15 Aralık 2006 Sayı: 2006/49 (49)
  Kızıl Bayrak'tan
   AB aldatmacasına karşı “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”!
  Devrimci dayanışmanın kaynakları ve birleşik mücadelenin geleceği üzerine
  Faşist devlet terörüne karşı birleşik devrimci direnişi büyütelim!
  Devlet terörüne geçit vermeyelim, birleşik direnişi geliştirelim!
Faşist devlet terörüne karşı omuz omuza!
Asgari ücret kampanyası çalışmalarından...
Yapı-Yol Sen’den iş yavaşlatma eylemleri...
 Üç kapan ve devrimci sınıf hareketi - Haluk Gerger
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor!.. Sermayenin kölesi, diplomalı işsiz olmayacağız!
  Faşizmi protesto eylemine 500 öğrenci katıldı.....
  İLGP’den Erdal Eren’i anma haftası...
  Gençlikten...
  12 Eylül sonrasında MHP ve sendikacılık - Yüksel Akkaya
  Nepal Komünist Partisi/Maoist ile hükümet arasında sorunlar
  Bitmedi, sürüyor o kavga!..
  Kanlı diktatörün sonu!
  Irak Çalışma Grubu hezimetin raporunu açıkladı
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  AB üyeliği masalının çöküşü! - Yüksel Akkaya
  Irak Çalışma Grubu’nun raporu ve Güney Kürdistan - M. Can Yüce
  Asıl mahpusluk, esareti dışarıda
yaşamaktır!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İsviçre/Basel’de yapılan “Direnen Halklar Kazanacak” gecesinde yapılan konuşma...

Üç kapan ve devrimci sınıf hareketi

Haluk Gerger

Değerli dostlar, sizlerle düşüncelerimi paylaşırken, söyleyeceklerime şöyle bir başlık koyayım dedim. Üç tane kapan düşünün; bu üç kapana kıstırılmış üç ayrı güç var. İki kapandaki güçler kıstırılmış ve can çekişiyor, onların geleceği yok. Üçüncü kapanda ise, o kapanı parçalamaya, kabuğunu kırmaya yönelmiş, kıpır kıpır bir can var, geleceği temsil ediyor.

Birinci kapan, Türkiye’nin kokuşmuş kapitalist düzenidir. Bunun pek çok boyutu var. Türkiye egemenlik sistemi, üç temel nedenden dolayı altından kalkılamaz bir yük içinde çırpınıp duruyor. Çırpındıkça da saldırganlaşıyor. Linçler, tecrit hapishaneler, Kürt halkına karşı her gün derinleşen şiddet uygulamaları... Devrimcilere, devrimci örgütlere yönelik operasyonlar... Artık liberalleri bile cenderesi içine alan terörle mücadele yasaları ve diğerleri... Büyük bir saldırı, dizginsiz bir saldırganlık bu. Bu saldırı, can çekişen sistemin çırpınışlarının, bunun yarattığı dalgaların bizim üzerimize gelen bölümü. Tabii biz bunun temel hedeflerinden olduğumuz için esas olarak bu saldırıyla ilgiliyiz. Ama asıl önemli olan, bu saldırının altında yatan nedenlerdir. Biraz bunlar üzerinde durmak gerekiyor.

Düzenin saldırganlığını besleyen, onu şiddete yönelten üç temel mesele var.

Bunlardan ilki, ekonomini gidişatı ve onun döne döne, üstelik de büyütürek yarattığı faturadır. Bugün bizzat egemen sınıfın iktisatçıları yeni bir şok dalgası beklediklerini söylüyorlar ve verili koşullarda bunun aşılmasının mümkün olmadığını anlatıyorlar. Reçeteleri belli ve aslında hiç değişmiyor. 1946’dan beri hazır bir reçete var. İMF’nin kuruluş tarihinden bu yana uygulanan ve bugün daha kıyıcı, daha kapsamlı ve daha derinlikli olarak, Kopenhag Kriterleri çerçevesinde AB emperyalizmi tarafından dayatılan bir reçete bu. Mezarda emeklilik, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, yoksullaştırma, özelleştirme vb... Bildiğiniz sorunlar, saldırı alanları bunlar.

