Siyonist kıyım makinesinin Han Yunus katliamı...
Siyonistler Gazze Şeridini Amerikan emperyalizminin tam desteğini arkasına alan İsrail siyonizmi, Batı Şeria bölgesini aylardır devam eden bombalama, yakıp yıkma ve katliamlarla harabeye çevirdi. Arafatın karargahı dahil olmak üzere Filistin yönetiminin tüm resmi binaları, iletişim ağı, altyapı tesisleri, sınırlı sayıdaki sanayi işletmeleri vb. kurumlar da bu süre içinde yıkıldı. Gazze Şeridine dönük saldırılar ise daha çok hava akınları şeklinde yapılıyordu. Bu saldırıların sonuncusu Han Yunus kenti ve mülteci kampına yönelikti. Amerikan yapımı helikopterden halkın üzerine füze fırlatılarak 15 kişi katledildi. Gece boyu devam eden saldırılarda 25i ağır olmak üzere toplam 115 kişi de yaralandı. Yaralıların sevk edildiği hastanelerden biri uzun süre İsrail askerleri tarafından yaylım ateşine tutuldu. 40 tank, çok sayıda uçak ve zırhlı aracın da katıldığı saldırı Filistinli gerillalar tarafından güçlü bir direnişle karşılandı. Direniş karşısında gerileyen işgalciler çekilmek zorunda kaldılar. Bu vahşi katliama dünyanın birçok yerinden sert tepkiler geldi. ABD ise; İsrail kendini savunma hakkına sahiptir. Ancak daha az sivilin zarar görmesine özen göstermesi önem taşımaktadır türünden açıklamalarla, Filistin halkının kırımına destek verdi. Siyonistlerin Ankaradaki işbirlikçileri ise, savaş hazırlığı yoğunluğundan olsa gerek, demagojik bir açıklama yapmaya bile zaman bulamadılar. AB temsilcisi Javier Solananın bölgede bulunduğu bir sırada gerçekleştirilen katliam, AB tarafından sert ifadelerle kınandı. Ancak siyonistlerin kınama demeçlerini ciddiye bile almadıkları biliniyor. Herhangi bir yaptırım içermeyen resmi tepkileri İsrail, katliamlarına yakılmış bir yeşil ışık olarak değerlendiriyor. Nitekim Han Yunus katliamından sonra açıklama yapan kasap Şaron ve askeri sözcüleri katliamı cepheden savundular. Dahası bunun gerekli ve başarılı br operasyon olduğunu söylemekten geri durmadılar. Siyonist katiller böylece benzer katliamları sürdüreceklerinin mesajını da verdiler. Direniş korkusundan dolayı Siyonistler Filistini bir bütün olarak işgal etmek istediklerini değişik vesilelerle defalarca dile getirdiler. Ancak şu ana kadar işgal fiili olarak Batı Şeriada uygulandı. Gazze Şeridini işgal etmeyi göze alamadılar. Zira bu bölgede başta HAMAS olmak üzere Filistinli örgütler daha güçlü ve örgütlüler. Siyonistler bugüne kadar, Gazzeyi işgal ederken karşılaşacakları güçlü direnişten çekindikleri için, bu bölgeyi hava saldırılarıyla bombalamayı tercih ettiler. Ancak son saldırı, siyonistlerin bu bölgeyi de işgal etmek için hazırlık yaptıklarını gösteriyor. Amerikaya bilgi veren Şaron hükümeti, Gazzeyi işgal etmeyi, bir zaman ve istatistik meselesi olarak değerlendirdi. İşgalci ordu komutanlarının tek kaygısı asker kayıplarının fazla olmasıdır. Emperyalist savaş rüzgarının hızla estiği bir dönemi ise, Gazzede yaşayan Filistinlilerin bir kısmını katletmek, yeni Ceninler yaratmak için uygun bir fırsat olarak görüyorlar. 11 Eylülden sonra Filistin hareketini El Kaide ile, Arafatı Bin Ladinle kıyaslamayı adet haline getiren faşist mantık, Filistin halkını terörist ilan ederek, yıkım ve katliamları meşrulaştırmayı hedefliyor. Emperyalist güçleri, Yahudi lobisini ve basın tekellerini de arkasına alan İsrail siyonizmi, Gazze Şeridini işgal edip Filistini bir bütün olarak açık toplama kampına çevirme planını sonuca bağlamak istiyor. İşgalin ayrılmaz bir parçası Filistin halkı İngiliz sömürgeciliği döneminden beri yıkımı tanımaktadır. Bu coğrafyada insanların evlerini yıkmak, direnişten caydırmanın bir aracı olarak kullanılıyor. İngilizleri örnek alan siyonistler, şimdiye kadar onbinlerce Filistinlinin evini yıktılar. Buna sökülen ağaçlar, doldurulan kuyular, tahrip edilen ekinler vb. eklenebilir. Bu yıkımlardan dolayı kasap Şaronun bir diğer adı buldozerdir. Yıkım işinde uzmanlaşan İsrail ordusu artık tüm askeri birliklerini buldozerlerle donatacak. Böylece her birlik saldırıya geçerken buldozerini de hazır bulunduracak. Askeri