2002 emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı mücadele yılı oldu...
2003 bu saldırganlığı önleme yılı olmalıdır! Amerikan emperyalizminin 11 Eylül saldırılarını bahane ederek dünya halklarına yönelik taciz ve saldırganlığına hız vermesi, tüm dünyada, yükseliş halindeki küreselleşme karşıtı hareketin emperyalizm ve savaş karşıtı bir yapıya bürünmesine yol açtı. Afganistan saldırısı başta olmak üzere Amerikanın her saldırı ve saldırı tehdidi, emperyalistlerin her eylem ve etkinliği, savaş karşıtı hareketin de yükselmesine yol açtı. Afganistan saldırısı sürecinde daha güçlü olan hareket, kısa bir süre durakladıktan sonra, 2002 boyunca gerçekleştirilen emperyalist zirveler ve ABDnin Iraka yönelik tehdit ve saldırı hazırlıklarıyla yeniden canlandı. Yıl boyunca da yükselen bir çizgide süregitti. Türkiyede de, diğer ülkelerdeki düzeyi tutturamasa bile, gerek Afganistan saldırısı sürecinde gerekse sonrasında, Filistin halkına yönelik işgal ve imha saldırıları, Iraka yönelik Türkiyenin de dahil olduğu saldırı hazırlıkları vesilesiyle, yıl boyunca, kesintisiz biçimde eylemler düzenlendi. Ya da, kamu emekçilerinin demokratik-özlük hak eylemleri, gençliğin YÖK karşıtı eylemleri gibi farklı vesilelerle düzenlediği eylemlere, 8 Mart, 1 Mayıs gibi yıldönümü eylemlerine yine savaş karşıtlığı damgasını vurdu. Dünyada empeyalist küreselleşme karşıtı hareket ve 11 Eylül sonrasında artan emperyalist saldırganlıkla birlikte bu hareketin savaş karşıtlığına evrilmesi, gazetemizde, 2002 başındaki yıl değerlendirmelerinin de konusu olmuştu. 26 Ocak 02 tarihli Kızıl Bayrakın, Geride kalan yılın dünyası.../3, Dünya ölçüsünde güçlenen sınıf mücadeleleri başlıklı orta sayfa yazısında, bu gelişmeyi şöyle değerlendirmiştik: Küreselleşme karşıtı hareketin emperyalist savaş vesilesiyle gündeme gelen kendine özgü bir biçimi de sayabileceğimiz bu eylemler emperyalist saldırganlığa karşı duyarlılığın gücüne bir gösterge sayılmalıdır. ... savaş karşıtı hareketin emperyalizm ve emperyalist savaş konularında açık ve net bir görüşten yoksun olduğu, militarizme ve savaşa karşı genellikle pasifist yaklaşımlarla harekete geçtiği bir olgudur. Fakat bugünün dünyasında açık ve net bir devrimci görüş, hedef ve programdan yoksun olan tek hareket yalnızca savaş karşıtı hareket değildir. İşçi hareketleri, halk hareketleri, küreselleşme karşıtı hareketler, Filistin türü ulusal halk direnişleri için de aynı şey geçerlidir. Denebilir ki bu içinden geçmekte olduğumuz dönemde ilerici kitle hareketleri için genel bir zaafiyet durumudur. Dünya komünist ve devrimci hareketinin yaşadığı ağır tahribat ve bugün içinde bulunduğu aşırı zayıflıkla birlikte düşünüldüğünde bu durum şaşırtıcı da değildir. Bugün önemli olan kitle hareketlerinin bizatihi kendisidir, kendi dinamikleriyle gelişip serpilmesidir. Bu, komünist hareketin kendini yeniden bulmasının, yenilenip toparlanmasının da temel önemde bir koşuludur. Bu toparlanma ve yenilenme olmaksızın sınıf ve emekçi hareketinin sağlıklı bir stratejik rotaya oturması ise doğal olarak beklenemez. /Sayı: 2002/3 (43) Türkiyede savaş karşıtı eylemler doğal olarak üniversiteli gençliğin hep gündeminde oldu. Gençliğin Amerikan askeri olmayacağız! şiarı altında yürüttüğü kendi alanına özgü mücadelesi de kendine özgü kimi zayıflıklar taşısa da, yukarıda sözü edilen zayıflık daha ziyade sınıf hareketini bağlar niteliktedir. Türkiye işçi sınıfı, yıllardır uygulanan İMF-TÜSİAD yıkım programlarıyla uğradığı hak kayıpları, planlı ve sistemli bir örgütsüzleştirme saldırısı ve eşi görülmemiş bir ihanet kuşatması sonucu gündelik hak mücadelesini bile sürdüremez duruma düştüğü bir süreçte, farklı kesimlere de önderlik etmesi gereken tarihi bir görevle karşı karşıya kaldı. Görev, emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı kitle hareketinin başını çekmek, politikasını elirlemekti. Ancak ve ne yazık ki, bu görev gelip kendisini dayattığında, işçi sınıfı onu hakkıyla üstlenip yürütebilme örgütlülük ve imkanlarına sahip değildi. İşçi