24 Haziran 2006 Sayı: 2006/24 (24)
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultaya hazırlık yeni bir döneme ve daha ileri görevlere hazırlıktır
  "ABD'ye en olumsuz yaklaşan ülke" Türkiye
  Bebeklerin katili sermaye düzenidir
  Her gün yeni bir hırsız çetesi yatkalanıyor! Her çete öncelikle devlet kurumlarında yuvalanıyor
  Hükümetle patronlar arasında karşılıklı suçlamalar
  Türkiye Makedonya'dan sonra Avrupa'nın en yoksul ülkesi
TUSİAD'ın eğitim raporu açıklandı; Patronlar yine riyakarlık içinde
Belediye işçisi sermayeye karşı gücünü birleştirmelidir!
Belediyelerde grev kararları asılıyor
Has Alüminyum'da bir kez daha işçi kıyımı ve direniş
ÖSS vesilesi ile: Eğitimde çürüme ve sorumlu öğretmenlik / Yüksel Akkaya
  "Zeytin Dalı"na hazırlanan reformist sol Prodi'sini arıyor / Orta sayfa
  Çorum, Maraş, Sivas.... Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak
  Nükleer santral karşıtı şenlik başarıyla gerçekleştirildi
  Dünya halkları için en büyük tehdit ABD emperyalizmi!
  Lübnan'ı kana bulayanlar ABD-İsrail cellatları
  Şanghay İşbirliği Zirvesi'nde İran'a özel ilgi
  Somali'de iç savaşı kışkırtan ABD'nin işbirlikçileri yeniliyor
  Eylem ve etkinliklerden
  HÖC temsilcisi Eyüp Baş ile röportaj
  15-16 Haziran etkinlikleri
  Mercan şehitleri anıldı .
  Gelin canlar bir olalım, devletten hesap soralım
  Ulus devlet üzerine kısa notlar -IV- / M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Lübnan'ın kana bulayanlar ABD-İsrail cellatları!

Eski Lübnan başbakanı Refik Hariri'nin yaklaşık 20 kişiyle birlikte katledildiği suikast saldırısı, Washington-Tel Aviv merkezli Suriye karşıtı saldırgan kampanyanın startı oldu. Sözkonusu kampanyaya paralel olarak oğlu Hariri tarafından başı çekilen gerici koalisyon, ABD-İsrail ikilisinin Lübnan'daki iç dayanakları oldu.

Emperyalist-siyonist güçlerin organize ettiği bu kampanya kısmen başarılı olmuş, bunun sonucunda Lübnan'da bulunan Suriye birlikleri çekilmişti. Ancak küstah saldırının ikinci aşamasında, Şam'da ABD-İsrail işbirlikçisi bir yönetimin başa getirilmesi de var. Hariri suikastı, Suriye'nin üzerine yıkılarak bu süreç tamamlanmak isteniyordu. Eğer bu merhale de tamamlansaydı, Hariri'yi katleden emperyalist-siyonist güçler bir taşla birkaç kuş vurmuş olacaklardı. Ancak Washington-Tel Aviv'deki hesap ne Beyrut'a ne de Şam'a uydu. Suriye yönetimi kolay pes etmediği gibi, Lübnan halkının yarıya yakını, ABD-İsrail saldırganlarına karşı aktif tutum aldı. Bu yönüyle süreç devam ediyor.

Kanıtlar, “fail İsrail!” diyor

Hariri'nin katlinden sonra hem Lübnan'daki Suriye karşıtlığını pekiştirmek, hem de Suriye yönetimini köşeye sıkıştırabilmek için suikast serisi devam ettirildi. Lübnan'da “Suriye karşıtı” diye bilinen yazar, gazeteci, siyasetçi birçok kişi katledildi. Suikast kurbanlarının cenazeleri birer “Suriye karşıtı gösteri”ye çevrilebildiği sürece, işler yolundaydı.

CIA-Mossad ve taşeronları eliyle yürütülen kanlı oyunun, en azından bu merhalesinin sonuna gelinmiş bulunuyor. Zira Lübnan istihbaratının bir buçuk yıla yakın süredir yürüttüğü soruşturmada ulaşılan tüm deliller İsrail'i işaret ediyor. Lübnan'da yayınlanan El Sefir gazetesinde yer alan habere göre, Hariri'nin ölümünden sonra artan suikastların arkasında İsrail'in olduğuna karar veren Lübnan istihbarat servisi, Beyrut yönetiminden, İsrail'i BM Güvenlik Konseyi'ne şikayet etmesini istedi.

Aynı gazeteye demeç veren Lübnan Dışişleri Bakanı Fevzi Saluk, Lübnan gizli servisince uzun zamandır, suikastlara ilişkin yürütülen gizli soruşturma sonucunda elde edilen tüm kanıtların İsrail'i işaret ettiğini söyledi. İsrail'in Lübnan'daki siyasi suikastlara karıştığının kanıtlarla sabit olduğunu ifade eden Saluk, “Bu nedenle Tel Aviv'i, BM Güvenlik Konseyi'ne şikayet edeceğiz. Fakat önce İsrail'i uluslararası kamuoyu önünde teşhir edeceğiz” dedi.

 

Siyonist İsrail'in hamileri panikledi

Mossad'ın yürüttüğü kanlı suikastlar zincirinin CIA veya Pentagon'un onayı alınmadan yapılması mümkün değil. Nitekim ABD'nin Beyrut Büyükelçisi Jeffrey Feltman'ın gelişmelere gösterdiği tepki, tam da “suçüstü” yakalanmanın yarattığı panik ruh halinin yansımasıydı.

