentosu’nda oy çokluğu ile yeni bir saldırı yasası onaylandı.

Bu yasaya göre ülkeye kaçak yollardan girmeye çalışan göçmenler 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacak ve kaçak göçmenlere kiralanan gayrımenkullere de el konulacak. Kaçak göçmenler İtalya’da suç işlemesi durumunda yerli halkın aldığı cezanın üç katını alacak. Kaçak göçmenlerin sınır dışı edilmek üzere gözaltında tutulmaları da 60 günden 18 aya çıkarıldı.

Diğer yandan, hakkında yolsuzluk iddialarının bir türlü sonunun gelmediği, rüşvet ve vergi kaçakçılığı gibi davaların sürdüğü, dünyanın 15. zengini Berlusconi şimdi de parlamentoda kendisi ve diğer üst düzey devlet görevlilerine görevde bulundukları süre içinde yargı dokunulmazlığı çıkarttırdı. Yasanın yürürlüğe girebilmesi için cumhurbaşkanı tarafından imzalanması gerekiyor.


 

BM’den İsrail’e “ambargoyu
kaldır” çağrısı

Irkçı-siyonistler, Filistin’i taksim edip İsrail devletinin kurulmasına zemin hazırlayan 29 Kasım 1947 tarihli 181 sayılı Güvenlik Konseyi kararı dışında, Birleşmiş Milletler’in (BM) hiçbir kararına uymadılar. Böylece BM üyesi olup, bu örgütün tüm kararlarını buruşturup çöpe atan siyonist devlet, emperyalistlerin sağladığı “özel himaye” sayesinde, 60 yıldır “uluslararası toplum”la alay edebilmektedir.

Siyonist devletin bu küstahlığının bir nedeni dünya jandarmasının özel himayesi ise, diğeri de BM denilen kurumun siyonistleri hiçbir zaman yaptırımla yüzyüze bırakma gücü ve iradesi göstermemiş olmasıdır.

BM yaptırım gücünden yoksun kararlar aldıkça, yayılmacı saldırganlığını arttıran İsrail, Filistin halkına ait tüm toprakların yüzde 78’ini silah zoruyla gaspetmiştir. Yeni Yahudi yerleşim yerlerinin kurulmasıyla toprak hırsızlığı politikası arsızca sürdürülmektedir.

Siyonist devlet, işkence, katliam, sürgün, toprak gaspı vb. ile ortadan kaldırmayı başaramadığı Filistin halkını ekonomik ambargoyla aç bırakarak yaşamdan bıktırmaya çalışıyor. Neredeyse 2.5 yıldır Gazze Şeridi’ni abluka altında tutan siyonistler, burada yaşayan 1.5 milyon Filistinliyi adeta boğmak istiyor.

Bu geçen sürede BM ne ambargoyu delmeye çalışmış ne de siyonist devletin yasadışı olduğu kadar vahşi olan ambargosunun kaldırılması için ciddiye alınabilecek girişimde bulunmuş. İcraatı, arada bir çağrı yayınlamakla sınırlı kalmıştır.

Gazze Şeridi’nde durumun vahim bir hal alması üzerine yeniden sahnede görünen BM yardım ve istihdam örgütü, İsrail’e ekonomik ambargoyu kaldırması için çağrı yaptı.

Örgüt tarafından hazırlanan raporda, Gazzelilerin yarıdan fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve işsizlik oranının yüzde 45’e ulaştığı kaydedildi.

Güvenlik Konseyi kararlarını bile ciddiye almayan siyonist devletin, BM’ye bağlı bir örgütün çağrısını ciddiye almasını kimse beklemiyor elbette. Zira kabak tadı veren işe yaramaz çağrılarla itibarını yerlerde süründürmekten öte bir iş başaramayan BM, ırkçı-siyonistler karşısında tam bir maskaraya dönüşmüş durumdadır.

BM samimiyetten yoksun çağrılar yaparken, İngiltere Başbakanı Gordon Brown, İsrail meclisinden İran’a tehditler savuruyordu.

