4 Ekim 2019
Sayı: KB 2019/36

Kapitalizm sömürü ve ölüm düzenidir!
Savaş tamtamları saray rejiminin bekası için çalınıyor
Nereye baksan hırsızlık, yağma, talan…
Elektrik zamlarının nedeni özelleştirme ve piyasalaştırma
Direnişler sadece direnenlerle değil, sınıf dayanışması ile güçlüdür!
“Eaton’da sendika yönetimi ve patron iş birliğiyle işten atıldık”
Petrol-İş İzmir Şube’de neler oluyor?
MİB MYK Ekim ayı toplantısı sonuç bildirgesi: “Kazanmak için safları sıklaştıralım!”
Birleşik Metal-İş bürokrasisinin son dönemdeki pratiğine dair birkaç hatırlatma!
Yeni Ekonomi Programı: Daha fazla yoksulluk, sefalet, kölece çalışma koşulları!
Yeni Ekimler ve sosyalizm için ileri! - Teslim Demir
Wuppertal’da Teslim Demir’i anma etkinliği
Son nefeslerine kadar devrim için mücadele edenlere…
Habip, Ümit ve Sinan yoldaşlar için mezar anmaları
Sınıf devrimcileri Ulucanlar şehitleri ile Teslim Demir’i andı
ABD başkanlık seçimleri ve Trump’ı azletme krizi
Çapa’da öğrenciler hasarlı binaya girmedi
“Memleketimden İnsan Manzaraları”
Ankara Katliamı ve katil devlet gerçeği
Bahçelievler Katliamı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ankara Katliamı ve katil devlet gerçeği

 

10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden dört yıl geçti. Bu dört yıl içerisinde yeni katliamlar gerçekleştirilirken, tüm bu katliamların failleri elini kolunu sallayarak serbestçe dolaşmaya devam ediyor.

IŞİD katletti, polis saldırdı

Devletin canlı bomba listesinde olan ancak “eylem yapmadığı için yakalanamayan” iki IŞİD çetecisi, 10 Ekim 2015’te Ankara’da düzenlenen Emek ve Demokrasi Mitingi’nde intihar saldırısı yaparak 100’ün üzerinde insanı katletmişti. Bombaların patlamasından sonra polis ölü ve yaralıların bulunduğu alana gaz bombası atmış, TOMA ile su sıkmış ve havaya ateş açmıştı. Yine patlamadan sonra alana gelen ambulansların önü polis tarafından kesilerek yaralıların hastanelere yetiştirilmesi engellenmiş, IŞİD çetecilerinin katliamına ortak olunmuştu. Binlerce kişinin bulunduğu miting toplanma alanında 3 ambulans varken, 15 TOMA konumlandırılmıştı.

Katliamın bilgisi devletin elindeydi

Katliamın ardından, patlamadan 25 gün önce, 14 Eylül 2015’te, IŞİD’in mitinglerde birden fazla canlı bomba ile eylem yapacağına dair istihbarat bilgisinin, Ankara Emniyeti Terörle Mücadele C Şubesi Müdürü Hüseyin Özgür Gür tarafından üstlerine ve mitingle ilgili önlem alan Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne iletilmediği ortaya çıktı.

Ancak o gün polis tarafından askeri kurumlar ve yabancı ülke elçiliklerine patlama olacağına dair bilgi verildiği de sonradan ortaya çıkmıştı. Polise gönderilen talimatta “kendinize yönelebilecek canlı bomba saldırılarına hazırlıklı olun” denilmiş, orduevi gibi kurumlara o gün sivil araç girişi yasaklanmış, orada çalışanlar tarafından “bugün çok büyük patlama olacak” denildiği doğrulanmıştı.

Yine sonradan ortaya çıkacaktı ki, tertip komitesi 08.30-16.00 saatleri arasına miting başvurusu yapmış, fakat devlet kendi belgelerinde miting saatini 12.00-16.00 olarak tanımlamış, katliamın kendi “sorumluluk zamanlarının dışında gerçekleştiği” izlenimi yaratmaya çalışmıştı.

