28 Temmuz 2020
Sayı: KB 2020/Özel-7

Devrimci alternatif sorumluluğu
Türkiye’nin Libya macerası ve emperyalist odaklar
CHP Kurultayı üzerine
Avukat Ezgi Önalan: Mücadelemizi sürdüreceğiz
Kıdem tazminatı saldırısına karşı mücadeleye!
TÜİK gerçekleri nereye kadar gizleyecek?
DEV TEKSTİL Genişletilmiş MYK Toplantısı gerçekleşti...
Kayseri'den işçiler: “Kıdem tazminatı için mücadeleye”
Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat
AB’den 750 milyar avroluk yardıma onay
Mısır’dan asker gönderme, AB’den yaptırım kararı
Suriye’de Halk Meclisi seçimleri
ABD emperyalizmi battıkça saldırganlaşıyor
Afgan kadınlar adlarını istiyor
Kadın cinayetlerine karşı mücadeleyi yükseltelim!
Yasaklara, polis terörüne rağmen kadınlar sokaklarda
Doğayı ve yaşamı korumak için örgütlü mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

CHP Kurultayı üzerine

 

CHP 37. Kurultay’ını, Kılıçdaroğlu’nun da konuşmasında belirttiği gibi, “Türkiye tarihinde en ağır buhranın yaşadığı dönemde” topladı. “Hedef iktidar” sloganıyla toplanan kurultayda tek genel başkan adayı olan Kılıçdaroğlu, 1356 delegeden 1318’in oyunu alarak 6. kez CHP Genel Başkanı seçildi. Aday adaylıklarını açıklayan ancak yeterli imzaya ulaşamayan Aytuğ Atıcı, İlhan Cihaner ve Tolga Yarman ise Kılıçdaroğlu yönetimine ve kurultayın toplanma yöntemine dair eleştirilerde bulundular. Kemal Kılıçdaroğlu ve yöneticilerin salonu terk etmesi karşısında İlhan Cihaner, “Buradan bir karar çıkacaktı biz de geleceğimizi kuracaktık. Neredeler? Bu ciddiyetsizlikle nasıl iktidara gideceğiz. Bu bir tiyatro!” sözleriyle tepki gösterdi.

Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız diyen Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’in birinci yüzyılının sonuna yaklaşıldığı için “İkinci Yüzyıla Çağrı” şiarıyla hazırlanan 13 maddelik manifestoyu okudu. Manifesto oybirliğiyle kabul edildi.

Yasama, yargı ve medyanın bir kişinin vesayeti altında olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, demokrasinin “sadece kağıt üzerinde kalan bir sözcük haline gelmiş” olduğunu belirtti. Türkiye’nin ekonomik sorunlarına, ekonomik bağımsızlığının tehlike altında olduğuna dikkat çekti. Yanı sıra, izlenen dış politika sonucu Türkiye’nin egemen güçlerin taleplerini yerine getiren bir devlet konumuna düşürüldüğünü ileri sürdü. Kimsenin etnik kimliğinin sorgulanmaması gerektiğini belirten Kılıçdaroğlu,“Toplumsal barışımız temelden dinamitlenmiştir” dedi ve eğitim alanındaki sorunlara işaret etti.

Kurultay divan başkanlığına seçilen Özlem Çerçioğlu ise yaptığı konuşmada, kurultayda kadın olarak seçilmesini sağlayan kişinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu belirterek ona teşekkür etti. İstanbul Sözleşmesi’nin yanında olduğunu ifade eden Çerçioğlu, “Biz mücadelesini Kuva-i Milliye’den, sözünü Hrant Dinklerden, Uğur Mumculardan, azmini Türkan Saylanlardan, isyanını Pir Sultanlardan, gücünü Deniz Gezmişlerden, vicdanını Erdal Erenlerden, özgürlüğünü Bülent Ecevit’in güvercinlerinden ve iradesini Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten almış bir neslin evlatlarıyız” sözleriylekurultaya “devrimci” coşku katmaya çalıştı.

“2. Yüzyıla Çağrı Manifestosu” ve vaatler 

Türkiye’nin sorunlarını halk ve millet ittifakıyla birlikte çözeceklerini belirten Kılıçdaroğlu, “Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” iddiasını ileri sürdü.  İktidara geldiklerinde uygulamak üzere hazırladıkları2. Yüzyıla Çağrı Manifestosu”nda yer alan konuları vaatler olarak sıraladı.

Manifestodaki vaatlerin başlıcaları ise şunlar:

Demokratik parlamenter sisteme geçilecek, partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine son verilecek. Yasaların hazırlanmasında sendika, oda ve sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine başvurulacak. Basın ve ifade özgürlüğü güvence altına alınacak. Türkiye’nin toplumsal barışı ve huzuru sağlanacak, Kürt sorunu TBMM’nin öncülüğünde çözülecek, bu sorununu egemen güçler tarafından kullanmasına izin verilmeyecek. Seçim yasası değişecek, seçim barajı kaldırılacak. Siyasi ahlak yasası çıkarılacak, siyaset kirlilikten arındırılacak. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi öncelikli bir devlet politikası haline getirilecek. Eğitim sistemi yeniden yapılandırılacak, üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılabilecek, darbecilerin getirdiği YÖK kaldırılacak. Gelecek nesiller için ekosistem hakkı korunarak, onlara yaşanabilir bir dünya teslim etmek bilinciyle hareket edilecek. Kayyım uygulamalarına son verilecek, seçimle gelenlerin ancak seçimle gitmeleri garanti altına alınacak. Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kurulacak, uluslararası hukuk ve meşruiyete önem veren bir dış politika izlenecek. Tüm terör örgütleriyle mücadele ödün verilmeksizin sürdürülecek, vb…