Bu arada siyonistlerin ayağına gelen bir başka destekçi, ABD’nin demokrat parti başkan adayı Barack Obama’dır. Haziran ayında ABD’deki Yahudi lobisinin önüne görücüye çıkan Obama, burada yaptığı konuşmada, “Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kalacağını ve hiçbir zaman bölünmeyeceğini” söyleyerek kimin hizmetinde olacağını, dış politikayla ilgili ilk konuşmasında ilan etmiştir.

BM’nin çağrı yayınladığı günlerde Tel Aviv’de boy gösteren Obama, havaalanına ayak bastığında yaptığı açıklamada, “ABD ve İsrail arasındaki tarihi ve özel ilişkinin güçlenmesi için çalışacağını” ifade ederek, ırkçı-siyonizme tam destek vermiştir.

Böyle bir desteği arkasına alan ırkçı-siyonist devletin BM karar ya da çağrılarına uyması mümkün mü?

Direnişçi Filistin halkı ile dostları ne BM’den ne başka bir gerici kurumdan çözüm konusunda yardım umabilirler. Bu onurlu halk direniyor. Genelde dünyanın, daha özelde Ortadoğu’nun ilerici-devrimci güçleri bu direnişle etkin bir enternasyonal dayanışma içine girebildiklerinde, Gazze’de boğulmak istenen onurlu Filistin halkına destek sunmuş olacaklardır.

 

Eski “kirli savaş” şefine
ömür boyu hapis!

Arjantin’de 1976-83 yılları arasında işbaşında kalan askeri faşist cunta, işçi sınıfını, devrimcileri, ilerici aydınları hedef alan akıl almaz katliamlar gerçekleştirmiş, 30 bini aşkın devrimciyi gözaltında kaybetmiştir. Devrimcilerin yakınlarından oluşan Plaza de Mayo anaları, 30 yıl boyunca kayıplarını bulmak için mücadele etmiştir.

Bu uzun soluklu mücadele kayıp devrimcilerin bulunmasını sağlayamadı -zira onlar katledilmişti- ancak işkenceci katillerin en azından bir kısmının mahkum edilmesinde önemli bir rol oynamayı başarabildi. Nitekim Arjantin’de hem ilerici kamuoyu hem işçi ve emekçiler, kirli savaş suçlularından hesap sorulması konusundaki hassasiyetlerini koruyor. Arjantin rejiminin kirli savaş artıklarını mahkum etmek zorunda kalması, ülkedeki bu duyarlılığın yarattığı basınçla doğrudan bağlantılıdır.

Son olarak Cordoba kentindeki bir mahkeme, eski cunta dönemi generallerinden Luciano Benjamin Menendez’i 4 devrimcinin kaçırılması, işkence edilmesi ve öldürülmesi suçlarından ömür boyu hapis cezasına çarptırmıştır. Şu ana kadar kesinleşen en ağır cezayı içeren bu karar, Arjantin’de kirli savaş karşıtı toplumsal duyarlılığın da göstergesi olmuştur.

1977 yılında Üçüncü Ordu Komutanı olan kirli savaş şefinin, halen tutulduğu ev hapsinden cezaevine nakledileceği bildirildi. General Menendez’le birlikte yargılanan eski işkenceci katillerden 7 kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Arjantin’de ordunun çeşitli kademelerinde görev yapmış subaylarla eski polis şefleri daha önce de çeşitli cezalara çarptırılarak cezaevine kapatılmıştı.

Arjantin’de toplumsal muhalefet cunta artıklarının cezaevlerine kapatılmasını sağlarken, Türkiye’de egemenler arası çatışmada gündeme gelen Ergenekon davasında değil eski cunta şeflerinin mahkum edilmesi, iki general eskisi ve onların etrafındaki dar bir kesim dışında kimsenin kılına bile dokunulamıyor. Zira “demokrasi havarisi” kesilen dinci gericilik ile cuntacı generallerin zihniyeti arasında öze dair bir fark bulunmuyor.

CIA patentli 12 Eylül cuntasının artıklarıyla kirli savaş şeflerinden hesap sormak, ancak Türkiye işçi sınıfının örgütlü mücadelesi güçlendiğinde mümkün olacaktır.

