Kızıl Bayrak'tan...
Bakanlık nihayet bir adım geri atmak zorunda kaldı. Tecrit uygulamasında çatlak oluştu. Şimdi sıra bu çatlağı derinleştirmekte. Bunun için F tipi hapishanelere, hücrelere, tecrit ve trendmana karşı mücadelenin kesintisiz sürdürülmesi gerekiyor. Araçlar, yöntemler farklılaşabilir, ancak bu sorun ortada durduğu sürece ona karşı mücadelenin de süregideceği açıktır.
Bakanlığın geri adım atmasıyla birlikte, 3 haftadır İstanbul Taksim’de gerçekleştirilen eylemler de sona eriyor. Önümüzdeki Cumartesi yapılacak eylemde konuya ilişkin açıklama da yapılacak. 27 Ocak günü saat 16:00’da yine Taksim Tramvay durağında yapılacak son eylemin kitlesel geçmesi önemli.
Devlet Hrant Dink cinayetinden paçasını sıyırmanın yollarını ararken, kitlelerin Dink’i sahiplenme tarzı, sistemi iyice sıkıntıya sokmuş bulunuyor. Daha cinayet duyulur duyulmaz ciddi bir sahiplenme görülmeye başlanmıştı. Ancak cenaze töreni eylemi, devletin aklına bile getiremeyeceği kitlesellikte bir sahiplenmeyi açığa çıkardı. Türkiye’nin emekçi halkları cephesinden kıvanç verici bu gelişme karşısında, halk düşmanlarının adeta dili tutuldu.
Gene de, kendi aleyhlerine olan bu gelişmeyi bile leyhlerine kullanmaya çalışıyorlar. Sahiplenmeyi “devlet ve millet” üzerinden yorumlama gayretine girişiyorlar.
Fakat devletin sorumluluğu ve suçu öylesine açık ki, failin yakalanması ve teşhir ediliş tarzı o derece “acemice” kurgulandı ki, kimseyi kandırma imkanları bulunmuyor. Kandırmalarına da izin vermemek gerekiyor. Devletin bir suç örgütü biçiminde çeteleşmiş yapısını, sistemli bir teşhir konusu olarak gündemde tutmak gerekiyor.
Suçları sadece, Hrant Dink gibi aydınları teker teker katletmekle sınırlı değil. Onbinlerce emekçi Hrant için yürürken, onlar, gizli bir oturumda Irak’a müdahaleyi görüşüyordu. Daha doğrusu, efendileri ABD emperyalizminin Irak bataklığından çıkabilmesi için işçi ve emekçi gençlerimizi nasıl köprü yapabileceklerini konuştular. Ne karar aldılar bilinmiyor. Çünkü gündem böyle “vatana ve millete” ihanet olunca halktan gizleme ihtiyacı da doğuyor.
Aldıkları ya da alacakları kararlar, emperyalist savaşa karşı görevlerimizi değiştirmeyecek kuşkusuz. Her durumda, emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı halkların dayanışmasını güçlendirmeye, emperyalizme karşı mücadeleyi sertleştirmeye çalışmak gerekiyor. Özellikle de halklar arasındaki kardeşlik ve güven duygularının her gün yeniden kundaklandığı bölgemizde bu görev son derece önemli hale gelmiş bulunuyor.
Unutmayalım ki, Ortadoğu’yu emperyalizme mezar haline getirecek tek gelişme, bölge halklarının anti emperyalist mücadele yolunu aydınlatacak bir sosyalist devrimdir. |