Kasap Şaron aradığı ortamı 11 Eylülle buldu...
Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi Siyonist hareket kuruluşundan beri sömürgeci emperyalist güçlere dayanarak gelişmiştir. Osmanlıdan İngiltereye, Almanyadan Amerikaya kadar birçok emperyalist gücün çıkarlarına yanıt vererek onlardan yararlanma çabası içinde olmuştur. Öyle ki, Yahudilere soykırım uygulayan Nazi faşizmiyle bile işbirliği yapmaktan çekinmemiştir. Ortadoğuda kendilerine bağlı bir ileri karakola ihtiyaç duydukları oranda, emperyalistlerin de siyonistler ile çıkarları çakışmıştır. Bu temelde kurulan İsrail devleti emperyalistlerin beklentilerine fazlasıyla karşılık vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Bu kanlı misyona karşılık siyonistlere sadece ABD emperyalizmi tarafından 100 milyar doları aşkın geri ödemesiz kaynak akıtılmış, kitle imha silahları dahil olmak üzere en modern silahlarla donatılmıştır. Dahası emperyalistlerden aldığı silah teknolojisi sayesinde İsrail, silah ihraç eden ülkeler arasına girmiştir. Filistine karşı işgal ve katliamların hız kazandığı günlerde Türk Genelkurmayı tank modernizasyonu ihalesini bir İsrail firmasına vermiştir. Kasap Şaronun aradığı ortam 11 Eylül sonrasında oluştu İsrail tarihi boyunca bütün siyonist yönetimler, Filistin halkına karşı katliam, yıkım ve sürgüne dayalı uygulamaları hayata geçirmişlerdir. Resmi politikaların yetersiz kaldığı yerde faşist cinayet şebekeleri devreye sokulmuştur. İsrailde devletin üst yönetim kademelerine yükselenlerin hemen hepsi kanlı katliamcılar arasından seçilmiştir. Bunların en başta geleni kuşkusuz ki Ariel Şarondur. Bu katil gençlik yıllarından itibaren paramiliter örgütlerde yer alarak sayısız katliama bizzat katılmış, bu icraatları sayesinde sürekli yükselerek başbakanlığa kadar gelmiştir. Oslo Antlaşması gibi Filistin halkına birkaç kırıntı dışında bir şey vermeyen bir anlaşmaya bile tahammül edemeyecek kadar azgın bir siyonist olan Şaron, ikinci intifadanın da tetikleyicisi olmuştur. Eylül 2000de başlayan ikinci intifadaya karşı işgalci İsrail ordusu azgın bir saldırı başlattı. Baraktan sonra Şaronun başbakanlığa gelmesi ve ardından gerçekleşen 11 Eylül saldırılarının sağladığı ortamda ise, İsrail saldırıları had safhaya ulaştı. Bu yılın başından itibaren fiili işgal ve toplu katliamlar günlük uygulamalar haline geldi. Savaş kurallarını hiçe sayan İsrail, modern silahlarla donatılmış ordusu ile Filistini adeta bir ölüm tarlasına çevirdi. Her Filistinli hedef haline geldi. Filistinli işçilerin işlerine gitmesi engellendi. Su kuyuları dozerlerle tahrip edildi. Sulama şebekeleri yıkılarak sulama engellendi. Bağlar, zeytin ağaçları söküldü, hasat zamanı gelmiş ekinler vb. sistemli bir şekilde yokedildi. Filistin ekonomisi siyonist işgalin ardından yok olma noktasına geldi. İşsizlik, yoksulluk, yetersiz beslenme, hastalık ve ölüm oranlarında büyük artışlar yaşandı. Son olarak İsrail Yüksek Mahkemesi aldığı bir kararla, direnişçi Filistinlilerin yakınlarını Batı Şeriadan Gazze Şeridine sürgün etti. Kentler tampon bölgelerle birbirlerinden ayrıldı. İsrail askerleri öldürdükleri Filistinlilerin paralarını, ziynet eşyalarını, elektrik-elektronik aletlerini yağmalıyorlar. Öyle ki, Birleşmiş Milletler gibi bir paravan örgüt bile yaşananları felaket olarak nitelemek zorunda kaldı. Siyonistlerin amacı, bu vahşi uygulamalarla Filistin halkını topraklarından sürmektir. Filistin halkına yaşatılan bu yıkım dünyanın birçok yerinde protestolarla karşılandı, yüzbinlerce insan tarafından nefretle kınandı. Ancak İsraile karşı hiçbir yaptırım uygulanmadı. Tam tersi bir tutum alan emperyalist güçler, Filistin direnişine terör damgası vurarak direnişi mahkum etmek için yoğun çaba sarfettiler. Onlara göre Şaron terörle mücadele ediyor. Birleşmiş Milletler kararlarına uymadı diye ülkeleri işgal eden emperyalistler, BMnin hiçbir kararına uymayan İsraili kınamak bir yana, onu terörün kurbanı olarak göstermeye başladılar. Bush ile Şaronun