İsrail, Filistin topraklarında Filistin halkını kırımdan geçiriyor. Tam teçhizatlı İsrail ordusu bir kez daha kan kusuyor. İsrail, Arap halklarına karşı düzenlediği sayısız katliamlarından birini daha gerçekleştiriyor. Daha dün dökülen bunca kanın üzerinde emperyalist ağababalarıyla gülücükler yapıp tarihi barış nutukları atanlarsa, Filistin halkının göz bağcıları olduklarını kanıtlıyorlar. Katliam geleneğine eklenen bu son katliam bir kez daha gösteriyor ki, emperyalistlerin barışı halkları diz çöktürmenin bir biçimidir. Savaşla çöktüremediğini, gözlerini barış adına bağlayarak çöktür, eğer olmuyorsa katletmeye devam et. İşte Filistin topraklarında yaşananlar, bir kez daha, emperyalist gerici bir sözde barışın gerçekte katliamın diğer adı olduğunu gösteriyor.
Filistin halkının dökülen kanının sorumlusu sadece İsrail değildir. Emperyalizmin Ortadoğu halklarına çevrilmiş bu kanlı namlusu, birkaç yıldır bu misyonunu kardeşi Türk sermaye devleti ile beraber oynuyor. Birkaç yıl önce ABDnin efendiliğinde kurulan bu kirli-kanlı ortaklık, baştan aşağı Ortadoğu halklarının sömürüsü ve kanı üzerinde kurulmuştur. Nerede özgürlük isteyen halklar, nerede insanca yaşama isteyen işçi-emekçiler varsa, bu kanlı ortaklık onun üzerine yürümüş kanını dökmüştür, dökmeye devam edecektir. Bu ortaklık bölge halklarına ABDnin çıkarları temelinde köleliği kabul ettirmek amacıyla kuruldu. Tüm planları tüm hesapları buna yönelik. Ancak, ezilen halkları tercihsiz(!) de bırakmıyorlar. Ya boyunlar kölelik zincirine gönüllüce yatırılacak, ya da katliam makinesi çalışmaya devam edecek.
Bu kanlı ortakların, üçü de ezilen halkların kan dökücüsüdürler. Türk devleti, yıllardır Kürt halkının kanını döküyor, kitlesel katliamlardan geçiriyor. Bugün diğer katil kardeşi gibi, teslimiyetçi kuklaları yoluyla kanla ördüğü çehresine makyaj çekmeye çabalıyor. Elbet Kürt halkına o da kardeşleri gibi kanlı ya da kansız köleliği dayatıyor. Teslim oldukça sorun yok. Ama kölelik çemberi yarıldıkça, katliamlar geleneğine bir halka daha eklenecektir. İşte bunun en parlak örneği bir yıl önce yaşandı, üstelik başkentte. Dayatma aynıydı; ya teslimiyet ya da ölüm. Devrimci tutsaklar köleliği reddettiler, sonuç Ulucanlar vahşeti oldu.
ABDnin kanlı sicili ise saymakla bitirilemez. Dünyanın sayısız bölgesinde, ülkesinde dökülen her kanda parmağı var. Barış sözcülüğüne soyunmuş ve kanlı ağzından barış sözcüğünü eksik etmiyor. Ama elleri çalışıyor. Ya doğrudan ya da iplerini tuttuğu yerli tetikçileriyle. Bir çırpıda binlerin boğazı kesilir ABDnin emriyle. Herşey ABDnin borusunun ötmesi içindir. Eğer buna karşı gelirsen, ölüm kuyularına atılıp cezalandırılırsın.
Filistin halkı katliamdan geçirilirken ABD, yine barışın aktörlüğüne soyunuyor. Uşaklarını kapalı kapılar arkasında pazarlık masasına oturtuyor. Sözde barışı yeniden getirecekler, kan dökülmesini durduracaklar. Gerçekte ise cezalandırmanın başarıya ulaşıp ulaşmadığını ölçecekler. Bu iki yüzlü oyun o kadar bayatladı ki, artık tutmuyor. Örneğin ABD, barış maskesiyle tarafları masabaşına çağırırken, İsrailce yapılan katliamı kınamak için FKÖ tarafından BMe sunulan bildiriye sert olduğu için imza atmıyor.
Kürdistanda, Irakta, Filistinde ve dünyanın bir çok bölgesinde üçlü katliamcı çete işbaşında. Kanla beslenip, zulüm estiriyorlar. Ancak dünya emekçilerinin ve ezilen halkların öfkesi büyüyor. Günü gelecek bu öfkenin şiddetine çarpıp döktükleri kanın hesabını vereceklerdir. İntifadanın baskıya, katliamlara ve hainliklere karşın bastırılamayan sesi bunun kanıtıdır.
Halk kitlelerinin Miloseviç rejimine karşı biriken öfkesi,
ABD patentli darbenin örtüsü olarak kullanıldı...