sınıfı hareketinin önderliğinden yoksunluk koşullarında hareketi derleyip toparlamanın, güçleri birleştirmenin ve politik bir kanala akıtmanın da imkanları yaratılamadı. Yıl boyunca, sınırlı sayıda gerçekleştirilen savaş karşıtı eylemlere katılımın düzeyi ve eylemlerin siyasal etkisi bu gerçekler ışığında değerlendirildiğinde, sınırlılığı yüzünden küçümsemek yerine, ihtiyaçlarına yönelik bir çalışmaya yoğunlaşmanın zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki, işçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden emperyalizme ve emperyalist savaşa karşıtlığın güçlü bir etkiye sahip olduğu da ortadadır. Bu etki, yıl boyunca farklı gerekçelerle düzenlenmiş eylemlerde emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı şiarların ön plana çıkmasıyla olduğu kadar, 1 Mayıs gibi, işçi sınıfının uluslararası mücadele birliğinin ifadesi bir eyleme damga vurmasında da görüldü. Nisanda başlayan ve 1 Mayısta doruğa ulaşan savaş karşıtı eylemlerin hareket noktası, &oul;ncelikle, Filistin halkına yönelik imha saldırıları olmuştu. Sonrasında ise giderek Amerikanın Iraka yönelik saldırı hazırlıkları asıl hedef haline geldi. Ülkemizdeki özgünlük ise, Türk devletinin de savaşa katılma niyet ve hazırlıklarının özelde gençliği doğrudan etkilemesiydi. Nisan-Mayıs süreci sadece Türkiyede değil, tüm dünyada Filistin halkıyla dayanışma ve emperyalist savaşa karşı durma merkezli eylemlerin yükseldiği aylar oldu. Cenin katliamı ve direnişinin etkisi, Almanya, Avustralya, İsviçre, Amerika, Belçika, Yunanistan Lübnan, Mısır ve daha pek çok ülkede onbinlerce işçi ve emekçiyi sokaklara döktü. Kitleler, haklı olarak Filistindeki katliamlardan İsrail ile birlikte Amerikayı da sorumlu tutuyordu. Katliamı takibeden günler Türkiyede sınıf ve gençlik cephesinden olduğu kadar emekçi sendikaları, avukatlar gibi çeşitli kesimlerin de Filistin halkıyla dayanışma ve emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı eylemlerinin hızla yayıldığı bir dönem oldu. Yaz ayları boyunca da, düzenlenen çeşitli toplantılar vesilesiyle hareketli günler yaşayan dünyadaki küreselleşme ve savaş karşıtı hareketin ülkemizdeki yansımaları görüldü. Ancak, artık araya seçim ve seçim tartışmaları girmişti. Amerikancı düzen cephesi tarafından seçimler, hazırlandıkları savaşa siyasal bir tahkimatla girme ihtiyacının yanı sıra, kitleleri bir süreliğine de olsa oyalamanın bir aracına da dönüştürülmek istendi. Sınıf devrimcileri, bütün bir seçim kampanyasının merkezine kapitalizmin yanı sıra emperyalist savaş ve saldırganlığa karşıtlığı oturtarak, kitleleri sürüklenmeye çalışıldıkları emperyalist savaş yıkımına karşı uyarma görevlerini kesintisiz sürdürdüler. Bu aynı süreçte savaş karşıtı eylemler dünya çapında yükselmeye devam ediyordu. 26 Ekimde dünya çapında düzenlenen eylemlere katılım hareketin yaygınlık ve gücünün göstergesi oldu. 3 Kasım seçimleri, önceki
dönemin iktidarda ve muhalefetteki tüm partilerinin sandığa gömülmesiyle
sonuçlandı. Bu, diğer icraatlarının yanı sıra, bu partilerin iktidar
ve muhalefetiyle, ülkeyi Amerikanın savaş arabasına koşma suçunun
kitleler tarafından cezalandırılması anlamına da geliyordu. Kitleler
yeni adıyla ve tek başına hükümete taşınan AKPnin
de öncekilerden milim farkı olmayan bir icraatın dünden gönüllüsü olduğunu
da çok geçmeden görecekler. AKPnin hükümet partisi olarak ilk
önemli icraatı, hala inkar edilmeye çalışılsa da, Türkiyenin Irak
saldırısında Amerikanın maşalığını yapmasını onaylamak olmuştur.
2003ün ilk ayları, bugün gizlenmeye çalışılan bu kararların ve
vatana ihanetle eşdeğer icraatların sahiplerinin tümüyle açığa çıkacağı
gelişmelere gebedir. Sınıf ve kitle hareketinin zaaflarını gidermek, ihtiyaçlarını karşılamak ve emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı mücadelenin yükseltilmesi için kitleleri örgütleyip seferber etmek, günün en acil ve yakıcı görevidir. Sınıf devrimcileri bu görevlerinin bilincindedirler ve faaliyetlerini de bu bilinçle örgütlemekte ve yürütmektedirler. |
|||||