Bugünün dünyasında en büyük şiddet taciri Geçtiğimiz hafta sonu dünya genelinde yüzbinlerin katıldığı emperyalist savaş karşıtı gösteriler gerçekleşti. Yalnızca Washingtonda gerçekleşen savaş karşıtı gösteriye yarım milyon gösterici katıldı. Gösteriyi düzenleyenler ABD tarihinin en büyük savaş karşıtı hareketinin geliştiğini söylüyorlar. Ünlü Afro-Amerikalı insan hakları savunucusu Martin Luther Kingin doğum gününün üç gün sonrasına denk gelen gösteri, Kingin Bugünün en büyük şiddet taciri benim yönetimim; daha fazla susamam! sözleri şiarlaştırılarak örgütlendi. Bu gösterileri ABDde demokrasinin varlığına kanıt gösteren Bush yönetimi ise, bu boyuttaki bir savaş karşıtlığına rağmen bölgeye asker yığmaya devam ediyor. ABDnin bölgeye göndermeye karar verdiği 37 bin askerle birlikte bölgede saldırıya hazır halde bekleyen Amerikan askeri sayısı 175 bine yükseliyor. Stratejik müttefik İngiltere de silahlı gücünün dörtte birini oluşturan 35 bin askeri bölgeye gönderiyor. 860 milyar dolar dış borç, 420 milyar dolar ticaret açığı, %6 işsizlik oranı, ekonominin kötü gidişatı ve son on yılda %20 oranında yükselen petrol ihtiyacı, ABD emperyalizminin zincirlerinden boşalmış saldırganlığının asıl nedeni. Irakta elde edilecek askeri bir başarı ve gerçekleşecek rejim değişikliğinin dünya piyasasına günde ek olarak üç-beş milyon varil arası petrol sürülmesini sağlayacağını ve bunun ekonomiyi rahatlatacağını açıklayan Başkanlık Ekonomi baş danışmanı Lawrence Lindsey, emperyalist saldırganlığın gerçek nedenini ortaya koyuyor. Bu savaşın ne özgürlük ve demokrasi için, ne de uluslararası terörizme karşı verildiğini, stratejik öneme sahip Iraka yerleşmeyi ve yeraltı kaynaklarını talan etmeyi amaçladığını böylece itiraf ediyor. Alman günlük gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitng savaşın uzun sürmesi halinde kriz yaşanabileceğini söylüyor, fakat savaşta binlerce insanın öleeceği kimse tarafından dile getirilmiyor. Tahminlere göre 250 milyar varil hacminde bir petrol rezervine sahip olan Irak, silahlanma alanında kendisini izleyen yedi ülkenin toplamından daha fazla para harcayan ABD emperyalizminin kötü gidişatını durdurmak için vurması kaçınılmaz bir ülke oluyor. Çünkü mevcut koşullarda ekonomik krizi başka türlü aşmak mümkün değil. Almanya ve Fransanın ikiyüzlü tutumu Almanya ve Fransa, ABDnin ne pahasına olursa olsun sürdürmek istediği savaşa sözde uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletlerin onayı veya hümanist gerekçeler ileri sürerek muhalefet ediyor. Her ikisi açısından da bu savaşa karşı olmak için iddia edilenlerin dışında daha somut gerekçeler var. Fransa açısından Irakta petrol çıkarma işinin Fransız tekellerinin elinde tutulması büyük bir önem arz ediyor. Batı Avrupa ülkeleri arasında Irakla ciddiye alınabilecek ticari ilişkisi bulunan tek ülke Fransadır ve Irakın petrol kuyularının kendisi dışında diğer ülkelerin tekellerine açılmasına doğal olarak karşıdır. Savaşın Iraktan sonra İranı hedef alacağı da biliniyor. İran ABD Başkanı Bushun şer cephesi olarak nitelendirdiği ülkeler arasında yer alıyor. Şahın devrilmesi ile birlikte stratejik öneme sahip İranın ABD emperyalizminin etki alanının dışına çıkması ABD için ciddi bir kayıp olmuştur. İslam rejiminin anti-Amerikancı tutumu, başta Almanya olmak üzere Avrupalı emperyalistlerin işine yaramış, bunlar bu ülkeyle olan ticari ilişkilerini pekiştirmişlerdir. Bu bağlamda Almanya İranın en büyük ticari partneri olmuştur. Irakla geçmişte çok iyi ticari ilişkileri bulunan Almanya ekonomik