Ama Avrupa Birliği ile İMF şunu da söylüyor: “Artık bu acı ilacı şekere bulayarak Türk halkına yutturamazsınız; toplumsal muhalefeti bastırmadan bu reçeteleri uygulayamaz, bu şokun altından kalkamazsınız...” Öte yandan gelinen yerde bizzat burjuva iktisatçıları da ekonomiye ilişkin gerçekleri ortaya koymak durumunda kalıyorlar. Zira, “sıcak para” ve “kara para” üzerinde ayakta durmaya çalışan bir Türkiye kapitalizmi gerçeği ile yüzyüzeyiz burada. Başka hiçbir dayanağı yok. “Sıcak para” ve “kara para”nın nasıl çalıştığını ise biliyoruz. “Sıcak para” emme-basma tulumba gibidir; 100 dolarını getiriyor, Türk parası alıyor ve faize yatırıyor. Biliyorsunuz, bir ara faiz yüzde yüzlerin üzerindeydi. Diyelim yüzde 20 faiz alıyor. Dövizin ise yüzde 5 değer kazandığını varsayalım. 6 ay ya da bir senede aldığı faizle tekrar dolar alıyor. Varsayalım ki aldığı o dolardan yüzde 5 kaybetti, ama aldığı dolar üzerinden yüzde 15 net faiz alıyor.

Onyıllardır bu böyle devam ediyor. Bugün dünyada dolar ve euro üzerinden reel net faizi en fazla veren ülke Türkiye. Bunun için milyarlar ödüyor ve elbette bunu birileri, yani işçi sınıfı ve emekçiler ödüyor. Ama artık bunu ödeyenlerin ödeyecek hali kalmadı. Ödeyenlerin ödeyecek hali kalmadığında ise, sopadan başka bunu onlara ödetecek, ödetmeye devam edecek bir yol ve yöntem yoktur. Bu çerçevede bugün militarizm sopası düzen için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Onlar bu geleneksel baskı ve terör aracına, militarizm sopasına sarılmak mecburiyetindedirler. Nitekim günden güne daha çok sarılıyor ve saldırıyorlar. Toplumsal muhalefeti bastırmaya, ilerici-devrimci güçleri ezmeye ve etkisizleştirmeye çalışıyorlar.

İkinci temel mesele, saldırganlığın ve şiddetin ikinci ana kaynağı, Kürt sorunudur. Bundan uzun uzadıya sözetmem gerekmiyor, buna ilişkin herşey artık iyi biliniyor, çıplak gözle izlenebiliyor. Bu sorununun kendisi, düzen payına temel önemde bir şiddet kaynağı ve nedeni, özellikle son 20 yıldan beridir bu daha çok böyle. Kürt sorunu düzen için kapsamlı ve çok yönlü bastırma harekatı anlamına geliyor. Bu bastırma ve boğma harekatı günden güne yayılan ve derinleşen bir çizgide halen de sürüyor. Düzenin saldırganlığı ve şiddeti ikinci ana kaynak olarak buradan besleniyor.

Üçüncü neden ya da kaynak ise, Ortadoğu’da emperyalizmin tetikçiliğini yapmak ihtiyacı ve zorunluluğu. Evet bu hem bir ihtiyaç ve hem de yuları Amerikan emperyalizminin elinde olanlar payına bir zorunluluk. Şu veya bu nedenle emperyalizmin tetikçiliğine soyunmuş egemen sınıf kesimlerinin (sözde laik generallerden dinci AKP’ye ve faşist milliyetçi MHP’ye kadar) dayandığı toplumsal tabanda, bu tetikçiliğe karşı hoşnutsuzluk günden güne büyüyor, tetikçiliğe karşı toplumsal muhalefet giderek yükseliyor. Dolayısıyla, Ortadoğu’da tetikçilik de, daha önce söylediğim iki nedene benzer bir biçimde, toplumsal muhalefet acımasız bir biçimde bastırılmaksızın gerçekleştirilebilecek bir şey değildir. Bu da Türkiye’nin düzeninin saldırganlaşmasının ve işleri gitgide daha çok şiddete başvurarak götürmeye çalışmasının üçüncü nedeni.

Bu, Türk egemenlerinin içine düştükleri ve içinde kıvrandıkları kapan. Bundan kurtuluş var mı? Bu, yanıtı karmaşık etkenlere bağlı bir soru. Fakat hiç değilse şimdilik buna kendilerinin de açık bir yanıtı olmadığını biliyoruz. Düne kadar halkı AB yalanlarıyla, bu yalanlarla besledikleri hayallerle oyalıyorlardı. Artık bunun da bir inandırıcılığı kalmadı, AB vizyonu artık yerlerde sürünüyor. Türk burjuvazisi bir vizyonsuzluk bunalımıyla yüzyüze artık. Geriye kala kala Ortadoğu’da ve iç Asya’da ABD tetikçiliği kalmış durumda.