birliklerin bu araçlarla donanması, yaygın bir yıkımın planlandığını, hedeflenen Gazze Şeridi işgalinde büyük yıkımların gerçekleştirileceğini gösteriyor. Tüm uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak Filistin topraklarını işgal eden İsrail, kurduğu yerleşim alanlarına ırkçı Yahudileri yerleştirirken, öte yandan ruhsatsız oldukları gerekçesiyle Filistinlilerin evlerini yıkmaktadır. Ayrıca Filistinli direnişçilerin evleri de işgal güçleri tarafından yıkılmaktadır. İki yüzlü manevralar Iraka saldırmak için hazırlanan haydut başı Bush, stratejik ortağı İsraili Filistinde attığı adımlar konusunda uyardı. Arafatın karargahını kuşatan siyonist orduya çağrı yapan Amerikan yönetiminin kuşatmayı kaldırın çağrısı hemen karşılık buldu. Şaron hükümeti buna ek olarak 25 bin Filistinli işçinin İsraile giriş yapmasına izin vereceğini de açıklamıştı. Aradan bir hafta bile geçmeden Gazzede gerçekleştirilen katliam, bu manevraların nasıl bir aldatmaca olduğunu ortaya koydu. Bölge halklarının anti-Amerikancı tepkisinden duyulan rahatsızlıktan dolayı atılan göstermelik adımların nasıl sahtekarca hesaplar olduğu anlaşıldı. Katillerden meddet umanlar İki yılı aşkın bir süredir devam eden siyonist yıkım ve katliamlara, şiddetin son bulması için her iki tarafın da çaba harcaması gerektiği yönlü söylemler eşlik etti. ABD emperyalizmi İsrailin kendini savunma hakkı olduğunu iddia ederek siyonist işgale doğrudan arka çıktı. Filistin halkının silahlı direnişi terör eylemi olarak gösterilmeye çalışıldı. Siyonistlerin kanlı icraatlarına karşı doğrudan söz söylemek istemeyenler ise, Filistin direnişini İsrail katliamlarıyla aynı kefeye koyarak şiddetin bitmesi için çağrılar çıkardılar. Sözümona her iki tarafa da eşit mesafede duran bu gerici anlayış, esas itibariyle Filistin halkının haklı ve meşru direnişini hedef almaktadır. Hem İsraile hem de Filistin Yönetimine yakın durduğunu iddia eden işbirlikçi Türk burjuvazisi ise, İsraille giriştiği askeri anlaşalar ve milyar dolara yakın tank modernizasyon ihalesi ile gerçek safını açıkça ortaya koymuştur. Bu koşullar devam ederken, Filistin Kurtuluş Örgütünün üst düzey yöneticilerinden Mahmud Abbas, işgal, yıkım ve katliamların durdurulmasını isteyerek, ABD ve İsrailin vereceği güvence karşılığında, şiddetin sonra ermesi için Gazzede güvenliği tesis etmeye hazır olduklarını söyledi. Abbasın bu talebine verilen karşılık Han Yunus katliamı oldu. Emperyalist-siyonist katillerden medet ummanın ne kadar yanlış olduğu, böyle bir beklenti yaratmanın kitleleri aldatmak anlamına geleceği bu örnekle yeniden kanıtlandı. FKÖnün bu yaklaşımı çözüm beklemekten çok çıkışsızlığın bir ürünüdür. Zira siyonistler yaptıkları hiçbir anlaşmaya uymamışlarıdır. Masa başında varılan kimi anlaşmalar yaşamda hiçbir zaman uygulanmadı. Bunun en bariz örneği, Oslo sürecinden sonra Yahudi yerleşim alanlarının kurulmaya devam etmesidir ve bu sorun hala en önemli sorunların başında gelmektedir. İşgale ve zulme karşı direnmekten Filistin direnişi kimi zaman zayıflasa da, kendini hep yeniden var etmiştir. Ödediği büyük bedellere rağmen Filistin halkının direnişini kırmak mümkün olmamıştır. Tüm katliam ve yıkımlara karşın direniş, adeta kendi küllerinden yeniden dirilmiştir. İkinci İntifadayla başlayan süreç, Filistin halkının köleliğe boyun eğmeyeceğini bir kez daha kanıtlamıştır. Ağır bir kuşatma altında olmasına ve enternasyonal dayanışmanın zayıflığına rağmen Filistin direnişi sürdürüyor. Ancak yeni çıkış yolları aramakla karşı karşıya gelmiş de bulunuyor. İşgal altında yaşayan Filistinliler birinci İntifadadan beri direnişin lokomotifi haline geldiler. Yerel örgütlenmeler, komiteler vb. inisiyatifler kuruldu. Böylece direnişin merkezi işgal bölgelerine kaydı. Bu olumlu bir gelişme olmakla beraber, İsrail savaş makinasıyla baş edebilmek için yeterli değildir. Devrimci bir önderlikten de yoksunluk koşullarında enternasyonal dayanışmayı güçlendirmek büyük bir önem taşımaktadır. Bu konuda özellikle bölge halklarına özel bir sorumluluk düşmektedir. |
|||||