30 Ekim 2020
Sayı: KB 2020/Özel-20

“Sınıfa karşı sınıf” eksenli direniş ya da kölelik!
Saldırı paketlerine karşı mücadeleye!
Güvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor…
Saldırılar ve dayanışma sorumluluğu
Yağma, soygun, rant ve savaş bütçesi
Dinci-faşist iktidar saldırganlaşıyor
Çeteleşen devlet ve çürüyen burjuva siyaseti
Tahir Elçi’nin katilleri aklanmaya çalışılıyor…
Fransa-Türkiye gerilimi
Libya macerası ve hezimete doğru
İşçi sınıfı cumhuriyet hakkında ne düşünüyor - Şefik Hüsnü
Yıkıcı halkçılıktan yapıcı halkçılığa - Şefik Hüsnü
Kemalist diktatörlüğün çizmesi altında - Şefik Hüsnü
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü…
Salgın döneminde kadına yönelik şiddet arttı
Pandemide aşılan kritik eşik
Kapitalizm, doğanın yıkımı ve sözde önlemler
Bolivya’da darbe püskürtüldü…
Her adım sermayeyi ihya için!
Gençliğin “Sen kimsin?” sorusuna yanıtı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Çeteleşen devlet ve
çürüyen burjuva siyaseti

 

Geçtiğimiz hafta, kontr-gerillanın en kirli, en karanlık, en eli kanlı dört şefinin bir araya geldiğini gösteren bir fotoğraf servis edildi. Çakıcı’nın yakın dostu olan faşist mafya bozuntusu Üzeyir Çakmaktaş’ın paylaştığı fotoğrafta, Emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Albay Korkut Eken, organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş Alaattin Çakıcı ve eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar birlikte görülüyor.

Bodrum Yalıkavak Marina’da bir arada görülen “derin dörtlü”nün karesi, burjuva siyasetteki çürümenin ve çeteleşen devlet gerçeğinin resmi oldu. Her türlü kirli, kanlı işlerin ve ilişkilerin simge isimleri olan bu “dörtlü”nün bir araya gelmesinin kamuoyuna özellikle sunulması, bu çirkefliği toplum nezdinde meşrulaştırmak gibi temel önemde bir amacı da işaret ediyor. Üzeyir Çakmaktaş’ın, “derin dörtlü”nün fotoğrafıyla ilgili Twitter hesabındaki paylaşımında dile getirdiği “Türk Devleti ilelebet varolsun diye her zorluk ve meşakkati göğüsleyen, zindan dahil bu uğurda en ağır bedelleri ödeyen kahramanlarımız” ifadesi de aynı amaca hizmet ediyor. Karanlık dönemin başbakanı Çiller de, Susurluk kazasından bir süre sonra katil Çatlı’yı kastederek, “Devlet için kurşun atan da yiyen de bizim için şereflidir” derken, aynı amacı güdüyordu.

Bu fotoğraf, Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen kazanın ardından ortaya serilen devlet-siyaset-mafya ilişkilerinin ortaya saçıldığı “Susurluk çetesi” fotoğrafını akla getirdi. Susurluk’ta ortalığa saçılan bir başka “derin fotoğraf”ı, “teröre karşı mücadele” ve “ülkenin bütünlüğü” adına devletin çeteleşip mafyalaştığı dönemi hatırlattı. Söz konusu dönem, özellikle Kürt halkına karşı yargısız infazların, kaybetmelerin, asit kuyularının, akıl almaz işkencelerin, köy yakmaların, toplu cinayetlerin, bin operasyonların ve şimdiki gibi burjuva hukukunun bir yana bırakıldığı bir dönemdir. Bodrum’da yan yana gelen isimler de o dönemin mimarları, devlet adına işlenen en ağır suçların baş sorumluları arasındadır. Geçmişin tüm eli kanlı katilleri ve mafya süprüntüleri “kahraman” ilan ediliyor. Ankara’da 1978 yılında 7 TİP’li gencin katili olan Haluk Kırcı gibileri televizyonlara çıkartılarak toplum nezdinde meşrulaştırılmak isteniyor.  