Fakat tetikçi işbirlikçilerinin durumu bu da emperyalist efendinin durumu daha mı iyi? O da kendi cephesinden bir kapana kısılmış durumda... Ortadoğu kapanı bu. Dünyanın küstah jandarması halkların iradesini, onurunu, hassasiyetlerini ve elbette çıkarlarını hiçe saymanın, salt kaba kuvvetle iş görebileceğini sanmanın boğucu bunaltıcı sonuçlarını yaşıyor şimdi.

Egemen sınıfların ve dünyanın egemen güçlerinin hükmetme ve yönetme sanatında elbette kaba kuvvetin, çıplak şiddetin önemli bir yeri ve rolü var. Ama bunun kendi başına herşeye muktedir olduğunu, bununla yer yolun düzleneceğini sananlar fena yanılmışlardır ve sonuçta bedelini ağır ödemişlerdir. Amerikan emperyalizminin şiddete tapınan hesapsız mantığı da tarihi, sosyal-siyasal gerçekleri hiçe saymıştır, egemen olmanın, hükmetmenin zorunlu gereklerini gözardı etmiştir. Bu şimdi ona fatura olarak geri dönüyor.

En ileri teknolojiye dayanan üstün savaş makinanızla karşınızdaki tiranlaşmış rejimi devirebilir, böylece bir ilk adımı atabilirsiniz. Fakat bu tür bir hasmı parçalayıp şiddetle ezdikten sonra sahipsiz kalan halkın beynini, aklını, vicdanını ve ruhunu da ele geçirmek zorundasınız. Yani onun değerlerini tespit edip onu yönlendireceksiniz, bir değerler hegemonyasını kuracaksınız. Bu ikisini yapabilirseniz gerçek bir hakimiyeti kurmayı başarabilirsiniz. Tarihin bu eski bir dersini, Makyavel’le başlayıp Gramsci ile olgunlaşan dersini, şımarık, şiddete ve teknolojiye tapınan Amerikan egemenleri ilk Ortadoğu saldırılarında bir tarafa bıraktılar. Sadece şiddet ve kaba kuvvetle istediklerimizi yaparız diye düşündüler. Başka hiçbir yöntemi düşünmeden, sadece şiddete dayanarak, Afganistan ve Irak’a girdiler. Ancak karşılarında insanın varolduğunu gördüler. En çürümüş haliyle bile, insanın, onların teknolojisinden, tekniğinden, biliminden daha güçlü olduğunu gördüler. Bu direniş karşısında geri adım attılar. Büyük Ortadoğu Projesi dedikleri gerçekte bu oldu işte, bu çerçevede apar topar gündeme getirildi ve büyük bir propagandaya konu edildi. Yeniden ruhları, akılları, vicdanları teslim alacak bir değerler hegemonyasını kurmanın yolunu deneyelim dediler. Okul açalım, kadınları eğitelim, gazetecileri satın alalım, öğrencilere burs verelim vb...

Ama bunun da tutmadığını, buradaki aldatıcı hesabın da tutmadığını, buradaki büyük yalanın da kısa sürede açığa çıktığını biliyoruz.

Bu nedenle yeniden şiddet yolunu tuttular. Bu sefer bölgedeki baş tetikçiyi kullanarak, İsrail’i Lübnan’ın ve Hamas’ın üzerine sürerek, yeni bir şiddet dalgasına geçtiler. Büyük Ortadoğu Projesi, demokratikleştirme vb. adı altında gündeme getirdikleri kültürel-ideolojik saldırıyı bir tarafa bıraktılar, yeniden kaba kuvvete ve şiddete döndüler. Böylece halkların büyük direnciyle kapan içine kıstırıldılar.

Kendi kanları ve şiddetlerinde boğulmanın kısır döngüsüydü bu. Amerikan emperyalizmi 1960’ların sonlarından itibaren bölgeyi kuşatmıştı. Kendi kuşatmasını kendisi yardı, bölgenin kalbi Bağdat’a yerleşti. Kendi kuşatmasını yardı, ama bölgenin kalbine yerleşince, kendisi bölgeye kapanınca, kuşatılmış oldu. Kısır döngü, sözünü ettiğim kapandı. Bir akrep düşünün, etrafını yakın oynayamaz, sonunda intihar eder. ABD bugün o noktada. Şimdi Suriye’nin ve İran’ın ocağına düşmüş, ama kurtuluşu yok. Kendi kuşatmasında ve kendi şiddetinde batağa saplanmış vaziyette. Demek ki, Amerika da Ortadoğu’da kapana kıstırılmış durumda. Söze başlarken dile getirdiğim ikinci kapan bu.

