Burjuva düzen cephesinde işlerin nasıl seyrettiği üzerinde durmayacağız.
Bu, son kriz vesilesiyle basınımızda bir kez daha birçok yönüyle irdelenmiştir.
Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, sonu gelmeyen ekonomik
krizlere rağmen, burjuvazinin işleri iyi-kötü götürdüğü, kendi ifadesiye
krizi yönetmeyi başardığıdır. Ciddi zorluklarla karşılaşmadan faturanın
bir kez daha işçi sınıfına ve emekçilere ödetilmesi bunun ifadesidir.
Bu kendi başına burjuvazi için sorunu çözmüyor ve yarına katmerleşerek
devredilen sosyal-siyasal sorunların ağır yükünden kurtarmıyor. Ama
güncel planda duruma hakim olmayı başardığı da bir gerçek. Bunu başarabilmesinin
gerisinde özellikle işçi sınıfının denetim altında tutulmasının olduğu
da bir başka gerçek. İşçi sınıfının güçlü bir çıkışı ve mücadelesi olmadan bu gidişin yönünü
değiştirmek ve emekçi hareketinin önünü açmak olanaklı görünmüyor. Sınıf ve kitle hareketinde tıkanıklık Krizin yıkıcı etkilerine ve onu tamamlayan yeni sosyal yıkım programına
rağmen sınıf ve emekçi hareketi cephesinde anlamlı sayılabilecek çıkışların
yaşanmaması, kitle hareketinin bugünkü durumu hakkında bir fikir vermektedir.
İşçilerin ve emekçilerin derin bir hoşnutsuzluk içinde olduklarından
ve ardı arkası kesilmeyen saldırılara karşı bir çıkış yolu aradıklarından
kuşku duyulamaz. Fakat bu çıkış yolunun bir türlü bulunamaması, sınıf
ve emekçi hareketini iyice yormakta, onu halihazırda ağırlaşan bir tıkanıklıkla
yüzyüze bırakmaktadır. Bu durum, sınıf ve emekçi kitleler içinde bir
çaresizlik duygusuna, bunun da beslediği bir atalete yolaçmaktadır.
Bu çok yeni bir durum da değildir. 99 Temmuzunda tabandan
gelen ve sendika bürokrasisini aşan büyük dalganın depremle birlikte
kırılmasından beri durum aşağı yukarı budur. Burjuvazinin çok yönlü baskı ve denetim mekanizmaları ile bunun bir
parçası olan sendikal ihanet çetesinin sınıf ve emekçi hareketini düşürmeyi
başarabildiği bir durumdur bu. Yıllardır kendini tekrarlayan ve bir
kural olarak hava boşaltma işlevi gören eylem tarzına işçilerin ve emekçilerin
güven ve inancı artık kalmamıştır. Buna rağmen bu eylemlere zaman zaman
gösterilen ilgiyi ve yer yer gerçekleşen güçlü kitle katılımını, bir
türlü kırılamayan mücadele isteğinin bir göstergesi saymak gerekir yine
de. Fakat özellikle işçiler cephesinden sendika bürokrasisini bu tür
eylemlere zorlayan eski taban basıncının şimdilerde büyük ölçüde zayıfladığı
da bir gerçektir. Reformist solda çürüme Sol hareketin durumu, kitle hareketinin mevcut durumunun da olumsuz
etkisi altında, bir bakıma çok daha kötüdür. Reformist ve devrimci kanatlarıyla
geleneksel sol akımların kitlelerin mücadelesine, eylemliliğine ve örgütlülüğüne
hemen hiçbir katkıları yoktur. Dahası, genelde düzenin, özel planda
ise sendika bürokrasisinin yedeği olarak hareket eden sosyal-reformist
akımlar, bu konum ve tutumlarıyla, kitle hareketini ve örgütlenmesini
üstüne üstlük tahrip de etmektedirler. 28 Şubat üzerinden ordu yardakçılığı;
EP üzerinden kurulan tuzaklara verilen tam boy destek; KESKin