Katliam hak ve özgürlüklere saldırının vesilesi haline getirildi

Katliamın gerçekleştiği günden itibaren işçiler, emekçiler ve gençler sokaklara çıkarak bu vahşi katliamı lanetlediler. Gerçek failleri aklamaya, sorumluluğu yalnızca kendini patlatan iki çeteciye yıkmaya çalışan düzen sözcüleri, yargısı ve medyası ise hemen katliamdan sonraki saatlerde “IŞİD, PKK, DHKP-C” sözleriyle “kokteyl terör” safsatasına sarıldı. Tıpkı Suruç Katliamı’ndan sonra, “IŞİD, PKK, DHKP-C” operasyonu adı altında aslolarak devrimci ve ilerici güçlere dönük başlatılan gözaltı ve tutuklama furyasında olduğu gibi...

Yargı katliamı tamamladı

Katliam protestolarına polis saldırıları yaşandı, kimi illerde yapılmak istenen etkinlikler “valilik kararı, OHAL” vb. gerekçelerle engellendi. Katliamı kınayan kamu emekçilerine ve öğrencilere soruşturmalar açıldı, cezalar verildi. IŞİD çetecilerinin kendini patlatması sonrası yaralı ve ölülere gaz sıkan polisler hakkında işlem yapılması için verilen ve “bombalı saldırının ardından kolluk kuvvetlerinin yaralı ve ölülerin üzerine gaz bombası atarak yaralılara yardım edilmesine ve gazın etkisiyle yaralıların daha da kötüleşmesine, hatta ölümlerin artmasına sebep oldukları” belirtilen dilekçe başsavcı tarafından işleme konulmadı. Savcı dilekçenin işleme konmamasına gerekçe olarak sunduğu iki maddede “güvenlik zafiyetinin olmadığını” ve “saldırı sonrası yaralı ve ölülerin olduğu bölgeye gaz ve su sıkılmasının polislere kanunlar çerçevesinde verilen görevler olduğunu” öne sürdü.

 

 

 

 

Bakanlık katliam mağdurlarından para istiyor

 

Ankara Garı Katliam’ı davasında, kayıp ailelerinin ve yaralıların, devletin kurumlarının kusurlu olduğu gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’na tazminat talebiyle açtığı davalar sonuçlanıyor.

İdari yargı, ‘kişilerin duyduğu acı ve elemin karşılığı olarak belirlenen’ manevi tazminatlarda, talep edilenin çok altında miktarlara hükmetti. İdari yargı ayrıca talep edilen ile kabul edilen arasındaki reddedilen tazminat miktarı açısından, mevzuat gereği 10 Ekim mağdurlarının, bakanlık lehine vekâlet ücreti ödenmesini talep etti. İçişleri Bakanlığı, tazminatları ödemeden, avukatları aracılığıyla vekâlet ücretlerinin tahsili için davacı 10 Ekim mağdurlarına yazı gönderdi. Kendi hakkından feragat edebilecekken vekâlet ücretinin peşine düşen Bakanlık, 10 Ekim mağdurlarının bu ücretleri ödememesi halinde icra işlemine başlayacak.

Reddedilen miktarların yüksekliği nedeniyle İçişleri Bakanlığı lehine hükmedilen vekâlet ücretleri 4 bin ile 12 bin lira arasında değişiyor.

10 Ekim Davası Avukat Komisyonu’ndan Nuray Özdoğan, konuyu Gazete Duvar’dan Özlem Akarsu Çelik’e şu sözlerle değerlendirdi:

Maddi tazminat miktarları, maluliyet ve yoksun kalınan destek miktarı hesabı ile yargılama sırasında sonradan, manevi tazminat miktarları ise kişilerin duyduğu acı ve elemin karşılığı olarak belirleniyor. İdari yargı, manevi tazminat davalarında, talep edilenin çok altındaki miktarı kabul etti ve reddedilen kısım açısından mevzuat gereği İçişleri Bakanlığı lehine vekâlet ücretine hükmetti. Oysaki bu katliamdan ve yaşanan kayıplardan duyulan acı ve elemin tarifi de bedeli de yoktu. İdari yargı reddettiği kısım için kararlarında gerekçe yazmadı. Sonuçta redde dair karar, bu kadar acı ve elem duymuş olamazlar anlamına geldi ve mağdurların talep ettiğinin altında tazminatlara hükmetti. İdari yargı cesur davranıp delilleri toplasa ve değerlendirseydi hem tazminat taleplerini tam olarak kabul edecek hem de sorumlu kamu görevlileri hakkında savcılığa ihbarda bulunmak durumunda kalacaktı. Aileler de bir kez daha mağdur edilmeyecekti.”