Üçüncü kapanda ise, o kapanı parçalamaya, kabuğunu kırmaya yönelmiş kıpır kıpır bir can var, demiştim. Böylece sözü bize getirmiş oluyorum. Biz de hatalıyız; nesnel elverişsizliklerin yanısıra sayısız hataların bir sonucu olarak biz de bir kapana kıstırılmış vaziyetteyiz halihazırda. Ama kabuğumuzu kırar, kapanımızı parçalarsak, bu bizim payımıza yeni, diri, geleceği olan ve geleceğe damgasını vuracak olan bir hayatın da başlangıcı olacaktır.

Bizi önce ideolojik olarak kuşattılar. Çok değil onbeş sene öncesine gidin. Ne diyorlardı? İnternet özgürlük getirecek, serbest ticaret halklara refah ve barış getirecek... Ve nihayet artık insanlığın “tarihinin sonu” dediler. Şimdi kendileri bile bu yalanları söylemekten utanıyorlar. Ama bu ideolojik saldırıyla da sınıf hareketini teslim almayı, böylece devrimci hareketi etkisizleştirmeyi ve yalnızlaştırmayı başardılar. Bu ideolojik saldırının kaynakları, sadece Brüksel’de, NATO’da, Washington’da değildi. Sovyet Bilimler Akademisi’nde de vardı, Sovyetik partilerin içinde de vardı. Dört bir yandan kuşatılmıştı işçi sınıfı ve önce bu ideolojik saldırıyla teslim alındı.

Son yüzyıldır sürekli güçleri parçalanan, sürekli projeleri batan, gelinen yerde artık insanlığa hiçbir proje sunamaz hale gelen kapitalizm, buna rağmen hala yaşıyor. İşçi sınıfının, önce Paris Komünü’yle 70 gün, sonra da birkaç 10 yıla süren iktidarındaki başarısızlığı ise sonuçta sosyalizmi bitirdi. Bu da kapitalizme karşı bir ideolojik saldırıydı ve sonuçta başarısız oldu.

Dolayısıyla değerli dostlar, biz önce sınıf hareketinin etkisizleştiği, tabiri caizse dibe vurduğu bu dönemde, önce hayata müdahale etmek zorundayız. Hayata müdahalenin yolu ise öncelikle ideolojik müdahaleden geçiyor. Kardelen olmayı başarmalıyız; betonları, buzulları delen kardelenler gibi olmalı, ideolojik müdahalemizi etkili biçimde yapabilmeliyiz.

Ben hapisteyken bir yerde mazgal vardı, altından lağım ve pis su akıyordu. Ama o lağımın etrafında rengarenk çiçekler, çimenler bitiyordu. Gelen ziyaretçilere bunu gösteriyordum. İşte Türkiye, işte kapitalizm, pislik ve lağım halinde. Ama buradan çiçekler bitiyor, yeni bir hayat boy veriyor, diyordum. Biz böyle olmak mecburiyetindeyiz. Düzen bataklığını yeni bir hayatın filizlenip serpilmesi için verimli bir toprağa çevirmeliyiz kendi hesabımıza.

İdeolojik mücadele bu çerçevede sanıldığından da önemli. Elbette ideolojik gevezelik yapmayacağız, biz devrimciyiz ve bizim için aslolan devrimci pratiktir. Ama başarılı bir devrimci pratik için etkili bir ideolojik mücadele ve müdahale şart, bunu vurgulamaya çalışıyorum.

Bu çerçevede, bütün risklerine karşın açık alanın bütün unsurlarının etkili biçimde kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Başka türlü gerçek anlamda etkili bir ideolojik müdahale yapabilmenin imkanları günümüzde yok. Açık alanın tam anlamıyla kullanılmasının önemi üzerinde durmamız, bunun sorunları, risklerinin yanısıra imkanları ve sayısız yararları üzerine enine boyuna düşünmemiz ve tartışmamız lazım.

Ve en önemlisi, sınıfa gitmek zorundayız. Bizim başka çaremiz yok, başka tutunacak dalımız yok. Onların tutunacak çok dalları var; onların parası, silahı, eğitimi, tecrübesi, birikimi, dini vb. var... Bizim ise işçi sınıfının örgütlülüğü, işçi sınıfının devrimci örgütlü gücü dışında tutunacak hiçbir dalımız yok. Dolayısıyla ilk gideceğimiz yer sınıf olmalı, öncelikle sınıfa gitmek zorundayız.