düşürüldüğü vahim durum; zindan direnişine utanç verici ilgisizliği
zaman zaman devletin argümanlarıyla konuşmaya vardırmalar vb., tüm bu
güncel tutum ve davranışlar bu gerici rolün göstergeleridir. Reformist sol son zamanlarda düzenin icazet sınırlarına tam olarak
teslim olmuştur. 8 aydır süren ve toplumdaki tüm güçleri, kurumları
ve kişileri yerli yerine oturtmakta paha biçilmez açıklıklar sunan zindan
direnişi, tüm kanatlarıyla reformist sol akımdaki çürüme ve kokuşmayı
da gözler önüne sermiştir. Bu akımlar geçtik sol siyasal iddiaları,
sıradan demokratların gösterebileceği bir ilgi ve desteği bile sunamamışlardır,
politik sonuçları bakımından hayati önem taşıyan bu direnişe. Üstelik
Perinçekçi çete hariç tümü de hücre saldırısının, sınıfa ve emekçilere
yönelik kapsamlı bir saldırının kritik bir alanı olduğunu bildikleri,
bunu hep söyleyegeldikleri halde bu böyle olabilmiştir. Reformist sol akımlar tüm kritik siyasal sorunlarda düzene tam teslimiyet
içindedirler ve bunu davranışlarıyla döne döne kanıtlamaktadırlar. Birbirini
izleyen yenilgi dönemlerinin dejenere ürünleri durumundaki bu akımların
mücadelenin daha da sertleşeceği bir aşamada sahneden silineceğinden
ya da düzenle tam bütünleşme yolu tutacaklarından kuşku duyulmamalıdır.
Tüm bunlar, reformist solun durumuna ilişkin tespitler, gözler önündeki olgusal durumlardır. Bu durum reformist solu küçümsemeyi değil, ona karşı daha sistematik bir mücadeleyi gerekli kılmaktadır. Komünistler, reformist solun maskesini indirme ve kitle hareketinde hala yapmayı başarabildiği tahribatın önünü alma mücadelesini bundan böyle de güçlendirerek sürdüreceklerdir.
Zindan direnişi süreci, geride kalan 8 ay boyunca geleneksel devrimci
demokrat akımları hemen tümüyle kendine kilitledi ve bu akımların içinde
bulundukları durumu da gözler önüne serdi. İçerde büyük bedeller ödenerek
bu denli uzun bir zaman diliminde ayakta kalmayı başarabilen bir direnişe
rağmen bu akımların sergilediği manzara, onların tıkanıklıktan da öte
bir kötürümleşme içinde olduklarını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur.
Bir tek kendini tümüyle zindan direnişine endekslemiş bulunan DHKP-C
bir ölçüde bunun dışında kalmayı başarabilmiştir. Bu akımlar, zindan direnişi ötesi toplumsal gündemden, sınıf ve emekçi
hareketinin yakıcı sorunlarından büyük ölçüde koptukları halde, zindan
direnişinin başarısını kolaylaştıracak hemen hiçbir anlamlı politik
açılım ve çaba içerisinde de olamamışlardır. Bu, bu akımların bugün
geldiği yerdir ve bu akımlar bünyesinde yeni yıkımlar ve tasfiyeci savrulmaların
da rahatsız edici zeminidir. Yenilmemiş, tersine büyük bir sabır ve
inatla süren bir direnişi yenilmiş sayarak kendi ataletlerine dayanak
yapanların, önümüzdeki dönemde kendilerini böyle bir akibetten kurtarmaları
kolay olmayacaktır. Kürt hareketinde bekleyiş İmralı teslimiyetinin üzerinden geçen iki tam yıl, bu çizginin içyüzünü
ve iflasını bütün açıklığıyla gözler önüne sermekle kalmadı, bu çizgiye
angaje olan Kürt hareketini de aktif bir güç olarak siyaset sahnesinden
