12 Eylül askeri faşist darbesinin 24. yılındayız. 12 Eylül bir karşı-devrim saldırısıydı. 70 yılların ortasından itibaren yaşanan devrimci yükselişi kırmak, bu yükseliş içinde güçlenen devrimci hareketi ezmek, bunalımdaki ekonominin zorunlu kıldığı yoğun sömürüye dayalı sosyal yıkım politikalarını uygulayabilmek vb. iç nedenlere olduğu kadar bir dizi dış nedene de bağlı olarak gündeme geldi.
Darde, bir grup faşist generalin değil, sermaye sınıfının ve emperyalist müttefiklerinin bir genel saldırısıydı. Generaller sadece bu saldırının uygulayıcısıydılar. Gerisinde sermaye sınıfı vardı. Uygulanan tüm temel politikalar sermaye düzeninin zorunlu ihtiyaçlarını karşılıyor ve onun çıkarlarına hizmet ediyordu. "12 Eylülcüler" yalnızca uygulayıcı ve hizmetkar konumundaydılar.
"12 Eylülcüler" keyiflerinden ya da kaprislerinden değil, kapitalist düzenin genel çıkarları ve sermaye sınıfının ihtiyaçları gerektirdiği için iktidara geldiler.
12 Eylül darbesinin yıldönümünde darbeci generallerin yargılanması ya da "12 Eylül yargılansın!" talebiyle kanlı icraatları uygulayan dönemin yöneticilerine şu ya da bu biçimde faturu edilmesi, burjuva düzen ve egemenliğin sürdürülmesi demektir. Bir dönem uygulanan kanlı politikaları o dönemin yönetecilerine fatura ederek düzeni sürdürmek, kötülüklerin düzenden ve egemen sınıftan değil de, şu ya da bu bu kişi, parti ya da klikten kaynaklandığını iddia etmek, düzeni ve egemen sınıfı aklamak anlamına gelecektir. Yakın dönem dünya tarihi bunun sayısız örneğiyle doludur.
12 Eylül darbesinin yıldönümünde "12 Eylülcüler"in yargılanması talebiyle sınırlı bir girişimin ortaya çıkaracağı sonuç düzenin aklanması olacaktır. Burjuva düzeni ve sınıfı hedeflemeyen, sadece karşı-devrim döneminin yöneticilerini hedef tahtası haline getiren bir mücadele eğriti ve düzen içi kalmaya mahkumdur. Oysa asıl hedeflenmesi gereken sermaye düzeninin ve sınıfının kendisidir.