Fotoğrafın birçok tartışmayı gündeme getirdiği ve tepkilere konu olduğu bir süreçte Çakıcı, “yakın dostum” dediği CHP’li Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ı makamında ziyaret etti. Gürkan tarafından onur konuğu gibi ağırlanan bu katile, 1927 yılında Fransız fotoğrafçının çektiği Atatürk portresinin orjinalinin hediye edilmesi skandala ek bir boyut kazandırdı. Belediye Başkanının facebook hesabından yaptığı, “Sayın Alaattin Çakıcı, Belediyemizdeki Ulu Önderin 4 gece konakladığı Atatürk Odası’nı ve bizleri ziyaret etti. Kendilerine Atatürk portresi ve Belediyemiz tarafından basılan Nutuk kitabını hediye ettik” paylaşım da sözkonusu zatı ve ziyaretini meşrulaştırmak içindi. Çakıcı’nın Gürkan’ı ziyaretinde yanına aldığı isimler ise ilişkiler ağını göstermesi açısından ayrı bir fotoğraf sunuyor. Bu rezalet karşısında susan CHP Genel Merkezi, CHP içinden “Gelecek İçin Biz” oluşumunun gösterdiği tepkinin ardında sinik bir açıklama yapmak zorunda kaldı.

Sermaye düzeni ve onun dümenindeki faşist AKP-MHP bloku, ekonomik, politik ve ideolojik olarak bir tıkanma ve çaresizlii yaşamakta, ahlaksızlığın dipsiz çukurunda debelenmekte, meşruiyeti giderek zayıflamaktadır. Büyük bir çıkmazla yüz yüze olan rejim, çıplak zora başvurmaktan ve bunu tırmandırmaktan başka bir yol bulamamaktadır. Böyle bir dönemde eli kanlı katillerin buluşması, bir mafya liderinin belediye başkanını ziyaret etmesi, Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Siyaseti sokağa havale edenlerin sonu meçhuldür... Hele bir çıksınlar da sokağa görsünler dünyanın kaç bucak olacağını… sokak, sokak serserilerine teslim edilmeyecektir” tehditleri savurması, tüm bunlardevletin karanlık dehlizlerinde kirli işler için hazırlıklar yapıldığını gösteriyor. Yasa, hak-hukuk tanımayan, keyfiliği ve kuralsızlığı bir çizgi haline getiren gerici-faşist rejimin ilerici-devrimci güçlere gözdağı vermeyi hedeflediği anlaşılıyor.

‘90’lı yılların kanlı ve kirli isimlerinin bir arada olduğu kare, aynı zamanda AKP-MHP faşist blokunun resmidir. İhtiyaç duyulduğunda bütün özel savaş merkezlerinin, cinayet çetelerinin harekete geçmeye hazır olduğunun göstergesidir. Bahçeli-Erdoğan’ın talimatıyla serbest bırakılan faşist çeteler, katiller ve mafyacılar yeni görevlerinin başındadır. Bu aynı zamanda, faşist rejimin her tür suça bulaşmış çetelere ve mafyaya muhtaç hale geldiğini göstermektedir.

Susurluk’tan bugüne devlet ve düzen gerçeği

Susurluk kazası, sermaye devletinin emekçilere, devrimci sol akımlara ve kardeş Kürt halkına karşı bir suç ve cinayet şebekesi haline geldiğini gözler önüne sermişti. Uyuşturucudan kumara, gasptan para tahsil etmeye kadar her türlü kirli işin arkasında devletin tepesindeki şahsiyetlerin bulunduğunu ortaya koymuştu. Türk devletinin mafyalaşmış bir kontr-gerilla aygıtı olduğu gerçeğinin geniş emekçi kitleler tarafından görülmesini sağlamıştı. İğrenç bir ırkçı-şovenizm eşliğinde bütün kirli, kanlı ve karanlık icraatların ve ilişkilerin “ülkenin birliği ve bütünlüğü” sahtekarlığı adına yapıldığı ortaya çıkmıştı.

