09 Şubat '02
Sayı: 06 (46)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin Ortadoğu macerası, Türk devleti ve Kürt liberalleri
  Emperyalizme kölelik ve düzenin çözümsüzlüğü
  Kamu işçisinin direnişi örme sorumluluğu
  Yıkıntıların altından kapitalist düzenin vahşi yüzü çıktı!
  Demokratikleşme yalanı ve burjuva ikiyüzlülüğü
  "Sendika yönetiminin ihanetine uğradık"
  Her düzeyde parasız eğitim!
  Emperyalizmin çıkarları için kardeş halkların kanı akıtılmak isteniyor
  KESK genel kurulları sürüyor...
  "Başka bir dünya mümkün" ve zorunlu!..
  Hükümet vizesi için uşaklık sınavı
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine
  Almanya: Faşist NPD'nin kapatılması davası...
  Emperyalist savaşın yeni halkalarından biri: Filipinler
  Teslimiyet, ihanet ve tasfiyecilik çizgisi...
   "Anadilde eğitim" kampanyası ve TC!..
   F tipi sağlığa zararlıdır!
   Tecrit ve tredmana bağlı olarak Sincan F Tipi Cezaevi'nde yaşananlar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Tecrit ve tredmana bağlı olarak
Sincan F Tipi Cezaevi’nde yaşananlar

İkinci yılına giren Ölüm Orucu direnişimizin haklı ve meşru talepleri karşısında üç maymunu oynayan bakanlık ve siyasi iktidar cezaevlerini zorbalıkla yönetme anlayışını bir politika ve yönetim tarzı olarak uygulamayı sürdürüyor.

Tecrit ve tredmanı esas alan F tipi hücreler dün olduğu gibi bugün de devrimci tutsakların yaşamına kastediyor. İnsanca yaşam olanakları tümüyle elimizden alınıyor.

Tecrit ve tredmana bağlı olarak Sincan F Tipi Cezaevi’nde yaşananları kısaca özetlersek:

1- Bir yılı aşkın bir süre içerisinde tecrit ve keyfi uygulamalar artarak süregeldi. Buna karşılık, gerek savcılığa gerekse infaz kurumlarına defalarca şikayet ve suç duyurusunda bulunmamıza rağmen hiçbir tahkikat yapılmadı, suç duyurularımız reddedildi ve adete keyfi uygulamalar teşvik edildi.

Oysa, bir kurumdan kötü muamele, işkence ve keyfi uygulamalar varsa, bunların kimler tarafından yapıldığının bilinmemesi mümkün değildir. Her suç duyurusunda gün, tarih, saat ve faillerin tip tarifi verilmesine rağmen, “kimler tarafından yapıldığı tespit edilememiştir” denilerek soruşturmaya gerek görülmemesi, keyfi yönetim anlayışının cezaevi idaresiyle sınırlı olmadığını göstermektedir.

Örneğin; 19 Aralık 2000 ve izleyen günlerde, gerek Sincan’a getirilmeden önce kaldığımız cezaevlerinde, gerekse de Sincan’a getirilişimizde ve hücrelerde gördüğümüz işkence ve kötü muamele hakkında yaptığımız suç duyurusuna, “Olay tarihinde her ne kadar F tipi cezaevinde bulunan hükümlü ve tutuklular verdikleri şikayet dilekçelerinde kendilerine karşı kötü muamele nedeniyle şikayetçi olmuşlarsa da, ayrıca yine hazırlık dosyası içinde bulunan hükümlü ve tutuklulara ait doktor raporlarında meydana gelen yaraların hükümlü ve tutuklular Sincan dışında getirildikleri yerde mi, yoksa Sincan F Tipi Cezaevi’ne getirildikten sonra mı meydana geldiği... Kötü muamelenin kimler tarafından yapıldığı konusunda delil tespit edilemediğinden “kovuşturmaya yer olmadığına...” şeklinde yanıt verilmiştir.

Oysa, tüm bu yapılanlar belirli tarihlerde belirli yerlerde belli devlet görevlileri tarafından yapılmıştır. Karar örneğindeki “... tespit edilememiştir” iddiası, inandırıcı olmaktan uzaktır.