neredeyse tümden sildi. Kürt hareketinin yaşanan kan kaybına rağmen
kitle gücünü bir ölçüde koruması, bu sonucu değiştirmemektedir. Hareket
siyaset sahnesindeki belirgin varlığını çoktan kaybetmiştir ve saflarda
sürekli büyüyen bir umutsuzluk vardır. Umutların tüketildiği bu edilgen
bekleme süreci safları da günden güne çürütmektedir. İmralı çizgisindeki Kürt hareketi bu duruma karşı çaresizdir ve son
zamanlarda sık sık yinelenen savaş tehditleri bir anlam taşımadığı gibi,
kimse tarafından ciddiye de alınmamaktadır. Durumdan biricik çıkış yolu,
İmralı çizgisinin tümden red ve mahkum edilmesi temelinde yenilenmiş
bir devrimci mücadele çizgisidir. Bunun bir gereği olarak da Türk işçi
ve emekçileriyle birleşik mücadele yoluna girilmesidir. Bunun ötesindeki
herşey boş bir laftır. Umutsuzluğu büyütmekten, çürümeyi derinleştirmekten
başka bir sonuç vermeyecektir. *** Buraya kadar ortaya en özet biçimde koyduklarımız, genel çizgileriyle
bir mevcut durum tablosudur. Bizim için öznel bir değerlendirme olmaktan
çok bir nesnel/olgusal durum tespitidir. İyimserlik ya da karamsarlık
nedeni değil, dönemsel görev ve sorumluluklarımızı doğru, isabetli ve
başarılı bir biçimde üstlenebilmemizin bir olanağıdır. Kısa dönemli başarının diyalektiği Krizi yönetme ve kitleleri dizginleyerek denetim altında tutma alanındaki
güncel başarısı ne olursa olsun, Türkiyenin burjuva düzeni uzun
vadede güçsüz ve gelecekten yoksundur. Bunu hiç de genel bir teorik
gerçek olarak ya da tarihsel iyimserlik içinde söylüyor değiliz. Onyılları
bulan tablonun gelişim seyri ortadadır. Son 20 yılın ardından bugün
varılan nokta bile, kendi başına işaret edilen bu gerçeğin bir göstergesidir.
Kısa dönemli olarak krizi iyi-kötü yönetmek ve kitlelerin tepkisini
kontrol edilebilir ve katlanılabilir sınırlar içinde tutabilmek bir
başarı olsa bile, bu aynı sürecin sonu gelmez krizler olarak işlediğini
ve krizi yönetme imkanlarını da adım adım tükettiğini bilmek gerekir.
Baskı ve şiddeti bu denli kesintisiz ve yoğun bir biçimde kullanan,
tam denetimindeki sendika bürokrasisini sürekli bir biçimde ihanet çizgisinde
davranmaya mecbur eden bir sınıfın elinde kullandığı bu araçlar, giderek
eski gücünü ve işlevini de zamanla kaçınılmaz olarak yitireceklerdir.
Büyük güç ve itibar kaybına uğramış, her biri için yüzde on barajını
aşmak bile ciddi bir sorun haline gelmiş düzen partileri tablosu, bunun
daha şimdiden açıklayıcı bir örneğidir. Halkın en az güvendiği kurumların
başında meclis, medya ve politikacıarın gelmesi bir rastlantı değildir.
Kriz süreçlerinin ve krizi yönetme başarısının zamanla tüketip itibardan
düşürdüğü kurumlardır bunlar. Aynı süreç, örneğin şu an için en güvenilir kurumlar arasında gösterilen
cumhurbaşkanı ve ordu için de adım adım işlemektedir. Hukuk adamı
görüntüsü altında sergilediği birkaç göstermelik jestle bir anda büyük
itibar kazanan cumhurbaşkanı, şimdi her biri birer vatana ihanet
belgesi niteliğindeki İMF yasalarını peşpeşe tam bir uysallıkla onaylamaktadır.