 

Endonezya’da tersane grevi

Endonezya Riau Adaları’nda bulunan Batam Adası’nda PT Java Asiatic Tersanesi’nde çalışan yaklaşık 2 bin işçi 28 Temmuz günü çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle greve gitti.

Adadaki en büyük tersane olan PT Java Asiatic Tersanesi’nin sağlık ve güvenlik önlemlerini ihmal ettiği, işçilerin kendi sendikalarını kurmalarına izin vermediği ve zorunlu sosyal güvenlik programlarına rağmen sözleşmeli olarak işe aldığı işçileri sigortasız çalıştırdığı bildiriliyor.

Ulusal İşçi Sendikası (SPN) Batam bölümü başkan vekili Edison Simanjuntak, çoğunun sözleşmeli olarak çalıştığı işçilerin tersaneye geldiğini fakat olumsuz çalışma koşulları iyileştirilene kadar çalışmayı reddettiklerini söyledi.

Edison, işçilerin ancak ayakkabı, baret ve ateş geçirmez üniforma gibi iş güvenliğini sağlayacak malzemeler verildiği takdirde işe geri döneceklerini ifade etti.

Ansan isimli tersane işçisi, tersanede çalışmak üzere taşeron firma tarafından kiralandığı için kendisine ayakkabı verilmediğini, bu yüzden de ayakkabısını kendisinin almak zorunda kaldığını söyledi. Ansan, “Saat başı ücretle çalışıyorum ve bu yüzden hastalandığım zaman para alamıyorum. Şirket sağlık izni de vermiyor ve hastalanan işçiler kendi imkanlarıyla hastaneye gitmek zorunda kalıyor” dedi.

Endonezya’da bulunan bazı sendikalar, yetkilileri iş yasalarına uymayan taşeron firmalara karşı önlem almaya çağırdı.

Çeviri: thejakartapost.com


Moncada Kışlası baskını 55. yıldönümünde coşkuyla kutlandı!

26 Temmuz 1953’te Santiago de Cuba kentindeki Moncada Kışlası’na Fidel Castro liderliğindeki devrimciler tarafından yapılan baskın, Küba devriminin başlangıç tarihi kabul ediliyor. Küba devriminden sonra Moncada Baskını, devrimin başlangıç yıldönümü olarak kutlanmaktadır.

26 Temmuz 1953’te Fidel Castro komutasındaki 125 silahlı devrimci sabah saatlerinde ülkenin ikinci büyük garnizonu Moncada Kışlası’na saldırmak için harekete geçti. Amaç cephaneliği ele geçirip kışlayı ordunun kullanımına kapatmaktı. Aynı anda başka bir grup devrimci de radyoyu ele geçirip halkı isyana çağırmak için harekete geçmişti.

Ancak devrimci militanların cephaneleri kıt, askeri açıdan güç dengesi diktatörlük ordusundan yanaydı. Ve kentte hesaba katılmayan bir karnaval da vardı… Bu ve diğer etkenlerden dolayı eylem başarıya ulaşamadı. Devrimcilerin bir kısmı çatışmada ölürken, çoğunluğu yakalandıktan sonra işkencede katledildi. Fidel ve Raul Castro’nun da aralarında bulunduğu 18 devrimci dağa kaçmayı başarabilmiş, ancak bir hafta içinde yakalanmıştı.

15 yıl hapis cezasına çarptırılan Fidel Castro, mahkemede, “Beni mahkûm edin, hiçbir önemi yok. Tarih beni haklı çıkaracaktır” sözleriyle diktatörlüğe meydan okudu. Nitekim 3 yıl hapis yattıktan sonra afla salıverilen Castro, Meksika’da aralarında Che’nin de bulunduğu yoldaşlarıyla buluşarak devrim yürüyüşünü yeniden başlattı. 1 Ocak 1959’da bin gerilla ile başkent Havana’ya inen Fidel, Che ve yoldaşları devrimin zaferini ilan ettiler,

İki yıl öncesine kadar Fidel Castro’nun katılımıyla gerçekleşen Moncada Baskını yıldönümü kutlamalarına bu yıl devlet başkanı Raul Castro katıldı. Anmaya katılan 10 bini aşkın coşkulu kitleye hitap eden Raul Castro, Kübalılar’dan zor günlere de hazırlıklı olmalarını istedi.