terörizmle savaşları 11 Eylülden sonra Amerikan emperyalizmi başlattığı dizginsiz saldırı politikasını teröre karşı savaş argümanına dayandırdı. İnsanlık tarihinin tanık olduğu bu en büyük terörist güç teröre karşı savaşın baş kahramanı oldu. Bu toz duman ortamından faydalanan Beyrut kasabı Şaron, Filistini işgal etmek, yakıp yıkmak ve Filistin halkını yeni bir katliamdan geçirmek için harekete geçti. Zira artık baş haydut Bush teröre karşı savaşı başlatmıştı. El Kaide ile Filistin direniş hareketini aynı kefeye koyan Şarona ilk destek ABD yönetimi ve Bushtan geldi. ABDnin tam desteğini alan siyonistler, Arap ülkelerinin de sessiz kalması sayesinde Filistinde işledikleri suçlarını olağan bir uygulama haline getirdiler. Özellikle Mart ayında yükselen siyonizm karşıtı tepkilerin de geri çekilmesi İsraili oldukça rahatlatmış bulunuyor. Böylesi bir ortamda Şaron gibi bir katil çıkıp teröre karşı mücadele konusunda uluslararası bir anlaşma yapılmasını önerebiliyor. Tabii bu önerinin ilk muhatapları ABD ve Türkiye. Zaten Ortadoğu halklarına karşı üçlü şer mihveri oluşturan bu devletler, başka ülkeleri de bu anlaşmaya katılmaya çağırıyorlar. Böylece İsrailin Filistinde işlemeye devam ettiği vahşi katliamlar meşrulaştırılıyor, siyonistler ise teröre karşı mücadelenin savunucuları oluyor. El Kaide bulunmaz nimet Bilindiği üzere El Kaide bir CİA beslemesidir. Başındaki Bin Ladin de dahil olmak üzere Ortaçağ zihniyetli bu gericiler, ABD tarafından silahlandırılıp eğitildiler ve ona hizmet ettiler. Son yıllarda El Kaide, Amerikan emperyalizmi tarafından dünyanın en tehlikeli örgütü olarak lanse edilmeye başlanmıştı. 12 Eylülden sonra ise, bir ülkeye saldırmak için o ülkenin El Kaide militanlarını barındırdığını iddia etmek yeterli bir neden sayılıyor. Sık sık Amerikan basını ya da resmi sözcüleri tarafından açıklamalar yapılıyor ve bazı ülkelerde (İran, Irak, vb) El Kaide militanlarının barındığı iddia ediliyor. Bu açıklamalar Amerikan yönetimine uşaklık yapmayan ülkeleri sindirmeyi ve onlara olası bir saldırı için zemin hazırlamayı amaçlıyor. ABDnin başını çektiği emperyalist savaş ve saldırganlık politikasına en hararetli destek siyonistlerden geliyor. Siyonistler bir an önce Iraka saldırılması gerektiğini tekrarlayıp duruyorlar. Zira Filistin dışında saldırmak istedikleri ülkeler (Suriye, Lübnan vb.) var ve savaş sayesinde bu olanağa kavuşacaklar. Siyonist basın son günlerde ABD basını gibi yalan haberler üretmeye başladı. Lübnan ve Suriyede El Kaide militanlarının barındığı iddia ediliyor. Oysa Suriye yönetiminin bu tür dinci örgütlere sert tutum aldığı biliniyor. İsrailin bu iddiaları kirli amaçlarına ışık tutarken, ABDye saldırının ilk hedeflerinden birinin Suriye olması gerektiği mesajı veriliyor. 11 Eylül sonrası süreç siyonistlerin istediği ortamı sağladı. Azgın ve pervasız saldırılarını tırmandırıyorlar. Son günlerde Lübnan ve Suriyeye de tehditler savurmaya başladılar. Amerikan emperyalizmi de gittikçe yalnızlaştığı, saldırgan politikasına destek bulmakta güçlük çektiği için, siyonist desteğe daha fazla önem veriyor. ABD emperyalizminin ve siyonizmin çıkarları Ortadoğuyu bir yangın yerine çevirmek noktasında buluşmaktadır. Bu gerici faşist saldırganlığın Ortadoğudaki en büyük destekçisi ise işbirlikçi Türk burjuvazisidir. Savaş hazırlığı çerçevesinde Amerikaya uzun bir ziyaret gerçekleştiren ve Amerikada bakan gibi karşılanan büyükelçi Uğur Ziyal, ABD dönüşü ayağının tozuyla İsraile gitmiştir. Bölge halklarını hedefleyen bu gerici ittifak bütün hazırlıklarını savaşa göre yapmaktadır. Böylesi bir savaşın nasıl bir yıkım yaratacağı yeterince açıktır. Hedefi, Amerikan emperyalizminin bölgede tam hegemonyasını tesis etmek, İsrail siyonizmini rahatlatmak, bu arada Türk burjuvazisine de yağmadan kırıntı vermek olan bu savaşa karşı, her türlü güç ve imkanları seferber ederek mücadele etmeliyiz. Aksi durumda tüm bölge halkları ağır bedeller ödemekle karşı karşıya kalacaklardır. |
|||||