Krizin kurumları tüketen çarkıdır bu, hukuk adamı parıltısını
bir anda uysal İMF memuru derekesine düşürmektedir. Aynı şey ordu için de geçerlidir. Halk hareketlerini acımasızca ezen
faşist askeri darbelerin, ABD emperyalizmine ve NATOya elli yıllık
uşakça sadakatin, Kürdistandaki kirli savaşın, kontr-gerillanın
beyni ve omurgasını bünyesinde taşımanın biriktirdiği büyük itibar kaybını,
gözlere kül serpmek anlamına gelen 28 Şubat çıkışıyla bir ölçüde ve
bir süre için hafifletmeyi başaran sermaye ordusunun bu manevrası da
artık sınırlarına varmıştır. Bu aynı ordun şimdilerde, İMFnin
sosyal yıkım programlarına verdiği tam destek ve bunların engelsiz uygulanmasına
yaptığı dipçikli bekçilikle de gözler önündedir. Emperyalizmin ve NATOnun
Ortadoğu bekçisi olmakla yetinmeyerek, dünya jandarması ABD ve siyonist
İsraille Ortadoğu halklarına karşı kurduğu yeni saldırgan askeri
ittifakla da gözler önündedir. Emperyalizmn tam denetim altına almak
için bölüp parçaladığı, kanlı boğazlaşmalar içerisinde tükettiği Balkanlarda,
emperyalizmin hizmetindeki işgalci güç olarak da gözler önündedir. Hortumlanarak
batırılan hemen bütün batık bankaların yönetim kurullarından bu ordunun
generalleri çıkmaktadır. Çoğaltılacak bu tüm temel önemde olgusal gerçeklerin
kriz süreçlerine parael olarak kitlelerin bilincinde izler bırakmaması
ve anlam kazanmaması elbette düşünülemez. Özetleyerek yineliyoruz: Burjuva düzenin bugün için belli kurumlar
ve araçlarla krizi yönetmede gösterdiği başarı, uzun vadede onu zora
sokacak tüketici bir süreç olarak da işlemektedir. Bir başka ifadeyle,
düzenin stratejik/yapısal zaafları, onun güncel üstünlüklerini kemirmekte,
adım adım zaafa uğratmaktadır. Burjuvazinin güncel üstünlüklerini ve olanaklarını asla küçümsememeli,
fakat bunu özetlediğimiz tablonun içinde ele alarak, uzun vadede onulmaz
zayıflıklarını da görmeliyiz. Bu bize devrim mücadelesine güvenli ve
soluklu bakmak olanağı sağlayacaktır. Sınıf ve kitle hareketindeki zayıflığın öteki yüzü Sınıf hareketi ve emekçiler cephesinde güncel durum görünürde fazlasıyla
umut kırıcıdır. Fakat bu görüntüye aldanmak aldananları temelsiz bir
karamsarlığa ve bunlar sol siyasal oluşumlarsa eğer, kaçınılmaz biçimde
tasfiyeci savrulmalara da götürür. Kendini tekrarlayan ve elle tutulur herhangi bir sonuç yaratmayan kitle
eylemleri çizgisi, burjuvazinin uşağı durumunda olan ya da ona tam teslimiyet
çizgisinde hareket eden sendika bürokrasisi tarafından sınıf ve kitle
hareketine kurulmuş en büyük tuzak durumundadır. Bu eylem çizgisi, eylem
içerisindeki kitlelerin kendine olan güvenlerini ve mücadele yeteneklerini
geliştiren, birlik, dayanışma ve örgütlenmelerini güçlendiren değil,
tersine, tüm bunları zayıflatan ve parça parça tüketen bir etkide bulundu
bugüne kadar. Bugün bu çerçevedeki eylemliliklerin işçileri ve kamu emekçilerini
artık yorduğu, dahası onlarda bir güçsüzlük ve çaresizlik ruh haline
yolaçtığı bir olgusal durumdur. Fakat bu aynı olgunun gerisinde, sendika
bürokrasisine derin bir güvensizlik ve onların inisiyatifine dayalı
eylemlere giderek büyüyen bir inançsızlık da vardır. Bu ise tutarlı
ve güvenilir önderlik arayışlarını besleyen bir durumdur. Yanısıra,
kitlelerin kendi iç birikim ve dinamizmlerinden gelen eylemler için