ambargodan dolayı gerileyen ticari ilişkilerini geliştirmek için girişimlerde bulunmuş ve Irak rejimi tarafından tekrar ekonomik ilişkilerde öncelikli ülkeler listesine alınmıştır. Fransa ve Almanya başbakanlarının açıkça savaşa karşı tavır almalarının gerisinde bu çıkar çatışmaları var. Öte yandan, önce Irak ve daha sonra muhtemelen İranda oluşacak oluşumlarda pay sahibi olabilmeleri bu savaşın desteklenmesini gerektiriyor. Almanya örneğinde olduğu gibi, toplum, sözde dış tehlikeler (biyolojik silahlar, terör eylemleri vs.) özellikle gündemde tutularak savaşa hazırlanmaktadır. Bu korkutma yöntemi sayesindedir ki, artık yurtdışında 12 bin kişilik silahlı gücü bulunan Alman ordusunun yurt içinde de kullanılması tartışılmakta, böylece ciddi bir saldırı tehlikesi varmış havası verilerek toplum manipüle edilmektedir. M. Coşkun
Belçikada 20 bin liman işçisi bir 17 Ocak günü 24 saat boyunca, Antwerpen, Oostende ve Zee-Brugge limanlarında gemiler ne boşaltıldı ne yüklenebildi. 20 bin liman işçisi bir günlük uyarı grevine gitti, 12 bini aktif olarak greve katıldı. Grevin nedeni, Avrupa Birliği ülkelerinde liman işçilerini ilgilendiren çalışma yasasının değiştirilmek istemesi. Bu saldırıya işçilerin cevabı İşimize ve güvencemize kimse el süremez! oldu. Antwerpende 8 bin liman işçisinden 6 bini greve katıldı. Limana çıkan tüm stratejik yollara barikat kuruldu. Antwerpendeki tüm uluslararası taşımacılık ve yük boşaltma şirketlerinin önlerine de barikat kuruldu. Avrupa Birliği yasalarıyla liman işçilerinin statüleri değiştirilmek isteniyor. Bu değişiklik sayesinde, taşımacılık ve yük boşaltma şirketleri istedikleri gibi vasıfsız işçi çalıştırabilecekler. Vasıfsız işçi ucuz emek gücü anlamına geliyor. Mevcut yasayla liman işçileri tüm Avrupada koruma altına alınmış, buna göre limanlarda liman işçileri dışında kimse çalıştırılamaz. Yeni yasa değişikliği ile bu kazanım ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Vasıfsız işçilerin çoğu eski Doğu Bloku ülkelerden getirilmek isteniyor. Böylece işçileri karşı karşıya getirip bölmeyi hedefliyorlar. Barikatların başında duran işçiler bunun bilincindeler. Yaptığımız söyleşilerde şunları söylüyorlar: Biz burada emeğimizi ve akşam eve götüreceğimiz aşımızı koruyoruz, Avrupa Birliği yavaş yavaş tüm haklarımızı elimizden almaktadır ve bizim gibi benzer şartlarda yaşayan işçi arkadaşlarımızla bizi birbirimize kırdırmak istenmektedir. İşçiler Avrupa Birliği ülkelerinde sosyal devlet anlayışının hızla terkedildiğini görüyorlar. Başka bir işçi şunları söylüyor: Ben 5 yıldır vinçle çalışmak için çaba harcadım, bunun eğitimi için okula da gittim. Şimdi ise bir avuç liman patronu tarafından işime son verilmek isteniyor. Buolacak iş mi! Barikatları yarıp geçmek isteyen işçi servisleri kararlı işçiler tarafından geri püskürtüldü. Devletin kolluk güçleri bunu fırsat bilerek barikatçı işçilerin üzerine tazyikli su sıktı ve göz yaşartıcı gaz ile saldırdı. İşçiler buna da karşılık verince, ortalık bir anda savaş alanına döndü. Avrupa Birliği yasalarını geri püskürtebilmenin mücadeleden geçtiğini bilen işçiler şunları söylüyorlar: Bu yasaların geri püskürtülmesi için bir günlük grevler yetersiz kalmaktadır. En azından grevin bir hafta sürmesi gerekir. Bir başka işçi ise, Bir hafta yetmez, bir ay ya da her hafta bir gün greve çıkmamız gerekir diyerek, arkadaşının sözlerini tamamlıyor. Konuştuğumuz işçilerin tümü grevlerin süreklileşmesinden yana. Çoğu ancak böyle kokuşmuş düzenin saldırı yasaları geri püskürtülebilir diyor. BiR-KAR/Belçika |
|||||