Bakanlık yetkililerinin meziyetlerini anlatmakla bitiremedikleri F tipi tabutluklarda doktorlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları ne için vardır? Görevleri nedir? Yapılan işkence, kötü muamele ve keyfilikler bu görevlileri ilgilendirmiyor mu? İşkence görenler, dövülenler muayene edilip rapor tutulması gerekirken yapılmıyor. Anlaşılan bu kurumlar da tecrit ve işkencenin birer ayağı durumundadır.

2- Avukat görüşüne hastane ve mahkemeye gidiş-dönüşte yapılan onur kırıcı arama, tam bir işkenceye dönüştürülmektedir.

Bizler zaten birer, ikişer, üçer kişi olarak herşeyden tecrit edilmiş durumdayız. Buna rağmen hücreden her çıktığımızda aranıyoruz. Bu yetmiyor, X-Ray cihazının bulunduğu yerde üstümüz tekrar elle aranıyor. Ardından görevliler tarafından karga tulumba yere yatırılarak ayakkabılarımız çıkarılıyor. X-Ray cihazından geçiriliyoruz. Tüm bunlar da yetmiyor, bu kez de askere devrediliyoruz, aynı şekilde bir de asker tarafından aranıyoruz. Asker gözetiminde götürülüp getirilmemize rağmen dönüşte tekrar aynı aramalar yapılıyor. Tam bir eziyet ve psikolojik işkenceye dönüşen bu uyguulamalar, görevlilerin keyfine göre daha da çeşitlenebiliyor. Bu konuda yaptığımız şikayet ve suç duyuruları da, infaz hakimliği tarafından “yasalara uygundur, soruşturmaya gerek yoktur” denilip reddedildi.

Yine, ölüm orucundaki arkadaşlarımız, istemedikleri halde zorla müdahale edilerek hastahanaye kaldırılıyor. Uzun süredir ÖO’nda olmalarına rağmen sık sık götürülüp getiriliyorlar. Bu uygulama da işkenceye dönüştürülmüştür. Hastanelerdeki zorla müdahaleler sonucunda yüzlerce arkadaşımızın sakat kaldığı bilinmektedir.

3- Yasalara göre bir tutuklu ya da hükümlü belirlenen kısa bir süreden fazla hücrede tecritte tutulamaz. İkişer-üçer kişi hücrelerde tamamen tecritte yetmiyormuş gibi, birçok arkadaşımız da bir yılı aşkın bir süredir tek kişilik hücrelerde tutuluyorlar. Ayrıca, hiçbir haklı gerekçe gösterilmeksizin sudan bahanelerle disiplin cezaları, uzun süreli mektup ve görüş cezaları veriliyor.

4- Bizler siyasi tutsaklarız, zaten siyasi düşünce ve eylemlerimiz nedeniyle cezaevindeyiz. Bu gerçeğe rağmen, yasal olarak çıkan sol içerikli gazete ve dergiler bizlere verilmemektedir. Zaman zaman verilenler de güncelliğini kaybettikten sonra, çok geç veriliyor. Oysa, yine yasalara göre, hakkında toplatma kararı bulunan yayınlardan birer adet bulundurmak hakkımızdır.

Yine, ailelerimizin gönderdiği kitaplardan yalnızca üç tanesi veriliyor. Yenilerini alabilmemiz için de elemizdekileri vermemiz şart koşuluyor. Böylece, değişik kaynaklardan uzun süre yararlanmamız engelleniyor.

5- Avukat görüşmesinin sınırlı tutulması, savunma belgelerine el konulması vb. tutumlarla savunma hakkımız tamamen gaspedilmiş durumdadır.

6- Yasalara göre “haberleşme özgürlüğü” vardır ve bu engellenemez. Buna rağmen gönderdiğimiz mektuplar yerine ulaşmıyor a da çok geç ulaşıyor. Gelen mektuplar keyfi şekilde karalanıyor, bazen hiç verilmiyor. Zorla hastanelere kaldırılan ÖO’ndaki arkadaşlarımıza gönderdiğimiz faks ve mektupların hemen hiçbiri ulaşmıyor.