Devrim Günü konuşmasında Castro, “Moncada’ya saldırdığımızda hiçbirimiz bugün burada olmayı hayal edememiştik. Devrim, mevcut uluslararası krizin kaçınılmaz sonuçlarına engel olmak için yapabileceklerini yaptı ve yapmaya da devam edecek. Ancak Kübalılar sadece iyi haberlere alışmamalı” dedi.

Konuşmasında ABD’deki başkanlık seçimine de değinen Castro, Demokrat aday Barack Obama veya Cumhuriyetçi aday John McCain’in kazanmasından bağımsız olarak ABD’den gelecek saldırılara hazırlıklı olmak gerektiğini hatırlatarak, emperyalist saldırganlığa karşı kararlı duruşun devam edeceğini vurguladı.

Santiago de Cuba’dan yansıyan devrimci coşku, Fidel Castro’nun liderliği Raul Castro’ya devretmesinden sonra el ovuşturmaya başlayan Washington’daki neofaşist şebekenin beklentilerine uygun değildi. Kübalılar, öne sürüldüğü gibi reform talebi değil, devrimi savunma şiarlarını yükseltti. Raul Castro da, medya tekellerinin yaydığı gibi “yeni reformlar” açıklamadı, ancak olası bir emperyalist müdahaleye karşı hazırlıklı olmak gerektiğini vurgulayarak, devrimden ürken burjuva liberallerini hayal kırıklığına uğrattı.

Halkın devrimci dinamizminden aldığı güçle yoluna devam eden Küba devrimi, emperyalistlerin lanse etmeye çalıştığı gibi gücünü kişiden almıyor. Devrimci önderlerin önemli bir rolü olmakla birlikte, kitlelerin devrimci dinamizminden güç almayan hiçbir devrimin ayak kalması mümkün değildir. Sovyetler Birliği’nin yıkılışına rağmen Küba devriminin ayakta kalması, bu olgunun tersten kanıtı olmuştur. Küba devrimi, yozlaşan bürokratik rejimlerden farklı olarak, kitlelerin inisiyatifine alan açmış, bu sayede devrimci dinamizmin canlı kalmasını sağlayarak, emperyalistlerin ağır ambargo kuşatmasına rağmen ayakta kalmayı başarmıştır.

Küba halkının devrimci dinamizmi ayakta kaldığı sürece, ABD emperyalizmi ile Küba kaçkını soysuz tetikçilerinin bu ülkeye dair kirli emelleri kursaklarında kalmaya devam edecektir.


Muhalif sesler boğulmak isteniyor!

3 Aralık 2007 yılında yayın hayatına başlayan Hayat Televizyonu 16 Temmuz günü öğleden sonra kapatıldı.

AKP hükümeti Ergenekon operasyonu üzerinden demokrasi ve özgürlük havarisi kesilirken, Hayat Televizyonu’nun kapatılması, muhalif basına, grev hakkını kullanmak isteyen belediye işçilerine ve hakkını arayan tüm işçi ve emekçilere karşı tutumu sermaye devletinin gerçek yüzünü bir kez daha ortaya serdi.

Bu yasakçı zihniyet, sermayenin demokrasi ve özgürlük anlayışını sergilemektedir. Sermaye iktidarı terör ve baskı rejmini uygularken, bir taraftan da boyalı medyasını kullanarak işçi ve emekçilerin zihinlerini bulandırmaya, kapitalist düzenin politikalarına yedeklemeye çalışıyor. Bu politikayı uygularken herhangi bir muhalif sese dahi tahammül edemiyor. Kendine muhalif kesimleri susturarak, düzeni teşhir eden ve hesap soran ilerici ve devrimci kurumların sesini kesmeye çalışıyor. Sermayenin devrimci, demokrat kesimlere, sendikalara ve muhalif basına yönelik baskılarının sistemli bir şekilde giderek yoğunlaştığı böylesi bir süreçte en temel demokratik hakkın kullanılmasına dahi tahammül edemiyor.