uygun koşulların adım adım oluşması ve olgunlaşması demektir. Dönemin gerçek devrimcileri, somutta komünistler, mevcut durumu, umutsuzluk
ve kitlelere güvensizlik nedeni haline getiren tasfiyeci yaklaşımların
ve yakınmaların aksine, işçilere ve emekçilere güven veren ve onlara
çıkış yolu gösterebilen enerjik bir çalışmanın olanağı olarak görmeli
ve değerlendirmelidirler. Reformist akımların güçten düşmesi Bu bizi yeniden sol hareketin mevcut durumuna getiriyor. Dönemin tüm
gelişmeleri devrimci ve reformist kanatlarıyla geleneksel sol akımları
ezmekte, bunaltmakta ve onlarda sürekli bir biçimde güç ve moral kaybına
yol açmaktadır. Reformist akımların tüm hesapları ve umutları rejimin
yumuşaması beklentisi üzerine kuruludur. Oysa Türkiye, sonu gelmez krizler
ülkesi olarak, sosyal çelişki ve çatışma etkenlerinin döne döne güç
kazandığı bir yerdir. Temel önemde bu olgusal gerçek ise burjuvaziyi,
yumuşama bir yana, baskı ve terör rejimini daha da güçlendirme zorunluluğuyla
yüzyüze bırakmaktadır. Öte yandan, rejimin devrimci akımları ezme ve teslim alma politikası,
son zindan direnişi sürecinde de görüldüğü gibi, beraberinde sıradan
ilerici demokrat kuruluşları bile kapsayan bir baskı ve terör uygulaması
getirmektedir. Doğal olarak bundan reformist sol da yer yer payına düşeni
almakta, bu da onu daha geri ve teslimiyetçi konumlara itmektedir. Bu
gelişme ise reformizmi güçten düşüren bir etkide bulunmaktadır. Zira
düzenin basıncına bu denli kaba teslimiyet, içlerinden bir kısmı hala
bir ikiyüzlülük örneği olarak devrimcilik iddiasında bulunan bu akımların
maskesini de indirmekte, gerçek konumlarını gözler önüne sermekte, bu
da onları itibar ve güç kaybına sürüklemektedir. Bu çerçevede, reformist
sol akımların son zamanlarda iyice itibarsızlaşması ve sürekli güç kaybetmesini,
son bir yılın olaylarından, öellikle de zindan çatışmasının ayrıştırıcı
ve kimlikleri yerli yerine oturtucu yönünden ayrı düşünemeyiz. Bütün bunların ışığında, reformist solun eski gücünü ve etkisini yitirmesi
anlaşılır bir durumdur. Türkiye gibi bir ülkede, sahte kimliklerin olayların
akışına ve çatışmanın sertliğine dayanma gücü ve olanağı yoktur. Bu
düzen kurumları için olduğu kadar sol akımlar için de böyledir. Hele
ki, yenilgi dönemlerinin ezip pelteleştirdiği güçlere dayanan reformist
sol akımlar için. Tasfiyeci tahribatı göğüsleme görevi Bir hayli zedelenmiş, erozyona uğramış devrimci-demokrat bir kimliğin
düne kadar iyi-kötü taşıyıcısı olmuş geleneksel küçük-burjuva akımların,
aynı sürecin altında ezilmelerinde de anlaşılmaz bir durum yoktur. 90ların
ortasında semt hareketlenmesinin sağladığı geçici soluklanmanın olanaklarını
çoktan tüketen bu akımlar, o zamandan beri sürekli bir gerileme, zayıflama
ve moral erozyon içerisindedirler. Son zindan süreci ise içlerinden
bazılarının ideolojik ve politik açıdan tasfiyeci bir girdaba nasıl
sürüklendiklerini gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Bu gruplardan bazıları
önlerini bile göremedikleri gibi, geleneksel direnişçi kimliklerini
de hızla yitirmektedirler. Sol ve keskin bir söylemden sağ ve teslimiyetçi
tutumlara savrulmaları için, yalnızca birkaç ayın olayları yetebilmektedir. Her zaman vurgulayageldik; yenilenme ve kendini aşma yeteneği gösteremeyen
bu gruplar, gerçekte tarihsel ömürlerini çoktan doldurmuş durumdadırlar.