Her türlü hukuksal normun, yasa ve kuralın pervasızca çiğnendiği keyfi ve kuralsız bir terör rejimi, çeteleşmiş devlet gerçeği ve ölçüsüzce kullanılan şovenizm zehiri bugün de doludizgin sürmektedir. Artık devletin çıplak terörcü karekteri, kırıntıları kalan demokratik hak ve özgürlüklere sistemli saldırı, kendinden yana olmayan herkese düşmanca saldırma politikası, ülkenin tek adam diktatörlüğüyle yönetildiği gerçeği geniş toplum kesimleri tarafından görülmekte ve sorgulanmaktadır. Dün “Susurluk kazası”yla “suçüstü” yakalanan devlet, bugün de her taraftan saçılan pislikler ve ahlaksızlıklarla, dayandığı tarikat ve cemaatlarin akıl almaz icraatlarıyla hergün “suçüstü” yakalanıyor. Dün mafyadan, faşist partilerden devşirdikleri katiller sürüsüyle cinayet çeteleri kuranlar, bugün yanı sıra tarikat ve cemaatlardan, IŞİD’çi sürülerden devşirdikleriyle özel ordular kurmaktadırlar.

Yıllardır uygulanan dizginsiz sömürü ve soygun politikalarının, dağ gibi büyüyen sosyal sorunların, yoksulluk ve işsizliğin, hak ve özgürlüklerden yoksunluğun cenderesi içinde sınıf ve emekçi kitleler bunalmış durumdalar. Bunların emekçilerde yarattığı hoşnutsuzluğu, öfkeyi ve mücadele isteğini dizginlemek için, devlet terörü ve şovenizm zehiri dün olduğu gibi bugün de etkili bir silah olarak kullanılmaktadır. Dinci-faşist iktidar bloku, kendisine muhalif tüm toplumsal kesimlere ve devrimcilere karşı devlet terörünü tırmandırarak, ülkeyi tam bir hapishaneye çevirerek, kardeş Kürt halkına zulüm uygulayarak, toplumun öncü güçlerini ezmek, sınıf ve emekçiler cephesinde düzene karşı gelişecek mücadeleyi boğmak istemektedir.

Devrimcilerin önünde, Türkiye’nin kokuşmuş kapitalist sömürü düzenine, çeteleşen devlete, çürümüş burjuva siyasetine ve AKP rejimine karşı emekçilerin saflarında yaşanan sorgulamaları derinleştirme, arayışa yön verme ve biriken mücadele dinamiklerini harekete geçirme sorumluluğu durmaktadır. Kitlelerin büyüyen öfkesini ve mücadele isteğini devrimci bir sınıf ve kitle hareketini geliştirmenin, devrimci çözüm alternatifini kitleler arasında güçlendirmenin olanağına dönüştürmek ve bunu militan bir pratik inisiyatifle birleştirmek yakıcı önemdedir. Çok yönlü kriz içinde yıpranmış ve teşhir olmuş, ahlaksızlık, hırsızlık, yağma ve talanla, ülkeyi parsel parsel satmakla, devlet olanaklarını yandaşlara, aile ve akrabalara, kirli işlerinde kullandığı katiller sürüsüne peşkeş çekmekle anılan AKP rejimine karşı öfke ve tepki büyümektedir. Bu öfkeyi mücadele kanallarına akıtmanın olanakları her geçen gün artmaktadır. Sorun bunları devrimci siyasal mücadele açısından kullanmayı başarabilmektir. 

Bu başarılıp devrimci bir sınıf ve kitle mücadelesi geliştirilebildiğinde, ekonomik-sosyal haklar ve siyasal özgürlükler alanında önemli mevziler elde etmek, bunları temel toplumsal- siyasal sorunların devrime dayalı çözümünün kaldıracı olarak kullanmak mümkün olacaktır.