ABD ve İngiltere emperyalizmi 20 Mart 2003 tarihinde Iraka saldırdılar. Bu saldırı şiddetlenerek sürüyor ve belirlenen politik hedefler ve strateji doğrultusunda sonuna kadar süreceği de kesin gibidir. Ancak beklenmedik bir direnişle karşı karşıya kaldılar. Girdikleri küçük kasaba ve kentlerde sert bir direnişle karşılaştılar ve beklemedikleri düzeyde kayıp verdiler. Ezici silah üstünlüklerine çok güveniyor ve kısa sürede Iraka diz çöktürebileceklerini düşünüyorlardı. Ne var ki, Irak güçlerinin sergilediği şaşırtıcı sert direniş, Irak yönetimine savaşta psikolojik ve siyasal bir denge yakalamasına olanak sundu. Öyle anlaşılıyor ki Irakta emperyalist saldırganlar için kolay ve erken zafer ufukta görünmüyor. Irakta savaşın uzaması ve büyüyecek kayıplar, ABDnin planları önüne önemli gelleri dikecek, varolan engellerin ise çoğaltıp aşılmasını daha da güçleştirecektir. Savaşın seyri, Irakta gelişen karşı koyuşun direnci önemli ve bu ayrı bir tartışmayı gerekli kılıyor. Biz bu yazımızda daha çok savaşın niteliği, dayandığı strateji ve açığa çıkardığı çelişki ve eğilimler üzerinde kısa bir değerlendirme yapmak ve bu saldırı karşısındaki tutumumuzu bir kez daha vurgulamak istiyorz
ABDnin Irak saldırısı ile ilgili bugüne dek çok şey söylendi, sayısız değerlendirme yapıldı, hemen hemen her kesim bunu kendi bakışaçısına göre yaptı. Biz de bu konuda birçok değerlendirme yaptık. Bazı noktaların altını çizmekte ve bazılarını tekrarlamakta yarar var:
Kuşkusuz sorun, salt Irak ile, Saddam rejiminin devrilmesi ile, hatta kendi başına petrol yataklarını denetim altına alınması hedefleriyle sınırlı değildir. Sorun daha kapsamlıdır; ABDnin dünyaya tek başına egemen olma, bir dünya imparatorluğu haline gelme ve dünyayı bir emperyalist imparatorluk anlayışıyla yönetme politikası ve stratejisidir. Başka bir ifadeyle II. Dünya Savaşından sonra kurulan dünya düzeninin artıklarından ve fazlalıklarından kurtulma ve kurallarını ABDnin koyduğu ve tek başına saltanat sürdüğü yeni bir sistem kurma hedefi, ABDyi harekete geçiren temel stratejidir. Irakta süren savaş bir hegemonya savaşıdır, ama Irak ve Ortadoğu ile sınırlı olmayan bir hegemonya, dünyaya tek başına egemen olma savaşıdır.
Bu anlamda Irak üzerinde yürütülen hegemonya savaşı, stratejik olarak dünyaya egemen olma savaşıdır ve bir bakıma bir dünya savaşıdır. Daha önceki dünya savaşlarıyla ortak noktaları ve kimi farklılıkları olan bir dünya savaşı!
I. Dünya Savaşı, birbirine rakip iki emperyalist grubun dünyayı paylaşma ve dünyaya egemen olma savaşıydı. II. Dünya Savaşı da bir bakıma I. Dünya Savaşının devamı niteliğindeydi. Farklılığı Sovyetler Birliğinin varlığı ve onu ortadan kaldırma hedefidir. II. Dünya Savaşından sonra dengelere dayalı bir dünya düzeni; iki kutba, iki bloka dayalı bir sistem kuruldu. Kutuplardan biri Sovyetlerin başını çektiği sosyalist blok, diğeri ise ABDnin başını çektiği emperyalist-kapitalist bloktur. NATO, Varşova Paktı, BM ve benzeri kuruluşlar bu dünya sisteminin ürünleridir. 1990ların başında Sovyetler Birliği ve blokunun dağılmasıyla birlikte bu düzenin bir ayağı çöktü ve ABD tek kutup olarak kaldı. Diğer emperyalist devletler henüz siyasal ve askeri açıdan ABDye rakip olacak düzeyde değildir. ABD bu üstün konumunu değerlendirerek dünyanın tek egemeni olmayı, kendi hegemonyasını bütün dünyaya geçerli tek hegemonya olarak kabul ettirmeyi bir strateji olarak belirledi. Bu stratejiyi de Yeni Dünya Düzeni olarak tanımladılar. Bu strateji ABD merkezli bir dünya imparatorluğu düşüncesine dayanıyordu; başka bir rakibin ortaya çıkmasını önlemeyi esas alıyordu.
1991de gerçekleştirilen Körfez Savaşı, esas olarak böyle bir stratejinin uygulanmasının önemli bir basamağı niteliğindedir. Kuşkusuz bu stratejide Ortadoğu, Avrasya, bu alanların zengin petrol ve gaz yataklarının varlığını kontrol altında tutma anlayışı çok önemli bir yer tutar. Ortadoğu ve Avrasyanın denetim altında tutulması, dünya egemenliği stratejisine bağlıdır. Dolayısıyla süren hegemonya kavgası, dünya hegemonya savaşıdır. ABD bir yandan mevcut gücünü ve güç üstünlüğünü korumayı hedeflerken, bir yandan da olası rakiplerinin önünü kesmeyi planlıyordu. Birinci Körfez Savaşının hedefi de buydu. Başka bir ifadeyle dünya liderliğini ve jandarmalığını müttefiklerine, Avrupa ve diğerlerine kabul ettirmeye çalışıyordu.