İçlerinden küçük-burjuva konumu belirli bir ısrarla tutma yeteneğini
gösteren bir-ikisi hariç, ötekiler biraz erken ya da geç, kaçınılmaz
bir biçimde tasfiye olacaklardır. Komünistler olarak biz bunu anlaşılır buluyor ve olağan karşılıyoruz.
Bizim için önemli olan; devrimci direnme çizgisini güçlendirerek ve
güven veren bir çekim merkezi oluşturarak bu tasfiyeci sürecin etkilerini
sınırlandırmak, bu arada mümkün olduğu ölçüde hala diri kalmayı başarabilen
güçleri/kadroları partinin devrimci çizgisine kazanmaktır. Tasfiyeci sürecin panzehiri sınıf ve Tasfiyeci bir batağın içerisinde umutları ve güçleri tüketen Kürt hareketi
içinse söylenebilecek olan kısaca şudur: Kürt hareketi içinde köklü
bir iç hesaplaşmanın ve ayrışmanın yaşanması, böylece devrimci çıkışların
önünün açılması, Türkiyenin genelinde sınıf ve emekçi hareketinin
gelişme gücü ve temposuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu açıdan, bugün
Kürt hareketi bünyesindeki emekçilere yapılabilecek en büyük yardım,
genel devrimci görevlere yüklenmek, özellikle de sınıf hareketinin halen
sıkıştırıldığı cendereyi parçalamasını kolaylaştıracak bir çaba içinde
olmaktır. Bunun ötesinde, ideolojik mücadele, teslimiyet ve tasfiye
sürecinin teşhiri ve katı gerçeklerin gözler önüne serilmesi mücadelesi
elbette kesintisiz bir biçimde sürduuml;rülmek durumundadır. Şunu da ekleyelim ki, teslimiyet ve tasfiye çizgisinin iflasının herkes tarafından görülebilir hale gelmesi, kendi başına bu cephede devrimci ayrışmalar ve çıkışlar için yeterli değildir. Bu kadarı en fazla hareketin en diri kadrolarının devrimci yönelişini kolaylaştırabilir. Fakat tersinden, taban kitlesinin geniş kesimlerinin umutsuzluk içerisinde dağılmasına yolaçan bir etkide de bulunabilir. İşçi sınıfı ve emekçi hareketindeki genel gelişme bunun önüne geçebilecek biricik gerçek olanaktır, boş hayallere kapılmamak için bunu hep gözönünde bulundurmak gerekir.
Partimiz dönemin tablosunu böyle görmekte, kendi güncel görev ve sorumluluklarına
da buradan yaklaşmaktadır. Mevcut tablo altında ezilmek bir yana, onu
bütün bir gerçekliği içerisinde yüreklilikle kavramakta, görevlere her
zamankinden daha büyük bir enerjiyle sarılarak, devrimci çıkış yolu
hazırlama misyonuyla hareket etmektedir. Tam da öngörüldüğü gibi, devirmeyen darbe güçlendirdi; yeniden inşa
sürecinde katedilen mesafe, partimizi sınıf hareketine ve genel devrimci
mücadeleye karşı sorumluklarını her açıdan daha güçlü bir biçimde üstlenecek
bir noktaya getirdi. Solda tasfiyeci süreçlerin derinleştiği bir zaman
kesitinde, kendini yeniden örgütleyerek devrimci sınıf mücadelesi görevlerini
daha etkin ve çok yönlü olarak üstlenecek bir hazırlık düzeyine ulaşmayı
başarmak, doğal olarak bir rastlantı değildir. Partimizin teorik temeli,
ideolojik çizgisi, taktik açıklığı, örgüt birikimi ve geleneği, ve tüm
bunlardan kaynaklanan moral gücü, bu başarıyı olanaklı kılmıştır. Sınıf ve kitle hareketinin mevcut durumu ile sol hareketin iç karartıcı
tablosu sorumluluklarımızı daha yakıcı hale getirmektedir. Bu sorumlulukları
cesaret ve güvenle omuzlayacağız. Sorunumuz günü kurtarmak değil, fakat
geleceği kucaklamaktır. Bu devrimci bakışaçısı, güncel durumu ve olanakları
en iyi bir biçimde değerlendirebilmenin de temel önkoşuludur. Geleceği
kucaklamak, gündelik kaygı ve beklentilerden uzak bir biçimde, geleceğe
yönelik sabırlı ve soluklu bir çalışma da demektir. Başarının güvencesi
bu bakışaçısında, buna dayalı çalışma tarzındadır. Kitle hareketindeki gündelik dalgalanmalara, iniş-çıkışlara hiçbir
biçimde takılmamalı, buna ilişkin beklentiler içerisinde olmamalıyız.
