2 Ağustos 2019
Sayı: KB 2019/29

Krizin birinci yılında TİS süreçleri…
Düzen siyasetinin “demokrasi” hamleleri
Faiz indirimi kimin içindi, sonrası ne olacak?
Ekonomik kriz de olsa Diyanet’e bütçe ayrılır
Günah keçisi ilan edilen Suriyeliler
Haklarımızı korumak ve taleplerimizi kazanmak için birleşelim!
MESS’in anketi, metal işçilerini yönlendirmeye çalışıyor
TİS süreçlerinde 3 yıllık sözleşme dayatması
Kıdem tazminatının gaspına hayır!
Petlas’ta görevden alma operasyonu ve ayrıntıları
Parti, merkeziyetçilik, ademi merkeziyetçilik ve önderlik - A. Murat
ABD Ortadoğu’da yeni felaketler peşinde koşuyor
Filistin yönetimi “Oslo Anlaşması”nı askıya aldı
Bu ülkeden Missouri geçti, F-35 gelmese ne olur!
Nafaka Kanunu’nda son perde ekimde
Sınıfının davası için dövüşen kadın metal işçisi Zeliha yoldaşı yitirdik!
Eğitim üzerine...
Yeni bir “tercih” dönemi
Sadece yaşanabilecek bir dünya istiyoruz!
Küçük bir çocuk ile şişman bir adamın katliamı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen siyasetinin “demokrasi” hamleleri

 

Anayasa Mahkemesi, 26 Temmuz tarihli oturumunda, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisine imza atan 10 akademisyenin bireysel başvurusuna dair kararı açıkladı. AYM, ifade özgürlüklerine ilişkin hak ihlali olduğuna ve başvuruculara ayrıca 9 bin TL tazminat ödenmesine hükmetti.

İhlal kararı, barış bildirisi nedeniyle halen yargılaması süren 784 akademisyenin davası için de emsal niteliği taşıyor. Böylece kesinleşmiş cezalar için yeniden yargılama yolunun açılması, istinaf aşamasında olanlar için bozma kararı verilmesi, devam eden davalar için de beraat kararları söz konusu olabilecek.

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı düzen siyaseti açısından yeni bir tartışmayı da başlatmış oldu. Bu kararı “normalleşme” adımı sayan liberaller çıksa da AKP medyası hemen bu karara karşı taarruza geçti. Oylamada, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül zamanında atanmış üyelerin oylarının etkili olduğu teması öne çıkarıldı. Zira Gül tarafından atanan ve halen görevde olan 7 üyeden 5’i, akademisyenlerin haklarının ihlal edildiği yönünde oy kullandı. Erdoğan tarafından atanan 5 üyeden 4’ü ise “ihlal yok” oyu verdi. TBMM tarafından, ağırlıklı olarak AKP’nin oylarıyla AYM’ye seçilen 3 üyeden ikisi “ihlal”, biri ise “ihlal yok” dedi. Oylamadaki 8’e 8 dengesi ise, Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanunu’nda yer alan, eşitlik halinde başkanın oyunun iki sayılacağı düzenlemesi gereğince, Gül tarafından AYM’ye üye seçilen başkan Zühtü Aslan’ın oyu ile değişti. Yandaş medyada büyük bir tepkiyle karşılanan karar, “teröre teşvik”, “skandal”, “FETÖ işi” olarak servis edildi.

Öte yandan bir diğer hamle de “akademi”den geldi. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, İstanbul Aydın Üniversitesi ve Medeniyet Üniversitesi yönetimleri, barış bildirisine imza atan akademisyenler hakkında açılan davalar nedeniyle hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi’ne karşı imza kampanyası başlattılar. Akademik personele, “Anayasa Mahkemesi terörü meşrulaştıramaz” başlıklı bir metin gönderilerek kendilerinden imza atmaları istendi. Söz konusu metinde, yandaş basınla aynı dil kullanılarak, kararı verenler hedef alındı. “1071 imza” hedefleyen bu girişimin sahipleri, sahtekarca davranıp, bildiride konudan habersiz isimleri de kullandılar.