Bu gelişmelerin “kendisini şok ettiğini” ifade eden savaş kundakçılarının Beyrut temsilcisi Feltman, “Eğer Lübnan, İsrail aleyhinde BM'ye başvurursa, bu Lübnan-ABD ilişkisinin de sekteye uğramasına neden olur” diye anında tehdit savurdu.

Aynı zamanda ikiyüzlü bir küstahlığın da göstergesi olan açıklama, elbette şaşırtıcı değil. Zira savaş kundakçıları ile Tel Aviv'deki cellat takımının hesaplarını boşa düşürecek bir gelişmedir sözkonusu olan. Ne de olsa ortada hiçbir delil yokken, BM'ye bağlı savcıları bölgeye gönderip, Suriyeli yöneticileri sorgulatan Bush liderliğindeki savaş çetesi ile işbirlikçileriydi. Şimdi kendilerini suçlu gösteren delillerin BM Güvenlik Konseyi gündemine sunulmasına elbette engel olmaya çalışacaklar. Bunu başarıp başaramayacakları Lübnan hükümetinin kararlığına bağlı olacak. Ancak hiçbir tehdidin gizleyemeyeceği gerçekler artık Lübnan halkı tarafından biliniyor. Bu ise Lübnan'daki ABD-İsrail işbirlikçisi soysuzların işini bir hayli zora sokacaktır.

Gerçekte bölgeyle ilgili olan hemen herkes, Hariri'ninki dahil, Lübnan'da suikastlarla işlenen tüm cinayetlerin arkasında CIA-Mossad işbirliği olduğunu tahmin etmekte hiçbir güçlük çekmez. Bu yönüyle kanıtların fail olarak İsrail'i göstermesi şaşırtıcı değil. Ancak bu gelişme yine de önemlidir; çünkü delilleriyle İsrail'i, “demek oluyor ki ABD'yi de” suçlayan “Suriye karşıtı” Lübnan hükümetinin kendisidir.

Yarım asırdan beri doğrudan veya dolaylı saldırılarla Lübnan'ı kanlı çatışmalar alanına çeviren emperyalist/siyonist güçler, bölge halklarının en büyük düşmanıdır. Dolayısıyla bölgedeki gerici bir yönetime karşı çıkmak adına ABD-İsrail ile işbirliği yapmak bölge halklarına karşı girişilecek en büyük ihanettir. Bölgedeki gerici güçlere karşı duruş, ancak anti-emperyalist, anti-siyonist temellere dayandığında gerçekten ilerici olacaktır.

--------------------------------------------------------------------------------------

Emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı İran-Suriye ittifakı

Irak işgalinin ardından emperyalist orduların namlularını, “şer ekseni”ndeki İran ile “terörizm destekçisi” Suriye'ye çevireceği söyleniyordu. Emperyalist orduların Irak bataklığına saplanması, Washington-Londra-Tel Aviv merkezli bu küstahça tehditlerin hayata geçirilmesini şimdiye kadar engelledi. Halen Irak bataklığında çırpınan işgal ordularının ikinci bir cephe açması olası görünmüyor.

Buna karşın her iki ülke halen emperyalist/siyonist zorbaların tehdit ve tacizleri altında bulunuyor. Askeri saldırıyı göze alamayan ABD-İsrail ikilisi, bu ülkelerdeki soysuz işbirlikçilerinin de katkısıyla, iç karışıklık yaratma çabası içindeler. Ancak bu kirli taktiklerin İran ve Suriye'de karşılık bulması pek kolay görünmüyor. Zira gerici rejimlerden bağımsız olarak her iki ülkenin halkları da emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı derin bir nefret beslemektedir.

Bu arada Amerikan-İsrail saldırganlarının dayatmalarına karşı duran İran ve Suriye yönetimleri, emperyalist-siyonist güçlerden gelen “ortak tehdit” karşısında askeri işbirliği anlaşması imzaladı. Anlaşmanın, Suriye savunma bakanı Hasan Türkmeni'nin Tahran ziyareti sırasında imzalandığı bildirildi.

Anlaşmanın imzalanmasından sonra ortak basın açıklaması yapan İran savunma bakanı Mustafa Muhammed Neccar ile Suriyeli meslektaşı Türkmeni, anlaşmanın “iki ülke arasındaki savunma gayretleri açısından dayanışma niteliği taşıdığını” söylediler.

İmzalanan anlaşma uyarınca İran ordusu ile Suriye ordusunun ortak tatbikatlar yapması, iki ülke arasında silah ve silah teknolojileri ticareti ile İran'da Suriye, Suriye'de İran askeri üsleri kurulmasının taahhüt edildiği açıklandı.

Anlaşmayı değerlendiren Suriyeli bakan Türkmeni, “İran ile işbirliğimiz, ortak tehditlere karşı stratejik bir pakt niteliğindedir. Böylece, İsrail ve ABD tehditlerine karşı ortak bir cephe kurmuş olduk” dedi. Irak işgali ile İsrail'in nükleer silahlarına atıfta bulunan İranlı bakan ise, “Bölgedeki bağımlı ilişkiler ile istikrarsızlık bizi bu türden bir anlaşma yapmaya itti. Anlaşmanın temelinde, bölgede istikrar ile barışın tesis edilmesi ve bölgenin kitle imha silahlarından arındırılması fikirleri var” dedi.

Şam-Tahran yönetimlerinin attıkları adımın pratikte nasıl işleyeceği henüz belli olmasa da, her iki ülkenin de ABD-İsrail tehdit ve tacizleri karşındaki duruşunu güçlendirecektir.