Perşembe günkü olayların ardından emperyalizmin Yugoslavyaya on yıllık müdahalesi yeni bir evreye daha girdi. NATO bünyesindeki batılı emperyalist devletler koalisyonu, 50lerden 90lara kadar kendileri için Varşova Paktına karşı siyasal bir üs işlevi görmüş eski Yugoslavyayı, 89 yıkılışını izleyen son on yıllık süre boyunca ardı arkası kesilmeyen acımasız müdahalelerin hedefi haline getirdiler. Önce eski Yugoslavyayı bir kısım federal cumhuriyetler üzerinden parçaladılar. Ardından bazı parçalarda etnik boğazlaşmaları kışkırtarak, eskiden uzun yıllar kardeşçe yaşamayı başarmış halkları birbirlerine kırdırdılar. Sonra da, Bosna-Hersekte olduğu gibi, barış gücü maskesi altında buralara kalıcı işgalci güçler olarak yerleştiler.
Yugoslavyayı küçücük devletçiklere bölmeye ve bunları kendi içinde tam kontrol etmeye dayalı bu plan (ki basında yayınlanan Alman gizli servisi belgeleriyle varlığı çoktan kanıtlanmış durumda), 99 baharında Kosova bahane edilerek emperyalist savaş makinası NATOnun Sırbistana karşı harekete geçirilmesiyle, yeni bir aşamaya girdi. Yugoslavyanın yıkıma uğratılması ve NATOnun Kosovayı işgalinin kabul ettirilmesiyle başarıya ulaşan bu müdahalenin ardından sıra bu kez, Sırbistan dışında geriye kalan tek cumhuriyet olan Karadağın da kopartılması ve Sırbistanın besleme-işbirlikçi muhalefet eliyle kontrol edilmesine gelmişti. Perşembe günü gelişen son olaylar, bu doğrultuda önemli bir yeni adımı işaretlemektedir.
Emperyalizmin Yugoslavyaya müdahalesinin bu başarılı gelişme seyrinde, kuşkusuz ki Sırp burjuvazisinin gerici-şoven siyasal temsilcilerinin çok özel bir rolü olmuştur. Bunların baş temsilcisi de son olaylarla devrilen Slobodan Miloseviçten başkası değildir. 80lerin sonunda alevlenen büyük Sırp şovenizminin baş temsilcisi tam da o olmuştu ve şimdiki muhaliflerinin bir kısmı o zamanlar onun arkasında olmuşlardı. Gerici Sırp kilisesi tarafından da desteklenen Büyük Sırbistan ülküsüne bağlanan bu çılgın şovenizm, Yugoslavyaya yıkım ve Yugoslavya halklarına büyük acılar yaşatmakla kalmadı, eski Yugoslavyadan da geriye neredeyse bir tek Sırbistanın kendisini bıraktı. Çürümüş ve kokuşmuş Yugoslav rejiminin halk kitlelerini şovenizmle ayakta tutma hesabı, zaman içinde ters tepti ve yarattığı ağır faturayla yozlaşmış rejimin bugünkü yıkımını da bizzat hazırladı.
Emperyalizm bu uygun zemini dıştan müdahalelerle en iyi biçimde istismar edip kullanmakla kalmadı, bizzat Sırbistan içinde, dolaysız olarak denetleyip yönlendirdiği besleme bir muhalefet de yarattı. NATO saldırısını izleyen son bir yıl içinde, bu muhalefet Batılı emperyalist istihbarat örgütleri tarafından büyük kaynaklar kullanılarak çok özel bir çabayla organize edildi ve kendi içinde birleştirildi.
NATO bombardımanının yarattığı yıkım ve yaşanan sürekli toprak kayıplarının yarattığı milliyetçi duyarlılık dışında, geniş halk kitlelerini mevcut rejime bağlayacak bir şey zaten yoktu. Tam tersine, on yıllık sürekli savaş ve yıkım süreci içerisinde kendileri de ağır biçimde sosyal-kültürel yıkıma uğramış, Yugoslavyaya uygulanan emperyalist ambargonun kıskacı içinde iyice bunalmış halk kitlelerinin, yozlaşmış Miloseviç rejimine karşı yoğun bir hoşnutsuzluk ve tepki duyması için her türlü neden vardı. Bunu miliyetçi duygularla sınırlayıp yatıştırabilmenin sınırlarını ise son seçimler ve bu seçimleri izleyen son olaylar açıklıkla göstermiş oldu.
Kosova işgalinden beri Batılı emperyalistler, Sırbistandaki işbirlikçileri aracılığıyla işte bu hoşnutsuzluğu işliyorlardı. Perşembe günkü olayları verirken TRTnin döne döne tekrarladığı gibi, son seçimler öncesinde işbirlikçi muhalefetin adayı için ABD ortaya yüzmilyonlarca dolar döktü. (Bunu aynı ABD ile birlikte haftalarca Yugoslavyayı bombalamış Türk rejiminin resmi borazanı söylüyor!) Kitle gösteriler kullanılarak gerçekleştirilen ve bununla kamufle edilen hükümet darbesinin örgütlenmesinde, ABDnin döktüğü bu muazzam kaynaklar epeyce iş görmüş olmalıdır.
