Boyutlanan anti-Amerikancılık efendiyi kaygılandırıyor...
Amerikancı işbirlikçiler suç ortaklığını pekiştiriyor
Halklara savaş ilan eden Bush liderliğindeki cellatlar çetesi ile Türk egemenleri arasındaki işbirliği giderek tehlikeli bir boyut almaya başladı. Irak işgali öncesinde gündeme gelen ‘1 Mart tezkeresi'nin kazaya uğramasıyla kısmen zayıflayan, efendinin uşağa duyduğu öfke sonucunda gündeme gelen ‘çuval vakası'ndan dolayı da bir dönem soğuyan Ankara-Washington ilişkileri hızla ısınmaya başladı.
Efendileri tarafından burunları sürtülen işbirlikçiler, kendilerini affettirmek için herşeyi yapmaya hazır bekliyor. ‘Kırmızı çizgileri'ni bile bu amaçla pembeleştirdiler. Irak bataklığında çırpınan kibirli efendi ise, içinde bulunduğu sıkışıklıktan dolayı arayı düzeltmek isteyince, ‘bahar havası' esmeye başladı savaş kundakçılarıyla suç ortakları arasında.
Bu hava her iki tarafın açıklamalarına yansımaya başladı. Peşpeşe Ankara'yı ziyaret eden neo-faşist çetenin şefleriyle ile işgal ordularının komutanları, Türkiye topraklarını savaş merkezi yapmak için sabırsızlanırken, Ankara'daki uşaklar da, Condoleezza Rice'ın kendileri için ‘stratejik ortak' ifadesini kullanmasıyla rahatladılar.
Rice'nin ziyaretinden sonra, Amerikancı kalemşörlerden Taha Akyol'un sorularını yanıtlayan Abdullah Gül, hem suç ortaklığının boyutunu, hem de has Amerikancılığını bir kez daha gözler önüne serdi. (Milliyet, 14 Şubat ‘05)
Gül'ün işgal vahşetine dair soruya verdiği yanıt, işbirlikçi takımının tutumunu net bir şekilde ortaya koyuyor; ‘ABD'nin Irak'ta demokrasi ve istikrar çabasını destekliyoruz. Yeni Irak hükümeti kurulunca komşu ülkelerle toplantı yaparak destek vereceğiz. İncirlik halen çok yararlı olmaktadır. Amerika'nın yeni taleplerini inceliyoruz. İyi niyetliyiz ama anlaşmalar açısından teknik incelemeler sonuçlanmadan şuna evet, buna hayır diyemem.'
Gül'ün övünerek dile getirdiği, savaş kundakçılarıyla kurduğu ‘kişisel dostluk' ise dikkat çekici. Gül, Powell ile dostlukları gibi, Rice ile de aralarında sıcak bir dostluk oluştuğunu söylüyor. Nitekim ‘iki saat süren heyetler arası görüşmeden sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, meslektaşı Condoleezza Rice'ı havaalanına giderken arabasına aldı ve yarım saatten fazla başbaşa görüştüler' bilgisi de ‘gururla' aktarılıyor.
Kalemşörün gözlemine göre, kavramları çok itinalı kullanan Rice'nin uzun bir süre sonra ilk kez Türk-Amerikan ilişkileri için ‘stratejik ortaklık' terimini kullanması, Gül'ün yanısıra görüşmelere katılan heyettekileri de çok rahatlatmış. İlişkilerde ‘bahar havası' estiği tespitini yapan ‘gazeteci' genel gözlemini de aktarıyor: ‘Gül'ün sözlerinden, hatta ses tonundan anlıyorum ki, Türk-Amerikan ilişkileri yeniden ‘stratejik ortaklık' düzeyine doğru iyileşiyor. Bu, sevindirici bir gelişme.'
Amerikancı Gül sözkonusu mülakatı verdiği sıralarda, Ankara'da ‘resmi sıfat' taşımayan önemli bir ‘konuk' vardı; Strobe Talbott. Time dergisinde 21 yıl gazetecilikten sonra, Clinton döneminde 7 yıl ABD Dışişleri'nin ‘iki numarası' olarak dış politikanın şekillenmesinde etkin rol oynayan, son 3 yıldır da Brookings Enstitüsü'nün başkanlığını yürüten Talbott, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu'nun davetlisi olarak Türkiye'ye geldi.
Türk kapitalistlerinin özel dostu olan bu şahsın Irak işgaliyle ilgili sözleri, kimliği hakkında fikir veriyor. Talbott, ‘Pek öyle güvercin değildim, çünkü Irak'a ilişkin devlet istihbaratı elimden geçti' diyor. Yani Amerikan devlet istihbaratına ulaşabilecek kadar ‘sivil' bir zat Talbott!
Zaten yaptığı görüşmeler de görevi hakkında fikir verecek nitelikte. Talbott Ankara'da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ile buluştu. Talbott, bu görüşmeleri, hem TOBB'la yürüttükleri ortak bir program sayesinde Türkiye ile doğrudan ilgilenen, hem de kariyerinin basındaki, akademideki ve devlet bünyesindeki bütün dönemlerinde Türkiye'yi yakından takip etmiş bir uluslararası politika uzmanı sıfatıyla yaptı.
Devletin askeri ve siyasi erkanıyla yaptığı görüşmelerin yanısıra, TOBB gibi ‘sivil toplum' kuruluşlarıyla da görüştü Talbott. Öne çıkardığı sorun, halk arasında doruğa çıkan anti-Amerikanizm oldu. Talbott bu konuda şunları söylüyor: ‘Türkiye'ye ilk kez 32 yıl önce gelmiş birisi olarak, anti-Amerikanizm'in bugünkü düzeyi beni şaşkınlığa uğrattı. Bunun aşılması için herkese çok iş düşüyor ve sadece Amerikalılar'a da değil. İkili işbirliğinin önemine inananlar, oluşan bu zehirli ortamın resmi ilişkiyi çok zora soktuğunu görmeliler. Dışişleri'ndeyken Türkiye'nin desteklenmesi, özellikle de AB'ye katılımı için o kadar çalıştıktan sonra, anti-Amerikanizm'in Türkiye'de ulaştığı boyut bende şok etkisi yaptı.'
Bu kaygı boşuna değil elbet. Halkın yüzde 80'den fazlası ABD emperyalizmini ‘dünya barışı için en büyük tehdit' olarak görüyor. Savaş çetesine karşı tepkinin bu kadar yaygın olması, suç ortaklığına dört elle sarılan işbirlikçiler için de ciddi bir sıkıntı.
Halkı dikkate almayan Türkiye'nin Amerikancı egemenleri, belli ki bildikleri yolda yürümeye devam edecekler. Bu rahatlık, anti-emperyalist öfkenin henüz alanlara yansımamış olmasından kaynaklanıyor. İşbirlikçi takımının bu korkulu rüyasını gerçeğe çevirmek ise, tüm tutarlı anti-emperyalistlerin sorumluluğudur. |