30 Ekim 2020
Sayı: KB 2020/Özel-20

“Sınıfa karşı sınıf” eksenli direniş ya da kölelik!
Saldırı paketlerine karşı mücadeleye!
Güvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor…
Saldırılar ve dayanışma sorumluluğu
Yağma, soygun, rant ve savaş bütçesi
Dinci-faşist iktidar saldırganlaşıyor
Çeteleşen devlet ve çürüyen burjuva siyaseti
Tahir Elçi’nin katilleri aklanmaya çalışılıyor…
Fransa-Türkiye gerilimi
Libya macerası ve hezimete doğru
İşçi sınıfı cumhuriyet hakkında ne düşünüyor - Şefik Hüsnü
Yıkıcı halkçılıktan yapıcı halkçılığa - Şefik Hüsnü
Kemalist diktatörlüğün çizmesi altında - Şefik Hüsnü
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü…
Salgın döneminde kadına yönelik şiddet arttı
Pandemide aşılan kritik eşik
Kapitalizm, doğanın yıkımı ve sözde önlemler
Bolivya’da darbe püskürtüldü…
Her adım sermayeyi ihya için!
Gençliğin “Sen kimsin?” sorusuna yanıtı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Saldırılar ve dayanışma sorumluluğu

 

Türkiye’de pandemi süreciyle birlikte siyasal, ekonomik ve sosyal planda her geçen gün ağırlaşan bir tablo ile karşı karşıyayız. Derinleşen çok yönlü kriz karşısında AKP-MHP koalisyonu, ayakta kalabilmek için, dışarıda savaş ve saldırganlık, içeride baskı ve terör ile yol almaya çalışıyor. 7 Haziran seçimleri ile 15 Temmuz darbe girişimi sonrası süreçte sola, ilerici güçlere, Kürt hareketine ve toplumsal muhalefet yönelik olarak tırmandırılan saldırılar gelinen yerde yeni bir boyut kazanmış bulunuyor.

Dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecini yönetmekten aciz olan AKP-MHP iktidarı, bu süreci fırsata çevirerek, işçi ve emekçiler üzerinde ağır ekonomik ve sosyal yıkımlara yol açmış durumda. Açlığın ve yoksulluğun derinleşmesi, işsizlik, kuralsız ve güvencesiz çalışma, eğitim ve sağlık haklarından yoksunluk vb. sorunlar, bu tablonun yansımaları. Tüm süreç boyunca izlenen gerici ve kutuplaştırıcı politikalar ise tabloyu daha da ağırlaştırıyor.

İşçi sınıfının kazanılmış haklarından geriye kalanlar bir bir gasp edilirken, toplumsal muhalefeti sindirme hamleleri devam ediyor. Kürt hareketine dönük operasyonların ardı arkası kesilmiyor. Türkiye Barolar Birliği ve Türk Tabipler Birliği gibi meslek örgütleri hedef haline getiriliyor.

Nispeten dinamizmini koruyan kadın hareketi dışta tutulursa, toplumsal muhalefetin diğer bileşenleri belli tepkiler verseler de, henüz saldırıları püskürtmeye yetecek güç ve irade ortaya konulamıyor. Ekonomik, sosyal ve siyasal planda yaşanan kapsamlı saldırılar geniş emekçi kesimlerde öfke ve tepki birikimine yol açsa da, henüz saldırılara yanıt üretilemiyor. Bu tablo ilerici kesimlerde ve toplumsal muhalefette umutsuzluğu besliyor.

Karanlık tablodan çıkış yolu

AKP-MHP koalisyonunun giderek daha da koyulaştırdığı bu karanlık tablodan nasıl çıkılacağı tartışma konusu olmaya devam ediyor. Burjuva solundan reformist sola geniş bir kesim, yine AKP’yi sandıkta altetme tartışmalarını yürütüyor. AKP karşıtı tüm güçleri kapsayacak “demokrasi cephesi”, “demokrasi için birlik” vb. önerilerle beraber erken seçim tartışmaları alevlendiriliyor. Parlamenter çözüm çıkış yolu olarak sunuluyor. 7 Haziran seçimlerinden bu yana parlamenter alanda yaşanan hüsrana ve geniş kitlelerde yarattığı umutsuzluğa rağmen, hala meclis adres olarak gösterilmeye, umutlar sandığa havale edilmeye çalışılıyor.

Oysa, tek adam rejiminin yarattığı bu boğucu atmosferi ancak, sandıktan çıkacak sonuçlar değil işçi sınıfının merkezinde yeraldığı birleşik bir kitle hareketi dağıtabilir.

İşçi sınıfının mevcut geriliği nedeniyle Türkiye solunda sınıf hareketine duyulan güvensizlik yeni bir olgu değil. Türkiye solu ileri çıktığı dönemlerde dahi sınıfa duyduğu bu güvensizliği aşamamıştır. Oysa işçi sınıfı bilinç ve örgütlenme planındaki tüm geriliğine rağmen hep bir hareketlilik içinde olmuştur ve hala da tüm zayıflığına rağmen toplumun hareketlilik içindeki kesimlerinden biridir.