Hayat TV’nin kapatılmasına yönelik olarak, muhalif basına ve ifade özgürlüğüne saldırı niteliğindeki bu uygulama, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere bir çok ilde yapılan eylemlerle protesto edildi. Protesto eylemlerine, Demokrasi İçin Aydınlar Birliği, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), PEN Türkiye Merkezi, Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk-İş, DİSK ve KESK İstanbul şubeleri, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği‘nin (PSAKD yanı sıra bir çok aydın, yazar ve sanatçı katıldı.

Sansürün kaldırılışının 100. yıldönümünde yaşanan bu yayın yasağı, özgürlüklere doğrudan saldırı niteliğindedir.

Sansürün sözde kaldırıldığı bu ülkede gazeteler basılmakta, dahası bombalanabilmektedir. Gazeteciler kurşunlanmakta, dağıtımcıları tutuklanmakta, muhabirleri öldürülmekte, gözaltında kaybedilmekte ve televizyonlar kapatılmaktadır. Son 100 yıl içinde 65 gazeteci öldürülmüş, son iki yıl içinde 33 kez gazeteler hakkında kapatma kararı verilmiştir.

Sermaye devleti kendi hukukunu dahi çiğnemektedir. Herhangi bir mahkeme kararına dayanmaksızın, iddia edilen “bölücü içerikli” yayına ilişkin hiçbir kanıt gösterilmeksizin Hayat TV’nin yayınının durdurulması, bu ülkede demokrasinin ne olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Sansüre karşı eylem!

Hayat TV’nin kapatılması, Demokrasi İçin Aydınlar Birliği’nin çağrısıyla Türkiye’nin birçok yerinde 24 Temmuz günü aynı saatte protesto edildi.

İstanbul’daki eylem Galatasaray Lisesi önünde gerçekleşti. “Sansür’e inat yaşasın Hayat !/ Demokrasi İçin Aydınlar Birliği”, “Kızıldere Kültür ve Yardımlaşma Derneği”, “KESK İstanbul Şubeler Platformu”, “Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu”, “Yurtsever Cephe” eyleme pankartlarıyla katılırken, Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar dövizleriyle katıldı.

Deri-İş Sendikası Tuzla Şubesi, Belediye-İş 2 No’lu Şube, Haber-İş 1 No’lu Şube, T. Harb-İş Anadolu Yakası Şubesi, Türk-İş’e bağlı sendikalar, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu, İstanbul Tabip Odası, EMEP, ÖDP, SDP, EHP, DTP temsilcileri de eylemde yer aldılar. Tersane işçileri, Uno işçileri, Başıbüyük halkı, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri de eyleme destek verdi.

Demokrasi İçin Aydınlar Birliği adına basın metnini okuyan Yazar Adnan Özyalçıner, Hayat TV’nin kapatılmasının Türkiye’de sansürün kaldırılmasının 100. yılına denk geldiğine dikkat çekerek, “Aydınlar olarak, AKP iktidarını, demokratik ilkelerle bağdaşmayan bu tür uygulamaları durdurarak, Hayat Televizyonu üzerindeki yayın yasağına son vermeye çağırıyoruz” dedi.

Konuşmaların ardından yüzlerce kişi pankart ve sloganlarla Beyoğlu Postanesi’ne yürüdü. Kurum temsilcilerinin gönderdiği protesto fakslarının ardından eylem sona erdi.

 Kızıl Bayrak / İstanbul


Hayat TV’ye destek!

Eğitim-Sen Eskişehir Şubesi 23 Temmuz günü Hayat TV’nin kapatılmasıyla ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi. Basın metnini Eğitim-Sen adına şube mali sekreteri Ender Pervane okudu. Açıklamada, Hayat TV’nin frekansının iptal edilmesinin nedeninin farklı kimlik ve ve seslere olan tahammülsüzlük olduğunu vurguladı. Hayat TV hakkında verilen kararın derhal geri çekilmesi istendi.

 Kızıl Bayrak / Eskişehir