Kızıl Bayrak'tan Savaş ve derinleşen kriz işçi sınıfı ve emekçilere yüklenen faturayı hızla büyütüyor. Geçtiğimiz hafta açılan tasarruf tedbirleri paketi, bir kez daha, sermaye iktidarının faturayı tümüyle sınıfa kesme istek ve kararlılığını ortaya koymuş oldu. Ancak, fatura öylesine yüklü ki, iktidarın niyetlerinden bağımsız olarak, sermayenin alt gruplarını da giderek daha fazla etkiliyor. Küçük ve orta ölçekli sanayi şimdiden yarı yarıya çökmüş durumda. Sarsıntı, dolayısıyla da çöküntü sürüyor. İşlerin durması, işletmelerin iflası ya da kapanması sadece küçük ve orta burjuvaların gördüğü zararı değil, daha fazla bu işletmelerin işsiz kalan işçilerinin ve ailelerinin gördüğü zararı anlatıyor. Batan her bir burjuvayla birlikte, 10-20-30 (işletmenin büyüklüğüne göre) işçi işsiz kalıyor. Kapanan işletme sayısı 100e, 1000e katlandıkça, işsizler ordusuna katılanların sayısı da 10 binlere, 100 binlere katlanıyor. Antep sanayisinden yansıyanlar tüm Türkiyeye ayna tutuyor. Tasarruf tedbirleri adı altında ilan edilen yeni saldırı furyasıyla, ilk elde 10 binlerce işçinin daha kapı önüne konulacağı pervasızca ilan edilmiş bulunuyor. Bir de utanmadan sosyal faturasının ağır olacağını söylüyorlar. Emperyalizm memuru Derviş, ama katlanmaya mecburuz diyor. Eğer faturanın yüklendiği sınıf da katlanmaya mecbur olduğunu düşünürse, sermaye sınıfı ve iktidarı sosyal faturayı kaldırabilecektir kuşkusuz. Ancak işçi sınıfının krizin ve savaşın faturasını üstlenmeyi reddetmesi durumunda çıkacak sosyal faturayı kimse tahayyül edemez, dolayısıyla düzenin mecburen de olsa katlanabileceği şüphelidir. İşçi sınıfı ve emekçilere kesilen fatura sadece iktisadi-sosyal alanla da sınırlı değil. Bu da çok doğal. Böylesine ağır bir faturayı sınıfa yükleyebilmek, aynı ağırlıkta bir zor kullanmadan mümkün olamazdı. Son 1 yıldır (demek ki Şubat krizinden bu yana) Türkiyede işkence olaylarında yarı yarıya bir artış tespit edilmiş. Devrimcilere ve devrimci tutsaklara yönelik katliamcı vahşet her kesin malumu. Sınıf ve kitle hareketine yönelik polis terörü de öyle. Gösteri ve ifade özgürlüğü denilen hak, her kullanılmaya kalkıldığında azgın bir terörle karşılana karşılana neredeyse tümüyle kullanılamaz hale getirilmiş durumda. Buna bir de valilerin İller İdaresi faşist yasasına dayanarak getirdikleri keyfi yasaklar eklendiğinde, sermaye devletinin, krizin faturasını yükleyebilmek için, işçi sınıfı ve emekçilerin hak mücadelesini terörle bastırmaya ne kadar mecbur olduğu görülecektir. Ancak, nasıl ki devrimciler tüm baskı ve teröre, tüm vahşi katliamlara rağmen nasıl kararlılıkla direnmeyi sürdürüyorsa, işçi sınıfı ve emekçi kitleler de yasaklara ve terör tehdidine rağmen mücadele istek ve kararlılıklarını ortaya koyuyor. Bu kararlılıkla hain sendika bürokratları üzerinde oluşturdukları basınç sayesinde eylem kararları aldırabiliyorlar. 1 Aralık eylem kararının bu şekilde alındığını sendikacılar bile inkar etmiyor. 1 Aralıkta genel eylem kararı son saldırı paketinden önce alınmıştı. Dolayısıyla paketin yarattığı öfke ve tepkinin de alanlara yansıması söz konusudur. Bu durumda sınıf devrimcilerinin de, geçmiş eylemlere bakarak ortaya konan tahminlerden çok farklı gelişmelere hazır olması gerekmektedir. Hazırlık, öncü işçilerin ve taban örgütlenmelerinin hazırlanması demektir. Eylemlerin inisiyatifi ne sendika bürokratlarına ve ne de kendiliğindenliğe havale edilmemelidir. Öncü-devrimci işçi ve emekçiler, bunların örgütlü olduğu platform ve komiteler, her yol ve araçla alanlarda inisiyatifi ele almaya çalışmalıdır. Eylemlerin, sınıfın elinde geri tepen bir topa dönüştürülmesini engellemenin tek yolu budur. |
|||||