Bugünkü kapsamlı saldırıları ancak sınıfın birleşik örgütlü mücadelesi püskürtebilir. Sınıf hareketinin parçalı yapısına, işçi sınıfının geri bilincine ve örgütsüzlüğüne rağmen, biriken öfke ve tepkinin kendini açığa vurması, ölü toprağını üzerinden atması kaçınılmazdır. Bunun için de işçi sınıfına güç ve moral verecek, örnek olacak öncü çıkışlar bir ihtiyaçtır.

Son süreçte bir dizi tekil işçi eylemi gerçekleşmektedir. Soma ve Ermenek’teki madencilerin, Systemair HSK işçilerinin ve Bimeks işçilerinin direnişleri öne çıkıyor. Uygulanan baskı ve teröre karşı kararlı duruşları toplumsal muhalefetin tabanında da önemli bir moral etki yaratıyor.

Maden işçileri, Soma ve Ermenek olmak üzere, iki koldan Ankara’ya yürüyüş gerçekleştiriyorlar. 748 işçi adına yürüyen Soma işçileri, yıllardır ödenmeyen tazminatlarının ödenmesini istiyorlar. Ermenek maden işçileri ise, bir yılı aşkındır ödenmeyen maaşları, tazminatları ve diğer alacakları için yürüyorlar. Maden işçileri, alacaklarının ödeneceğine dair söz verilmesine rağmen, iki ayrı noktada bekleyişlerini sürdürüyorlar.

Bimeks işçileri ise, dört yıldır ödenmeyen maaşları ve tazminatları için kararlılıkla direniyorlar. Kuralsız ve güvencesiz çalışma dayatması ve haklarının gasp edilmesi karşısında işçiler direniş yolunu tutuyorlar.

Kuralsızlığın boyutlanarak devam ettiği pandemi sürecinde, sermaye sınıfının saldırılarına parça parça yanıt verilmeye başlandı.

Ücretsiz izin uygulamasına ilk tepkiler, sendikalaşan ve bu nedenle ücretsiz izne çıkarılan işçilerden gelmeye başladı. Sinbo işçileri günlerdir eylemli tepkilerini ortaya koyuyorlar. Kadri Uğur Tekstil’de sendikalaşan işçiler ücretsiz izin saldırısını geri püskürttüler. Sendikalaşan Chen Solar işçileri, iş bırakma eyleminin ardından ücretsiz izin uygulamasına son verdikleri gibi, kapitalist patronun yetki itirazını da engellediler. Systemair HSK’da da sendikalaşmalarının ardından dayatılan ücretsiz izin dayatmasına karşı metal işçilerinin eylemleri devam ediyor.

İşçilerin bu meşru mücadeleleri çok yönlü bir kuşatma altında olan ve çıkış arayan işçi sınıfına güç ve moral veriyor ve izlenmesi gereken yolu gösteriyor.

Gerçekleşmekte olan tekil direnişlerin nasıl sonuçlanacağı bir dizi etkene bağlıdır. En önemlisi ise sınıf dayanışmasının yükseltilmesidir. Dolayısıyla, bu eylemlerin kazanımla sonuçlanması için destek ve dayanışmanın örgütlenmesi büyük bir önem taşıyor. Varolan direnişlerle çok yönlü bir dayanışmayı örgütlemek, eylemli desteği büyütmek, aynı zamanda bu direnişleri diğer sınıf bölüklerine taşımak, yapılması gerekenlerin başında geliyor.

Sermayenin ve sermaye iktidarının çok yönlü ve kapsamlı saldırılar karşısında mevcut tabloyu değiştirmek ve bir çıkış yaratabilmek için, işçi sınıfının diğer bölükleri içinde mücadeleyi örgütleme çabalarının yanısıra, varolan direnişlerle dayanışmayı yükseltmek güncel bir sorumluluktur.

 

 

 

 

 

“Birlik olduğumuzda yapamayacağımız şey yok!”

 

Pandemi süreci devlet tarafından çok kötü yönetiliyor. Yoksulları yoksullukları ile baş başa bıraktılar. Zenginler ise zenginliğine zenginlik kattı. İnsanlar bu süreçte gerçekten aç kaldı. Özellikle ücretsiz izin uygulaması ile bizzat devlet insanları açlığa mahkum etti. Meclisin torbaları bitmiyor. Bu torbalardan biz işçi ve emekçiler lehine hiçbir şey çıkmıyor. Son torba yasa ile yine birçok hakkımızı gasp etmeye hazırlanıyorlar.

Benim okula giden bir oğlum var. Bu süreçte eğitimi tamamen bitirdiler. Uzaktan eğitimi dahi doğru düzgün veremediler. Çocuklarımızın eğitim için ihtiyacı olan araç-gereçleri vermekten aciz bir iktidar var. Ödediğimiz vergiler saraya, sermayeye akıyor. Kesinlikle bize dönmüyor.

