İçindekiler:

8 Mart 2025
Sayı: KB 2025/03

Bahar döneminin çağrısı
Ocak zamları süreci ve biriken olanaklar
İşçi eylemleri, grevler ve görevler
Kölelik programında güncel halka
Bölgesel asgari ücret saldırısı
Saldırılar, yoksulluk ve kriz
Dört bir yanda direniş ateşi
TÜSİAD-AKP gerilimi
AKP-TÜSİAD geriliminden yansıyanlar
Basın üzerindeki baskı
Sermayenin "ihya"sı, rejimin "in?a"sı
BDSP: Alevi katliamına sessiz kalma
8 Mart ve burjuva toplumunda kadın hakları
8 Mart eylem ve etkinlikleri
Ukrayna üzerinde emperyalist pazarlık
Ukrayna üzerinde görüşmeler
Uşaklığın "mükafatı"
Ticaret savaşları ve Çin'in hamleleri
Suriye'de cihatçı teröre karşı direniş!
Suriye'de Alevi katliamı devam ediyor!
Engels anması davasında hukuk kazanımı
Münih Güvenlik Konferansı
Kadınlar katlediliyor, failleri korunuyor
Eğitimde dinci-gerici dayatmalar artıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Yaygınlaşan işçi eylemleri, grevler ve görevler

 

Ülkenin dört bir yanında işçiler hakları ve gelecekleri için mücadele ediyor. Ağır çalışma ve yaşam koşulları uygulanan düşük ücret politikası mücadele ve direnişleri tetikliyor. İşçiler kendilerine dayatılan sefalet zamlarını kabul etmiyor. İş yavaşlatıyor, fiili grevler yapıyorlar. 

İşçi eylemleri ve grevler artıyor! 

AKP iktidarı döneminde hızla yoksullaştırılan Türkiye işçi sınıfının dayanma gücünün tükendiği bir süreçten geçiyoruz. Gerçekleşen eylemler henüz yaygınlık, kapasite ve mücadele tarzı olarak bu sürece yanıt vermekten uzak olsa da mücadele eğilimi, eylem ve grev sayısında yaşanan hızlı artışla belirginleşiyor. Eylem ve grevlerin temel nedenini işçi sınıfına dayatılan sefalet ücretleri ve reel alım gücünde yaşanan katlanılmaz gerileme oluşturuyor.

Hoşnutsuzluğu yansıtan eylem ve grevler küçümsenemez!

Eylem direniş ve grevlerdeki artışın esas nedeni işçi sınıfı saflarında biriken hoşnutsuzluktur. Zira işçiler, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, iş kazaları, mobbing, iş güvencesi eksikliği ve artan yaşam maliyetleri gibi sorunların kıskacındalar. 

Reel ücretlerin iktidar ve kapitalistler tarafından sistematik bir şekilde düşürülmesi tepkinin ana kaynağıdır. Söz konusu ücret mücadelesi olduğunda hareketin parçalı ve dağınık bir seyir izlemesi, dahası dar taleplere sıkışması en azından başlangıçta kaçınılmazdır.

Ancak iktisadi ve sosyal sorunlara karşı işçi sınıfının kendiliğinden gelişen bu tepkisi asla küçümsenmemelidir. Küçümsenmemelidir; zira en başta hareketin politikleşmesi açısından önemli olanaklar sunmaktadır. 

Talepler tek tek kapitalistlere yönelmiş görünse de devletin sermaye sınıfı adına eylemlere müdahalesi işçi sınıfının siyasal eğitiminde önemli bir rol oynamaktadır. 

Aynı zamanda girişilen her mücadele örgütlülük bilincinin gelişmesi için de imkanlar sunmaktadır. İşçi sınıfı en çok kendi deneyimlerinden öğrenir ve mücadele her zaman en büyük öğretmendir.

Ne yapmalı?

Sınıf hareketinin kendini parçalı, dağınık ve ücret merkezli eylemlerle ortaya koyduğu bir dönemde bu tablonun aşılması için ortaya çıkan mücadele dinamiklerini birleştirmek ve buradan tek tek mevzi direnişlerini aşan bir zemin yaratmak en önemli görevlerden biridir. Ancak sorun şudur ki bugünkü örgütlülük ve özellikle bilinç düzeyinde kapsamlı bir değişiklik sağlanmadan işçilerin tekil ve dar talepleri aşarak ortak mücadeleye atılmasının önünde ciddi engeller bulunmaktadır.

Bu yüzden sınıf içinde ortaya çıkmış her türlü mücadele arayışını kendi içinde örgütlemek ve mücadeleye sevk etmek, bu mücadele içinde örnek direniş ve eylemler yaratarak sınıfın kazanma azmini güçlendirmek ve nihayet sermaye sınıfı ve siyasal iktidarın azgın saldırıları içinde onun siyasal bilincini geliştirmek bugün için tutulması gereken ana halkayı oluşturmaktadır. Hareket olduğu kadar kendini fabrikalar ve yer yer sanayi havzalarında ortaya koymaktadır. Devrimci sınıf çalışması bütün ana gövdesiyle fabrikalara ve sanayi havzalarına daha güçlü yönelmelidir. Buralarda ortaya çıkan her türlü mücadele arayışıyla ilişkilenmeyi başarmalı, bunlar kararlı mücadele örneklerine dönüştürülmelidir. Kendi dışımızda ortaya çıkmış grev ve direnişlerin kazanması için her şeyi yapmak, ihtiyaç duyulan sınıf dayanışmasını örgütlemek ilki ile iç içe diğer bir önemli görev başlığıdır.