Kitle hareketinin mevcut tablosu, zaman zaman umut veren ve hareketin
kendini aşabileceği izlenimi yaratan bazı çıkışlar sayılmazsa, son on
yıldır kendini yineleyip duran kısır bir tablodur. Kendiliğinden büyük
bir patlama ya da etkili bir devrimci önderlik müdahalesi olmadıkça,
bu tablo değişecek gibi görünmemektedir. Bunlardan ilkine, kendiliğinden
bir patlamaya, umut bağlamak ve eli böğründe böyle bir olanağı beklemek
bizim sorunumuz olamaz. Kaldı ki, ortaya çıktığında böyle bir olanağı
etkili ve başarılı bir biçimde değerlendirebilmenin zorunlu temel koşulu
da, yine önden iyi bir hazırlık çalışması içinde olmaktan geçmektedir.
Bu ise bizi kendiliğinden ikinci druma, yani devrimci önderlik müdahalesinin
özel önemine getirmektedir. Etkili ve sabırlı bir hazırlık çalışmasıyla
özellikle sınıf kitleleri içerisinde adım adım güç, etki ve mevzi kazanmak
zorundayız. Mevcut kısırlıktan ve açmazdan tek gerçek çıkış yolu olarak,
devrimci sınıf çizgisi ve programına işçileri ve emekçileri kazanmak
zorundayız. Taktik alanda ve örgütte yoğunlaşma Teorik temelimiz, ideolojik kimliğimiz, bunların tarihi devrimci alternatif
olarak somutlanmış biçimi olan programımız, ortaya koyduğumuz iddianın,
üstlendiğimiz misyonun temel güvencelerinden biridir. Fakat bunu devrimci
taktik ve örgüt alanındaki üstünlüklerle bütünleştirebildiğimiz oranda,
partimizi sınıfla gerçek manada buluşturabilir ve böylece devrimci gelişmeyi
güvence altına alabiliriz. Henüz zayıf olduğumuz bu alan doğallığında
dikkatlerin ve enerjinin de yoğunlaştırılacağı asıl alandır. Kuruluş
gündeminin özel ağırlığına rağmen parti kongresinin devrimci taktik
ve örgüt sorunları üzerinde kapsamlı bir yoğunlaşma yaşaması, bu çerçevede
bir rastlantı değildir. Bu iki sorun organik bir bütünlük de oluşturmaktadır. Dönemsel devrimci
görevleri kucaklayan isabetli ve etkili bir taktik çizgi izlenmeksizin,
örgütsel ve dolayısıyla kadrosal gelişme olanaklı olamaz. Bunun tersi
de aynı ölçüde doğrudur. Etkili bir devrimci siyasal çalışma için güçlü
bir örgüte ve sağlam kadrolara sahip olmak zorundayız. Fakat güçlü bir
örgüt ile sağlam kadroları da ancak etkili, sistematik ve çok yönlü
bir siyasal çalışma içinde yaratabiliriz. Bu organik bütünlüğü kavramak
önemlidir. Bugünün koşulları ve ihtiyaçları içerisinde bu ikisi arasında
ayrım yapacak, birinden birine ağırlık tanıyacak durumda değiliz. İkisi
de aynı ölçüde öncelikli ve yakıcıdır; çözümleri ise biribirine sıkı
sıkıya bağlıdır, iccedil;içedir. Sınıf çalışmasında araç ve yöntem zenginliği Sınıf çalışmasında yeni ve bu kez sonuç alıcı bir yüklenme çabası içindeyiz.