Her akşam pandemiyle ilgili sayılar açıklıyorlar fakat bunların gerçeği yansıtmadığı ortada. Gerçekte çok daha fazla ölüm ve vaka/hasta var. Ancak rakamı düşük gösteriyorlar. Devlet sayıları düşürme mücadelesi verirken pandemi ile asıl mücadeleyi doktorlarımız, hemşirelerimiz yani sağlık emekçileri veriyor. Sağlık Bakanı vb. ise cumhurbaşkanının kuklası olarak hareket ediyor.

Kısacası sorunlarımız saymakla bitmez. Birlik olmadığımız sürece biz bu yağmayı, talanı, yalanları çekmek zorunda kalırız. Birlik olduğumuzda ise yapamayacağımız şey yok!

Tuzla’dan bir yemekhane emekçisi

 

 

 

 

 

“İşten atılmayı diler olduk!”

 

Pandemi sürecinin başından beri devletin eksik bıraktığı birçok nokta var. Sürecin tüm yükü işçi ve emekçilerin sırtına yıkıldı. Kaderimize terk edildik adeta. Pandeminin ilk evrelerinde insanlar bireysel önlemler almaya çalışıyordu. Ama baktılar iş yok, aş yok, hayatlarını hiçe sayarak çalışmak zorunda kaldılar. İnsanlar iki seçeneğe sıkıştırıldı: Salgın ya da açlık. Mecburen kötü koşullarda, risk altında çalışmak zorunda kaldık. Biz işçiler isterdik ki, ekonomi işçilerin sorunlarını çözmek üzerinden planlansın, ama devlet din-imandan girdi İBAN’dan çıktı. Türkiye, alınan önlemler ve yurttaşlara bu süreçte verilen destekler konusunda en geri ülkelerden biri. Salgında da, doğal afetlerde de devlet işçi ve emekçilere hiçbir bütçe ayırmıyor, kendi haline bırakıyor.

Ben bir deri işçisiyim. Deri fabrikalarında sağlık açısından da, ekonomik açıdan da hiçbir önlem alınmadı. Ücretsiz izne çıkarıldım, işsizliğimden yiyorum şu anda. İşsizlik maaşı bizim için güvenceydi bir yerde, onu da bu yolla iç ettiler. Yarınımız öyle belirsiz ki, hiçbir güvencemiz yok. İşe giderken sabah bir maske veriyorlar, rutin önlemlerden olan ateş ölçme dahi yok. İnsanların psikolojisi öyle bir bozulmuş ki, verilen maskeyi dahi takmak istemiyor. Tüm gün için bir maske vermenin göstermelik olduğu belli. Bu yüzden hem buna tepki olarak hem de “artık ne olacaksa olsun” bakışıyla maskeyi takmak dahi istemiyor işçiler.

Deri fabrikalarının hemen hepsinde virüs çıktı. Öyle ki 60 işçinin çalıştığı bir fabrikada 45 arkadaşımızın Covid-19’a yakalandı, buna rağmen üretim durdurulmadı. Yüksek riske rağmen kalan işçilerle üretimi sürdürdü patron. İyileşen tezgah başında yerini aldı, bu arada diğeri hastalandı, karantinaya alındı. Bu fabrikada yaşananları gizlediler. Oradaki işçi arkadaşlarımız kaderleriyle baş başa bırakıldı.

Virüs bir yandan hızla yayılırken deri fabrikalarındaki bir diğer sorun da kısa çalışma ve ücretsiz izin uygulamaları. Kısa çalışma ödeneğine başvurmayan ya da ücretsiz izin kullandırmayan fabrika yok gibi. Bu uygulamalar bittiğinde deri fabrikalarında kıyım yaşanacak. Ama işçiler olarak neredeyse işten atılmayı diler olduk. Çünkü ücretsiz izinde ya da kısa çalışma ödeneğinde ne doğru düzgün maaş var ne iş var ne de başka bir işe gidebiliyorsun. İşsizlik hakkımız da tüketiliyor. Yarın yasak bittiğinde işsiz kalırsak ne yaparız bilmiyoruz.

İşçiler olarak artık sesimizi duyurmalıyız. Durum artık çok kritik. İşçiler ne yapacağını bilmiyor, nereye gideceğini bilmiyor. Sendikalar da sessiz kalıyor, “süreç bunu gerektiriyor, yasalar böyle” diyerek işçiyi oyalıyorlar. İşyerinde muhasebeci ne diyorsa sendikacı da bunu onaylıyor. Sendikaya gidip yaşadığımız sorunları anlattığımızda “doğrudur” deyip gönderiyorlar. Bir atasözü vardır; ağlamayan bebeğe süt vermezler. Birlik olmak, mücadele etmek tek çaremiz.

Tuzla’dan bir deri işçisi