AYM kararının hukuki normlara ve evrensel insan hakları standartlarına uyulduğu için alınmadığı ortadadır. Zira ülkenin geldiği son nokta olarak burjuva hukukun bile hiçe sayıldığı, diğer alanlarda olduğu gibi hukukun da siyasal gelişmelerin belirleyiciliğinde işlediği unutulmamalıdır.

Barış akademisyenlerinin başvurusuna “hak ihlali” kararı verilmesi ülkedeki tablonun bir özetidir. Oylamadaki 8’e 8 dengesi bile bu siyasal iklimin bir izdüşümü olmuştur. Düzen muhalefetinin, Erdoğan ve AKP’sini ‘sıkıştırma’ hamlelerinin bir tezahürüdür.

Gelinen yerde sermaye düzeninin bir yenilenmeye ihtiyacı vardır. Zira Erdoğan iktidarının kurduğu düzen 17 yılın sonunda bir çözülme içindedir. İstanbul seçimleri sonucu da bunu göstermiş ve Erdoğan sonrası tartışılmaya başlanmıştır. Sermaye sınıfının istekleri veya amacı bellidir. Buna göre gerek ekonomik kriz gerekse iç-dış politikadaki sorunlar sermayenin uzun vadeli çıkarlarını riske atacak bir seyre girmeden düzeltilmelidir. Bu açıdan Erdoğan yönetimimin giderek ters düştüğü batılı emperyalistlere “Türkiye’den umudun kesilmemesi” için çeşitli mesajlar verilmelidir. Aynı zamanda toplumsal muhalefetin her kesiminin baskı ve zorbalıkla susturmaya çalışıldığı bu süreçte işçi ve emekçi kitlelerde de bir beklenti yaratılmalı, “demokrasi”den umudun kesilmemesi sağlanmalıdır vb.

Bu amacın bir parçası olarak Türkiye’de sözde “bağımsız” işleyen kurumların var olduğunu göstermek adına hamleler yapılmaktadır. AYM’nin barış akademisyenlerinden önce de çocuklar ölmesin diyen Ayşe öğretmenin sözlerini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmesinde olduğu gibi, son dönem kimi AYM kararlarıyla “hukukun üstünlüğü” varmış gibi yapılmaktadır. Öte yandan akademisyenlerin açtıkları davalar AİHM’e gittiğinde zaten hak ihlali kararı çıkacaktır. Bu açıdan bu karar kimi liberallerin beklediği üzere bir “normalleşme” değildir. Bu beklentide olanlar Erdoğan yönetimi tarafından yargı reformundaki kimi değişim vaatlerini de böyle sanmaktadır. Esasta Erdoğan da bitmek üzere olan iktidar yolculuğunu uzatmak adına değişim vaat etmektedir. Ancak bunun bir inandırıcılığı kalmadığı için, düzen siyasetinde artık “yeni” aktörler öne çıkarılmaktadır.

Bunlardan biri yeni parti hazırlığında olan Abdullah Gül destekli Ali Babacan’dır. AYM kararında Gül’ün etkisi olduğunun özel olarak öne çıkartılması da bununla ilgilidir. Ancak unutulmamalıdır ki, Gül ve diğerlerinin, şimdiye kadar KHK’ler ile kamu görevinden ihraç edilen, gözaltına alınıp, tutuklanan, pasaportlarına el konulan, başka yerlerde iş bulmaları engellenerek “sivil ölüme” mahkûm edilen akademisyenleri dert ettikleri görülmemiştir. Ama şimdi düzen siyasetinin bir cilvesi olarak AYM’nin bu kararında -payı olsa da olmasa da- Gül ve ekibi öne çıkmaktadır. Daha öncesinde de Gül’ün kimi çıkışları, özellikle düzen solu CHP tarafından, Erdoğan’ın zorbalığına karşı “ılımlı” atfedilerek öne çıkartılmıştı.

İşçi ve emekçiler bundan sonra da sembolik biçimlerle bu “yeni” siyasi figürleri daha sık görecek ve sınıfın gündemi onlarla işgal edilecektir.

Düzen muhalefetinin temsilcilerince hak ve özgürlüklerin istismar edilmesinin önüne geçmek, keza işçi ve emekçilerin bilinçlerinin zehirlenmesini engellemek için devrimci sınıf mücadelesini yükseltmekten başka yol yoktur.