Kesilen cezanın bitimine yaklaşık bir yıl kala, AB yoluna erken tahliye edilen DEPliler, daha çıkar çıkmaz hükümet tarafından uyarılmıştı. AKPden bildiri yayınlayan kimi milletvekillerinin de dahil olduğu kimi çevreler tarafından tepkiyle karşılanan Abdullah Gülün sözkonusu görüşmesinin, kişisel bir inisiyatifle değil, bir devlet kararı gereği gerçekleştirildiği bizzat Gül tarafından açıklanmıştı. Bu ilk görüşmelere ilişkin açıklamalarda da, medyanın konuyu işleyişinde de kullanılan dilde, ağırlıklı olarak, havuç öne çıkarılmaktaydı.
Ne zaman ki DEPliler Kürdistan gezisine çıkıp mitinglerde konuşmaya başladılar, devletin ve düzen medyasının dili de değişmeye başladı. Konuşmalarda verilen mesajların merkezini her ne kadar barış ve kardeşlik türünden temalar oluştursa da, DEPlilerin tam bir devlet dili kullanmaları bekleniyor olmalıydı ki, beklentinin bu düzeyde bir karşılık bulmadığının görüldüğü noktada, havuç yerine sopadan bahsetmeye başladılar.
En son, Adalet Bakanı Cemil Çiçekin sopa sözcüğünü de kullanarak yaptığı uyarı gündeme geldi. Çiçek, hiç AB kriteri falan gözetmeden, DEPlileri açıkça tehdit ediyordu bu açıklamasında. Ya size verilen görevi adam gibi yerine getirirsiniz, ya da devletin sopasını yine başınıza yersiniz demeye getiriyordu. Üstelik hiç eveleyip-gevelemeden, son derece açık ifadelerle söylüyordu bunu. Konuşan hükümetin bir bakanı olduğuna göre, gösterdiği sopa devletin sopasıydı kuşkusuz. Bu da, tahliye kararının ardında yatan gerçeği dolaysız biçimde ortaya koymaktaydı. Aynı zamanda, hükümet ve devlet çevrelerinden tahliyeye ilişkin yapılan, hukukun üstünlüğü soslu açıklamaların ne kadar sahtekarlık koktuğunu da... Yargıtay Başkanı istediği kad kararın siyasi olmadığını söylesin, DEPlilerin tutuklanmasına ilişkin karar nasıl siyasi idiyse, elbette tahliye kararı da siyasiydi. Yargıtay Başkanı istediği kadar Türk yargısı siyasi karar vermez desin, siyasi kimliklere kesilmiş tüm cezalarda kararlar siyasi olmuştu. Tek fark, eskiden tüm devlet kurumları ağız birliğiyle bunu reddederdi, şimdi Yargıtay Başkanının reddettiğini Adalet Bakanı doğrulayarak, devlet içindeki bubuuml;tünlüklü görüntüyü bozmuş oldular. Bunun dışında devlet tavrına ilişkin bir değişiklik bulunmuyor.
Kaldı ki, DEPlilerin ABye uyum çerçevesinde tahliyesi kabul edildiğine göre, ve ABnin Kopenhag Kriterleri siyasal kriterler olduğuna göre, karar her halükarda siyasaldır. ABnin dayatmaları sonucu Türkiyenin siyasileri tarafından alınmış ve yargıya onaylatılmış bir karardır uygulamaya konan. Ancak Türk devletinin, basit bir dayatmaya boyun eğme tutumunun ötesinde, kendi iç siyasal süreçlerinden yararlanabilmek üzere ve yararlanabilmek umuduyla da bu siyasal kararı verdiği açıktır. Cemil Çiçekin açıklamaları, bir kez daha, bu yararlanma planı konusundaki devlet niyetini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Özgürlüğüne kavuşmuş DEPlilerin, DEHAPlıların, Türk devletinin bu tavrına karşılık takiyyeci bir tutum geliştirmeye çalıştıkları görülmektedir. Kürt işçi ve emekçiler, bugün etkin durumdaki Kürt siyasilerinin bu takiyyeci tutumlarına prim vermeden, hak ve özgürlüklerine ancak ve ancak devrimci bir mücadele yürüterek kavuşabileceklerini asla akıldan çıkarmamalıdırlar. Bunun imkanı da, her ulustan işçi ve emekçilerin örgütlü bir mücadelede birleşmesinde yatmaktadır.