Dahası var. Seçim kampanyası döneminde NATO kaba bir müdahale tehditi çerçevesinde Adriyatike, Hırvatistan ve Kosova üzerinden de Sırbistan sınırlarına asker yığdı. Bununla kalınmadı, Batılı emperyalistler, seçimi muhalefet kazanırsa yıllardır sürmekte olan ambargonun ve yaptırımların kalkacağını da açıkladılar. Böylece hem tehditle hem de özendirici rüşvetlerle, ağır yaşam koşulları altında bunalan seçmen kitlelerinin tercihine doğrudan müdahalelerde bulundular.
Emperyalist medya kuruluşları, Belgradda yaşanan olayları, önce halk ayaklanması, ardından da hızlarını alamayarak devrim olarak niteleyip duyurdular. Gerçek halk ayaklanmalarını ve devrimleri boğmak için her zaman ve her yerde her türlü kanlı ve kirli çabayı göstermiş bulunan, devrim fikrine karşı da bitmez bir kinle sonu gelmeyen ideolojik bir haçlı seferi ve karalama kampanyası yürüten emperyalist gericiliğin, kendi lehine olan gelişmeleri şirin göstermek ve meşrulaştırmak için halk ayaklanması ve devrim gibi kavramların arkasına sığınması, en kaba türünden bir arsızlık ve ikiyüzlülük örneği sayılmalıdır.
Perşembe günkü olaylarda, halk kitlelerinin Miloseviç rejimine karşı yıllardır biriken büyük hoşnutsuzluğunun başarıyla kullanıldığı bir gerçektir. Fakat yaşanan bir devrim değil, basitçe bir hükümet darbesidir ve işin içyüzü kimlerin nasıl satın alınıp örgütlendiği zamanla açığa da çıkacaktır. Bilinçsiz, yönsüz, hedefsiz kitlelerin birikmiş öfkesi ve tepkisi, bunun sadece bir örtüsü olmuştur. Rejimin tüm kurumları yerli yerinde durmaktadır ve Batı işbirlikçi muhalefetin hizmetine girmekte zorlanmayacak görünmektedirler.
Halk kitleleri ise gerçekleşmesine yardımcı oldukları gelişmelerden hiçbir yarar sağlamayacakları gibi, bir süre sonra önlerine konulacak İMF-Dünya Bankası reçeteleriyle ağır faturalar ödemek durumunda kalacaklardır. Bu konuda Doğu Avrupa halklarının başına gelenler, onların başına neler geleceği konusunda kesine yakın bir fikir vermektedir. Dahası, on yıllık yıkım koşulları nedeniyle, neo-liberal reçeteler için ödeyecekleri faturalar daha da ağır olacaktır.
Bugün özgürlük kahramanı kesilen sicilli şoven ve işbirlikçi gerici Sırp muhalefetinin içyüzünü de Sırp halk kitleleri böylece yaşayarak öğrenmiş olacaklar. Ve belki de önünü açtıkları gelişmelerin kendilerine sağlayacağı tek gerçek yarar da bu olacaktır. Yine de bu kadarı küçümsenemez; zira geçmişte büyük devrimci oluşumlara mekan olmuş bu ülkede yeni devrimci mayalanmaların önü de ancak böyle açılabilecektir.
Sırbistanın yeni yöneticilerine gelince. Tümü gerici, tümü aşırı Sırp milliyetçisi ve aynı ölçüde de emperyalizmin işbirlikçisi olan bu adamların işi de pek kolay görünmüyor. Yeni Başkan ilan edilen Vojislav Kostuniça, perşembe gecesi Sırbistan televizyonuna verdiği ve CNNde de canlı olarak yayınlanan ilk mülakatında söylemek zorunda kaldıklarıyla bunu kanıtlıyor. Kostuniça bu mülakatında, NATO bombalarını unutmayacağız demekle kalmıyor, Miloseviçi savaş suçlusu olarak yargılamak isteyen uluslararası mahkemeyi de, ABDnin ve Batılıların siyaset aleti olarak niteliyor ve bu mahkemeye kimseyi vermeyeceklerini söylüyor.
Tescilli işbirlikçilere bu sözleri söyleten, elbette şu anda kendilerini desteklemekte olan halk kitlelerinin bu alandaki duyarlılığından başka bir şey değildir. Bu sembolik iki örnek göstermektedir ki, yeni Sırp yöneticilerinin ve onları arkalayan emperyalistlerin yeni dönemde işleri çok da kolay olmayacaktır. Miloseviçe karşıtlık temelinde birleşmeyi başarabilen 18 parçalı muhalefetin, Miloseviç engelinin aşılmasının ardından kendi içlerinde neler yaşayacağı da ayrı bir sorun, çok geçmeden bunu da göreceğiz.
Ve son bir nokta. Bu satırlar yazılırken, Sırbistanda hala da büyük bir desteği bulunan Miloseviç ve partisinin son gelişmeler karşısında nasıl bir yol izleyeceği henüz belli değildi. Zira bu satırlar, olayları izleyen saatlerde ve gelişmelerin nereye varacağının henüz tam belli olmadığı bir sırada kaleme alınmak zorundaydı.