7- Periyodik aramalar işkence ve talana dönüştürülüyor. Normal aramanın dışında, zorla yerlere yatırılarak ayakkabılarımızın çıkarılması yetmezmiş gibi, elimizdeki tespihlere varana kadar, her seferinde başka bir şey “yasak” denilerek alınıp götürülüyor. Örneğin en son 21 Aralık ‘01 tarihinde yapılan genel aramada bu kez de mavi ve lacivert giysilerimiz alınıp götürüldü.

8- Ağır hayat şartlarında 15-20 saatlik yoldan gelen ailelerimizle ancak 1 saat görüşebiliyoruz. Ailelerimizin getirdiği birçok eşya içeri alınmıyor. Zaman zaman soyadı tutan 2. dereceden yakınlarımızdan akrabalık belgesi istenerek görüştürülmediğimiz gibi, soyadı tutmayan yakınlarımızla hiç görüşemiyoruz.

9- Daha önce ziyaretçilerimizin yatırdığı para belli bir limit dahilinde bize verilirken, Aralık 2001’den beri paralarımız verilmiyor. Kantin, gazete vb. alışveriş fiş karşılığı yapmak zorunda bırakılmış durumdayız. Ne kadar paramız var, nereye ne kadar kesilmiş, sağlıklı bilgi alamıyoruz. Bu arada, anlaşılıyor ki her hafta mahkumlara gelen 4 milyar TL civarında para, hapishane yetkililerince istenildiği gibi kullanılıyor. Yine, maddi durumu iyi olmayıp parası gelmeyen arkadaşlarımız alışveriş yapamıyor. Elimizde nakit bulunmadığından bu durumdaki arkadaşlara destek olamıyoruz. Zaten bu uygulamanın bir amacı da dayanışmamızı kırmaktır.

10- Haftada bir gün meyve-sebze satışı yapılacak denilmesine rağmen ayda bir kez bile alamıyoruz. Getirildiğinde de adeta tüccar zihniyetiyle çok pahalıya satılıyor. Yemek miktarı ise çok azalmış durumda. Çoğu zaman yemekler, su ve salça karşımından ibaret oluyor.

11- Ağır kış koşullarına rağmen sık sık kaloriferler söndürülüyor ya da randımansız yakılıyor. Aynı şekilde sıcak su sık sık kesiliyor, bazen 10-15 gün hiç verilmiyor. Sorulduğunda ise her seferinde bir gerekçe bulunuyor.

12- İçme ve kullanma suyunun mikroplu olduğuna dair aylar öncesinden suç duyurusunda bulunduk ama değişen bir şey olmadı. Bir yanıt bile alamadık. Bugün de musluktan akan mikroplu suyu kullanmaya mahkum bırakılmış durumdayız.

Bunlar ve bunlara benzer sayısız keyfi uygulamayla kuşatılan bir tecrite tabi tutuluyoruz. Yetkililer her ne kadar “Sincan F tipi’nde hiçbir kötü muamele ve keyfi uygulama yoktur” dese de, bunun kamuoyunu aldatmaya dönük bir yalan olduğunu, yaşanan somut örneklerle ispatlayabiliriz.

Her gün karşılaştığımız bu türden uygulamalar ile sağlıksız hücre koşullarında tutulmamıza karşı kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz.

Atlen Yıldırım
Atılcan Saday
Sincan F Tipi Cezaevi
A-8 124 Sincan/Ankara
14 Ocak 2002



Direnen canlar

Tutsaklığın zehriyle
eriyen canlar
ışıldayarak düşerken toprağa;
yaban arıları
vızıldayarak konuyordu
kardelenlerin üstüne...

Ve yaşamın özsuyu
oluk oluk akıyordu
ölüm denilen değirmene...

Sokaklar mühürlenmişti sanki...
Derin bir suskuda
sabahlıyordu yıldızlar...

Işıtıyordu aysız geceleri,
bir yıldızlar
bir de direnen canlar.

Rahime Henden