“Yeni” vaatler, katı gerçekler ve CHP’de “sol gövde” 

Konuşmalarda CHP’nin tek başına iktidar olabileceğinden hiç sözedilmedi. Vurgular genellikle “İlk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” biçimindeydi. Manifestodaki hedeflerine Millet İttifakı’ndaki dostlarıyla ulaşmayı amaçladıkları belirtildi.

“31 Mart’ta dostlarımızla birlikte duvarın arkasına geçtik. Yine dostlarımızla o duvarı parça parça yıkacağız” sözleri, CHP’nin tek başına iktidar olabileceği inancı taşımadıklarını, böyle bir iddiaya sahip olmadıklarını anlatıyordu. Buna rağmen CHP kurultayını “Yüz yılı geride bırakan ve önümüzdeki yüz yıla açılan bir kurultay” olarak sunabildiler ve “Orta Doğu’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Afrika’ya, Amerika’dan Rusya’ya, uzak Asya’ya kadar tüm dünyanın gözünün kulağının olduğu bir kurultay” olacağını iddia ettiler. Dahası, “sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik buhrandan nasıl çıkacağımızı anlatacağımız …çıkış yolu tüm dünyaya örnek olacak” bir kurultay iddiası ortaya koymuşlardı. Ancak Türkiye’nin beş temel sorunu olarak sıralanan olgularda yeni bir şey yoktu, zira bunlar önceki kurultayın da temel başlıklarıydı. 

Daha da önemlisi, 13 maddeden oluşan manifestoyu nasıl gerçekleştireceklerine, “sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik buhrandan” nasıl çıkılacağına ilişkin hiçbir şey söyleyemediler. Zira, 80 yıldan bu yana, koalisyon hükümetleri içinde yer aldığı bazı dönemler hariç, sürekli olarak “ana muhalefet partisi” olarak kalan, “müzmin muhalefet partisi” olmanın ötesine geçemeyen CHP, bugünün emperyalist dünya düzeni ve kapitalist Türkiye gerçeği karşısında, bir düzen partisi olarak emekçilere bir şey sunma, manifestosunu uygulama imkanlarından yoksundur.

CHP’de “sol gövde” olarak adlandırılan “Gelecek İçin Biz” grubunun temsilcileri ise, sözkonusu manifestoyu, “CHP’de lider diktasının acilen bırakılması”, partinin lider partisine değil halkın partisine dönüşmesiyle uygulayabileceklerini ileri sürüyorlar. Parti meclisi üyesi İlhan Cihaner, bu değişimin gerçekleşmesi durumunda, Önce partimizi, sonra ülkemizi, sonra da dünyayı değiştirmeye talibiz. İhtiyacımız olan tek şey cesaretiddiasında bulunuyor. Oysa CHP’nin sorunu,CHP’de “sol gövde” olarak adlandırılan grubun iddia ettiği gibi, Kılıçdaroğlu şahsında yaşanan liderlik zaafiyeti yada liderlik diktası olmadığı gibi dinci-faşist AKP iktidarı karşısında yeterince “laik” olamamak, siyasal islamcılarla ve milliyetçilerle iş bitirmek vb.’nden ibaret değildir. CHP’nin temel sorunu, onun sermayenin ve kurulu düzenin has partisi olmasıdır. “Devletin kurucu partisi” olarak övünen CHP’nin, pek çok temel konuda “önce devletin çıkarları” son dönemlerde ise politikasızlığın ifadesi olarak sıkça dile getirdiği “halkın hassasiyetleri” gerekçesiyle “din, vatan ve devlet” gibi konularda dinci-faşist AKP iktidarıyla yarışmayı marifet sayması, temel konularda onunla aynı safta yer almasıdır. 

Düzen partisi olarak, mevcut düzeni koruma ve kollama, emekçi kitlelerin biriken öfkesini yatıştırma ve tepkileri düzen içinde sönümlendirme, CHP’nin asli görevleri arasındadır. Sermayenin ve onun devletinin bekası için değişik roller üstlenen tüm düzen partileri gibi CHP’nin de rolü, sınıf ve emekçi kitleleri düzene bağlamaktır. Dolayısıyla yapılması gereken, devlet partisi CHP’yi destekleyen, ona oy veren, bu partiye çaresizlikten dolayı mahkum olan emekçilere çıkış yolu gösterebilmektir. CHP bayrağı altında demokrasi ve özgürlükler mücadelesi verilemeyeceğini ortaya koymak, tek adam rejimine karşı çıkan ve dinsel gericiliğin karanlığında nefes alamayan milyonlarca emekçinin tepki ve öfkesinin düzene kanalize edilmesinin önüne geçmektir. Bu da işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kendi bağımsız talep ve istemleri ile siyasal süreçlere dahil olmasıyla mümkündür. Bunu başarabilme sorumluluğu ise sınıf devrimcilerinin omuzlarındadır.