Sınıfa ise ancak örgütlülükle gidebiliriz. Hayat, ideoloji, sınıf ve devrimci komünist parti içiçe geçecek, birbiri içinde eriyecek. İşte ancak o zaman hayata yeni ve daha üst düzeyde, sonuç alıcı bir tarzda müdahalenin zamanı gelmiş olacak.

Bizim kıstırıldığımız kapan ilk ikisinden temelden farklı. Bizi saran kabuğun altındaki can kıpır kıpır, yaşam dolu, yeşermeye ve serpilmeye aç. Bizim bu kabuğu parçalamamız lazım. Belki bugün insanlığın topyekün yitişi ile aynı anlama gelmek üzere, işçi sınıfı kendini yitirmiş durumda. Ama bu geçici bir durum, bu geçici bir ay tutulması ve elbette geride kalacak. İşçi sınıfı kendini bulacak, işçi sınıfı önce kendisini kazanacak ve sonra bu sayede hayatı fethedecek, güneşi zaptedecek!

Güneşin zaptı yakın mı diye sorarsanız? Bilmiyorum, ama eninde sonunda zaptedileceği kesin, bunu biliyorum, buna içtenlikle inanıyorum!

Hepinizi sevgiyle selamlıyorum.

26 Kasım 2006



Adana: “Tecridi kaldırın, ölümü durdurun!”

F tiplerinde devam eden tecrit işkencesine karşı, Adana İHD Cezaevleri Komisyonu tarafından 19 Aralık’a kadar sürdürülecek bir eylem takvimi hazırlandı. Bu takvim çerçevesinde bu hafta da İnönü Parkı girişinde bir basın açıklaması ve oturma eylemi gerçekleştirildi.

8 Aralık günü İnönü Parkı girişinde biraraya gelen ve ellerinde tecride karşı ölüm orucunu sürdüren Gülcan Görürüoğlu’nun resimlerini taşıyan kitle adına açıklamayı İHD Adana Şube Sekreteri Ethem Açıkalın okudu. Tecridi simgeleyen siyah bir hücre maketinin içinde okunan açıklamada şunlar söylendi:

“Cezaevlerindeki uygulamalar 12 Eylül darbesini aratır duruma gelmiştir. Hemen hemen her gün cezaevlerinden yeni bir baskı ve hak ihlali haberleri geliyor… Bizler bugün buradan Adalet Bakanlığı’na bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. Cezaevlerinde süren tecrit işkencesine son verilmesini istiyor, yeni ölümler yaşanmaması için bir an önce somut adımlar atmaya ve cezaevi sorununu çözüme kavuşturmaya çağırıyoruz.”

Basın açıklamasının ardından İstanbul’da devrimci kurumlara yapılan baskınlar ve devlet terörü kınandı. Oturma eylemi sırasında “Hücreleri parçala tutsaklara sahip çık!”, “Tecridi kaldırın ölümleri durdurun!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “İçerde, dışarıda hücreleri parçala!” sloganları atıldı ve eylem sona erdi.

Kızıl Bayrak/Adana


 

Adana: TMY iptal edilsin!

Sermaye devletinin artan faşist baskı ve terörünü, TMY ve 301. maddeyi protesto etmek amacıyla 9 Aralık günü basın açıklaması ve oturma eylemi gerçekleştirildi. Çakmak Caddesi Kültür Sokak önünde “TMY ve 301 iptal edilsin! Söz, eylem örgütlenme özgürlüğü istiyoruz!” pankartı arkasında biraraya gelindi. Yapılan açıklamada şunlar söylendi:

“İzolasyona, tecride, hücre içi hücre cezalarına, keyfi yaptırımlara karşı yaşamı savunmak için buradayız. F tipi yaşama isyan ediyoruz... Katliamlara, F tipi yaşama, gözaltı ve tutuklamalara, ölümlere dur demek için buradayız. Geleceğimiz için hayatı ezilenler adına yaşanılır bir yapmak için buradayız. Burada olmaya devam edeceğiz. Yaşam kazanacak, biz kazanacağız...”

Açıklamanın ardından beş dakikalık oturma eylemi yapıldı. Eylem sırasında “Tecridi kaldırın ölümleri durdurun!”, “TMY iptal edilsin!”, “Toplumla Mücadele Yasası geri çekilsin!”, “Söz, eylem, örgütlenme hakkımız engellenemez!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı.

Eylem ESP, Tekstil-Sen, EKD, SGD, SES, İHD, DTP, SDP, THAYD-DER, DHP, ÇHKM, Partizan, İşçi Mücadelesi, Halkevleri, TÖP, DGD’li Öğrenciler tarafından düzenlendi.

Kızıl Bayrak/Adana