İktidarın pervasız baskıları, işçi sınıfının yeni bir direniş dalgasını örgütleme azmini güçlendirebilir. Sermayenin topyekün saldırılarına karşı, topyekün mücadele elbette kendini ani patlamalar biçiminde ortaya koyabilir. Ama işçi hareketi böyle düzeye bir  tekil direniş ve mücadelelerden biriktire biriktire gidecektir.  

Polonez işçilerinin direnişi, Tekgıda-İş’in tutumu ve ötesi!

Polenez işçileri haftalarca direndiler. Baskılara boyun eğmediler. Mücadele içinde öğrendiler, kazanımlar elde ettiler. Polonez işçisinin mücadele azmi Tekgıda-İş ağalarının direnişi kırmaya yönelik bir tutum içine girmesini engelledi. Aksine sendika genel merkezi direniş süreci boyunca direnişi en azından görünürde sahiplenir bir tutum gösterdi.  

Anlaşmanın sağlanmasından sonra Tekgıda-İş ağalarının yaptıkları ilk iş, direniş sırasında “ananızın ak sütü gibi helaldir” diyerek verilen mali desteğin geri istenmesi oldu.  Direnen işçilere yaptıkları masrafları istemek, bürokratik yozlaşmanın vardığı dip noktayı kendi başına anlatmaya yeter de artar bile! 

Tekgıda-İş yöneticileri sendikanın da sendikanın gelirlerinin de üyelere ait olduğunu ve üyeler için harcanması gerektiğini bilirler elbet. Buna rağmen böyle bir talepte bulunmakta bir beis görmediler. Bu tutumlarıyla Türkiye sendikal hareketine hâkim olan sendikacıların sendikaları kendi çiftlikleri olarak görme anlayışının bir parçası olduklarını gösterdiler. 

***

Polonez işçileri Tekgıda-İş sendikasına üye oldular. Sendikaya sonuna kadar sahip çıktılar. Polis kalkanının, gazının, copunun karşısında sendikalarını savundular. Maddi ve manevi bedeller ödediler, ancak sendikal hak ve özgürlüklerini savunmaktan geri durmadılar. 

Polonez işçileri hala üyesi oldukları sendikayı savunmaya devam ediyorlar. Sınıf kavgasında edindikleri sınıf bilinciyle sendikalarının işlevsiz bir kuruma dönüşmesini engellemek için mücadele ediyorlar.  

Polenez işçileri sendikalarının elini hiç bırakmadı. Tekgıda-İş yönetimi ise verdiği sözü tutmadı. İşçilerden direniş harcamalarının tahsilatına soyunurken, yüzleri bile kızarmadı. 

Bu sorun Tekgıda-İş’le sınırlı değil ne yazık ki. Türkiye de sendikalara egemen anlayışlar büyük bir çürüme içindeler. Sendikacılar, işçiler tarafından seçilirler. İşçiler tarafından seçilen sendikacılar, işçiler tarafından denetlenemezler. İşçiler tarafından gerekirse görevlerinden alınamazlar. Koltuklarına oturduktan sonra, pervasızca işçilerin iradesini çiğnerler. Yönetime seçilenler güya sendikanın işlerini yapmak, takip etmek için işyerinden ayrılırlar. İşyerinden ayrıldıktan sonra sahip oldukları ayrıcalıklarla işçiye onun çıkarlarına yabancılaşırlar. Sendikacılığın yüksek gelir getiren, lüks ve rahat bir yaşam sağlayan bir meslek haline gelmesi çürümeyi tetikliyor. Bundan dolayı hiçbir sendika yöneticisi kalifiye bir işçiden daha yüksek maaş almamalıdır. Bu, tüm sendikalarda bir tüzük kuralı haline getirilmelidir. Oysa gelinen noktada özelde Tekgıda-İş genelde sendika ağaları lüks otomobillere biniyorlar. Makam odaları, kapitalistlerin odalarıyla yarışıyor. Mali ayrıcalıkları nedeniyle iki üç dönem sendikacılık yapan sendika ağaları gayrimenkul zengini oluyorlar. İşçilerin onlara ulaşması neredeyse olanaksız hale geliyor.

***

Sendikalar işçilerindir. Polonez işçilerinin direnişi sırasında yapılan harcamalar işçilere analarının ak sütü gibi helaldir. Hesap vermesi gerekenler, sendikaların imkanlarını sömüren, kişisel harcamalarını işçilerin ödediği aidatlardan yapan sendika ağalarıdır. 

Bu uğursuz ağalık sistemi yıkılmalıdır. Ancak bu, sınıfın taban örgütlülüğünü geliştirmesi ve sendikal demokrasiyi hayata geçirmesiyle mümkün olabilir. 

H. Yağmur