Burada en önemli güncel sorun, sınıf kitlelerini etkilemenin ve örgütlemenin
çok yönlü olanaklarını birarada başarıyla kullanabilmektir. Bunu araç,
yöntem ve biçim zenginliği olarak da kavrayabiliriz. Sınıf çalışmasında
tek biçimliliğe, salt belli araçlara ve yöntemlere takılıp kalmak, kendi
başına bununla yol alınabileceğini sanmak, geçmiş sınıf çalışmamızın
en zayıf yanıydı. Başarıyla kadrolaşmanın önemi ve aciliyeti Görevlerin başarıyla üstlenilebilmesi için örgütsel yapımızın güçlendirilmesi
ve kadrolaşmanın önemi özel bir açıklama gerektirmiyor. Ama burada kadrolaşmanın
önemini ve aciliyetini özellikle vurgulamak istiyoruz. Konuya ilişkin
değerlendirmelerimizde hep ifade edilegeldiği gibi, kadrolaşma kendi
başına insan kazanmak değil, bu insanları parti çalışmasının ve mücadelesinin
ihtiyaçlarına göre eğitmek, dönüştürmek ve hazırlamaktır. Bugün bu açıdan
ciddi sorunlarımız var. Saflarımıza sürekli yeni, genç ve deneyimsiz
insanlar akmaktadır. Fakat bunların parti içinde ya da çeperinde örgütlenerek
eğitilip kadrolaştırılması sorunu, hala ciddi bir yetersizlik alanı
olarak durmaktadır önümüzde. Bunda yeterli başarıyı sağlayamamak, parti
örgütlenmesini geliştirmeyi güçleştirmekte ve dolayısıya da görevlerin
daha etkili bir biçimde üstlenilmesini zora sokmaktadır. Bu, bu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken bir sorundur. Zamanında
kucaklanamayan, çok yönlü teorik ve pratik, politik ve örgütsel, legal
ve illegal eğitimden ve deneyimden geçirilemeyen parti militanlarının
gelişimi zaafa uğramakta, sonuçta bu insanların bir kısmı ya kaybedilmekte,
ya da imkandan çok soruna dönüşmektedirler. Kadrolaşma alanındaki yetersizliğin
örgütsel darlıkla sıkı sıkıya bağlı bulunduğunu, fakat tersinden de,
başarıyla kadrolaşamamanın örgütsel gelişme ve yetkinleşmeyi zora soktuğunu
bilmek, buradaki içiçeliğin bilinciyle sorunun çözümüne yüklenmek durumundayız.
Saldırıları göğüsleyerek ilerleyeceğiz Bütün bu görevleri üstlenmeyi ve bütün bu sorunları çözmeyi, burjuva
rejiminin çok yönlü ve tümden tasfiye etme hedefine yönelmiş kesintisiz
saldırıları altında başarmak durumundayız. Son bir yılın olayları, özellikle
de hücre saldırısı üzerinden sahnelenen vahşet ve gösterilen kararlılık,
rejimin devrimci hareketi devrimci kimlik yönünden ezmek niyetini gözler
önüne sermiştir. Bu olaylar, tam da devletin gizli Siyaset Belgesinde
öngörüldüğü çerçevede, ehlileştirip teslim alınmış, düzenin icazet sınırlarına
mahkum edilmiş bir sol yaratma politikasının anlamını somut olarak ortaya
koymuştur. (TKİP Merkez Yayın Organı Ekimin Haziran 01 |
|||||