DEP milletvekilleri bölge gezilerinin ardından yaptıkları açıklamada bir dizi saptamada bulundular. Bu saptamalar dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, kendileri için kullandıkları barış savaşçılığı yakıştırması devlet işbirlikçiliğinden başka bir anlama sahip değildir. DEP milletvekilleri, kurulu düzene tam biat etmekte, Kürtlerin ulusal hak taleplerini ve devrimci mücadele yolunu yadsımaktadırlar. Kullandıkları ifadelerle düzenin hassasiyetlerini gözetmektedirler. Dahası bazı saptamaları kelimesi kelimesine sermaye devleti yönetenlerinin ağzından alınmadır.
İşte DEP milletvekillerinin saptamaları:
- Bölge insanı, ülkemizin bölünmesine asla izin vermeyecek kadar birlik bilincini geliştirerek içselleştirmiştir.
- Sorunların çözüm dilinin şiddet ve silah değil, uzlaşı, diyalog ve demokratik katılım olduğuna inanmakta, çatışma istememekte ve barışa hizmet eden herkesin sürece katkısının sağlanmasını istemektedir.
- Etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçiliği reddetmekte; milliyetçilikten beslenen siyaseti onaylamamakta ve Türkiyeli üst kimliğinde tanımlanacak anayasal vatandaşlığın özgür ve eşit yurttaş yaratacağına inanmakta ve buna destek vermektedir.
Bu saptamanın etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçiliği reddetmekte, milliyetçilikten beslenen siyaseti onaylamamakta biçiminde başlayan kısmı, Tayyip Erdoğanın DEPlileri uyarırken kullandığı sözlerin tıpa tıp aynısıdır. İmralı teslimiyetçiliği, Kürt ulusal özgürlük talebini bir yana itip Kürt sorununu bireysel-kültürel haklar kapsamına indirgemişti. Radyo, dil ve TV alanlarında atılan güdük adımlarla bu talep güya karşılandı. Böylece artık Kürt halkının ulusal kimlik ve kültürel haklarına ilişkin taleplerinin bir bütün olarak reddinin de yolu açılmış olmaktadır.
T. Erdoğanın istediği buydu. DEPliler de bu isteği kendi cephelerinden karşılamış oldular.
- Hükümet demokratikleşme adımlarında cesur olmaya davet edilmektedir.
- Türkiye halkını ve Türkiye Cumhuriyetini sembolize eden tüm değerlere bağlı ve saygılı olunduğu bir kez daha yinelenmiştir. Türkiye halkını ve Türkiye Cumhuriyetini sembolize eden değerler, Zanaların 91de meclis kürsüsünde zorunluluktan yaptıklarını açıkladıkları yemini bu kez gönüllü olarak tekrarlamalarından başka bir şey değildir. Bu esasta, 12 Eylül Anayasasında da TCnin temel nitelikleri olarak ifade edilen değerlerdir. Sözkonusu olan şoven milliyetçi burjuva düzeni tanımlayan temel niteliklerdir.
- Genel affın Türkiye toplumunun bir kesiminde, eskilerinden pek farklı olmayan pişmanlık ve topluma kazandırma yasalarının ise toplumun diğer kesiminde rahatsızlık yarattığı bilinciyle, her iki tarafın da hassasiyetlerini dikkate alan ve topluma gerçek bir katılım sağlayan yeni yasal değişiklikler beklenmektedir.
İmralı teslimiyetçiliği, devrimci değer ve mevzilerden, ulusal hak ve özgürlük taleplerinden vazgeçmenin karşılığında sadece genel af talep ediyordu. Ancak düzenin bu konuda dahi, özellikle de halkın hassasiyetlerini ileri sürerek adım atmaması, sadece afla özünde aynı olan pişmanlık yasalarını dayatması karşısında DEPliler bir adım daha geriye düşüp, iki tarafın da hassasiyetlerini gözeten bir orta yol bulunmasını istiyorlar. Silahlı güçler tasfiye edilecek, ama siz de pişmanlık çağrışımı yapmayan düzenlemeler yapın demekten başka bir anlama gelmemektedir bu. İşte DEPlilerin saptamaları bu kadar. Bu saptamalar, Kürt burjuvasinin vekillik payesine dayanarak açıklamış olduğu siyasal platformunun belgesidir.