Diğer emperyalist devletler ABDnin planlarını biliyorlardı, ama cepheden tavır alma durumları ve güçleri yoktu. Bu nedenle hegamonya kavgasında geri kalmamak için ABD ile uzlaşma ve uzlaşarak pay alma politikasını izlemeye çalıştılar. Balkanlarda, Sudanda, Afganistanda bunu yaptılar. Son Irak saldırısına kadar da yaklaşımlarının özeti buydu.
Ancak son Irak saldırısı bu politikanın da sonunu getirdi, emperyalist-kapitalist dünya kendi içinde yeni bir saflaşma, ayrışma içine girdi. Yeni bir bloklaşmanın ipuçları görülmeye başladı. Bu farklılaşma ve bloklaşma eğilimi henüz çok zayıf ve yeni bir kutup olarak tanımlanmaktan çok uzaktır. Ama öyle de olsa bu eğilim gelişme, büyüme potansiyeline sahiptir. Dayandığı çelişki bu eğilimi büyütme ve daha da derinleştirme özelliklerine sahiptir. Fransa-Almanya ekseni, bunu destekleyen Rusya, yine biraz daha mesafeli duran Çinin durumu bu anılan bloklaşmanın bir ucunu oluşturuyor.
Bu noktada ABnin kaderi ve geleceği de tartışmalı hale geldi. İngiltere, İspanya ve İtalya Irak saldırısında ABDnin yanında yer alan AB ülkeleri oldular. AB içi bu çelişki ve parçalanma, Iraktaki savaşın gelişme seyrine ve sonuçlarına göre yeni boyutlar kazanabilir.
Kuşkusuz Fransa-Almanya blokunun ABDnin Irak politikasına karşı tavır almaları onların ahlaki kaygılarından kaynaklanmıyor. Ortadoğu petrollerine bağımlılıkları, Irakla var olan ekonomik ilişkileri ve uzun vadede ABDnin dünya hegemonya planları ile çelişkileri onları tetikliyor; emperyalist çıkarları bu olup bitenlere karşı tavır almaya zorluyor. Bu tavır alışları daha çok söz ve diplomatik araçlarla sınırlı kalsa da politik bakımından yeni bir olgudur ve aynı zamanda önümüzdeki on yılları etkileme potansiyeline sahiptir.
Kısacası, 1990ların başından bu yana ABD, tek egemen güç olarak dünyayı yönetme stratejisini uyguluyor. 11 Eylülden sonra bu stratejiyi yeni bir uygulama aşamasına sıçrattılar. Afganistan işgali, Orta Asyanın birçok ülkesine askeri üsler kurarak yakaladıkları egemenlik düzeyi ve son olarak Irak saldırısı bu dünyayı sömürge egemenliğine alma stratejisinin kilometre taşları niteliğindedir.
Irak saldırısı, askeri güç ve işgal temelinde Irakı, onun üzerinden ve ona dayanarak Ortadoğuyu yeniden düzenleme ve giderek olası rakiplerini uzun vadede soluksuz bırakarak dünyayı emperyalist imparatorluk düzeni haline getirme stratejisinin final aşaması niteliğinde görünüyor. Hesapları bu.
Peki tutar mı?
Genel gelişmelere bakıldığında güç görünüyor. ABD karşısındaki direnç noktaları her gün biraz daha çoğalıyor. Irak üzerindeki saldırı savaşının uzaması bu direnç noktalarını daha da çoğaltacak ve güçlendirecektir. Savaş ve saldırı karşıtı hareketin Amerikayı içine alacak kadar çığ gibi büyümesi üzerinde durulması gereken önemli dinamiklerden biridir. Bu hareket, emekçi sınıf ve ezilen halkların mücadeleleri açısından da önemli bir potansiyeli barındırıyor. Bu anlamda da önemli bir dönemece girmiş bulunuyoruz.
Bu saldırı sürecinde TCnin durumu, ABD ile yaşadığı çelişkiler, yaşadığı zikzaklar da ilginçtir ve üzerinde ayrıca durmayı gerektiriyor.
Kürdistan da çok kritik bir dönemece girmiştir. Tehlikeler, belirsizlikler büyüktür. Bu konudaki tutumumuz, Kürdistandaki kazanımları savunmak ile emperyalist saldırganlığa karşı tavır almak, bu iki duruşu bağımsız bir çizgide ifade etmek biçimde özetlenebilir.
Özetle, ABD ve İngiliz emperyalistlerinin Iraka saldırısı, bir hegemonya ve dünyaya tek başına egemen olma savaşıdır, haksız ve meşru olmayan bir savaştır. Saldırganlıkta hiçbir ölçü, sınır, ahlak tanımayan bir savaştır.
Bu savaşa karşı olmak, bu duruşu onun bunun yedeğinde değil, bağımsız bir noktada gerçekleştirmek, salt ilkesel ve ahlaki açıdan değil, politik olarak da devrimciler açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur.