24 Haziran 2016
Sayı: KB 2016/24

“Kabadayı”lıktan “yaranma”ya…
Kıdem tazminatı tartışmalarında sona gelindi
Taşeron işçisine kadro yalanı
AVON yönetimi direnişçilerle görüşmedi
Maden havzalarından yükselen ses: “Birlik!”
Altherm Klima’da direniş sürüyor
Tarım işçileri için ölüm sezonu
Kapitalizm işçi kanıyla besleniyor
İşgal, grev, direniş!
Eğitim Sen üyesi 650 öğretmen soruşturmalık
“Bizden alınan hakkın geri verilmesi için buradayız”
“Zaferi kazanıncaya kadar davamızın arkasındayız!”
Bizim ışığımız, onların karanlığı
Liseliler karanlığa ve gericiliğe karşı ses çıkarıyorlar
Sömürüye ve gericiliğe teslim olmayacağız!
Polis genç kadını tandırda yakmaya çalıştı
Terör demagojisi ve insan olabilmek
AKP hükümeti HDP’li belediyelere saldırıyor!
NATO zirvesi ve büyüyen savaş tehlikesi
Avrupa’da yeni saldırı dalgası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Avrupa’da yeni saldırı dalgası

D. Yusuf

 

Avrupa burjuvazisi yeni bir saldırı dalgası başlatmış bulunuyor. Bu saldırı sadece AB’nin, Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ekonomisi merkez ülkelere göre daha zayıf çevre ülkelerine dönük bir saldırı değil. Söz konusu saldırı dalgası bu kez Fransa başta gelmek üzere AB’nin merkez ülkelerini de kapsıyor. Bu yeni saldırı dalgasının bugünkü ana sahnesi ise Fransa’dır.

Baştan belirtmek gerekir ki, günümüzde Yunanistan, Belçika, İngiltere, esas olarak da Fransız işçi ve emekçilerini yeniden ve daha büyük kitleler halinde sokağa döken bu yeni saldırı, daha önce defalarca başvurulan kemer sıkma paketleri türünden bir saldırı değildir. Örneğin Fransa’da El Khomri olarak anılan yasa da daha önce reform yasası adı ile kodlanan yasaların benzeri bir yasa değildir. Bugünkü saldırı en kısa ve en yalın bir anlatımla, Fransız işçi ve emekçilerinin büyük bedellere mal olan, her defasında Fransız ve tüm Avrupa burjuvazisine bir meydan okuma niteliği taşıyan, onun yüreğine korku salan sosyal sınıf mücadeleleri ile elde edilmiş, bu özellikleri ile tarihsel niteliği de olan, yüzyıllık tüm kazanımlarını bir çırpıda gasp etmeye çalışan bir saldırıdır. El Khomri yasası da reform adı altında dayatılan sıradan bir yasa olmayıp, iktisadi ve sosyal niteliğinin yanı sıra, belki de bundan da önemli olarak, yoğun politik niteliği de olan bir saldırı yasasıdır.

Öte yandan, bu saldırı ve bu saldırının bugünkü adı olan El Khomri yasası gerçekte tüm Avrupa burjuvazisinin ortak yapımıdır. Merkezi ve topyekün bir saldırıdır. Ve sadece Fransız işçi ve emekçilerini değil, onların şahsında tüm Avrupa işçi ve emekçilerini kapsıyor. Ve Fransız işçi ve emekçilerininki başta gelmek üzere, tümünün yüzyıllık tarihsel kazanımlarına dönüktür. En başta Alman emperyalist burjuvazisi ve hükümeti olmak üzere, bütün bir Avrupa burjuvazisi ve hükümetlerinin Fransız burjuvazisi ve işbaşındaki Hollande-Valls hükümeti ile çok yönlü dayanışma çabası tam da bunun ifadesidir. Deyim uygunsa bugünlerde Avrupa burjuvazisinin gözü kulağı Fransa’dadır. Büyük bir sabırsızlık ve merakla Fransa’daki kavganın sonucunu bekliyorlar.

Dikkate değer olan, önceki ve günümüzdeki iktisadi, sosyal ve siyasal tüm saldırıların sol ve sosyal-demokrat hükümetler zamanında gündeme getirilmesidir. Almanya’da ilk kez Hartz-V adı altında sosyal-demokrat G. Schröder ve Yeşiller hükümeti zamanında gündeme getirildi. Fazlasıyla can yakan ve hala da can yakmaya devam eden söz konusu bu saldırıyı, 16 yıllık CDU-CSU hükümeti dahi gündeme getirmeye cesaret edememişti. Benzer saldırıya Yunanistan’da sol, sosyal-demokrat Pasok ve ardından bir umut partisi olarak görülüp, sonradan bir ihanet partisi olduğu açığa çıkan Syriza hükümeti aracılık yaptı. Şimdilerde İspanya’da Podemos ve Sol Blok, İngiltere’de İşçi Partisi benzer bir rol oynuyor. En ileri örneğini ise günümüzde Fransa’daki “Sosyalist” Hollande-Valls hükümeti temsil ediyor. Hollande-Vals hükümeti o denli saldırgan bir politika ve pratik sergiliyor ki, bu gidişle Fransız işçilerinin tarihsel kazanımlarına dönük haçlı seferi şahsında, adı, tarihe en büyük ihanetlerden birinin altına imza atan bir hükümet olarak olarak geçecektir.

Burjuva sol ve sosyal-demokrat parti ve hükümetler her yerde burjuvazisinin sınıf ve kitleler içindeki birer “Truva Atı”dırlar. Tarih bunun sayısız örneği ile doludur. Koşullar bugün öyledir ki, günümüzde bu konuda sınır tanımamaktadırlar. İhanetleri daha büyük çapta olmaktadır.

Avrupa’daki sınıf ve kitle hareketleri ve handikapları

Hiç kuşkusuz, Avrupa sadece işçi ve emekçilerin tarihsel kazanımlarına dönük saldırılara ve saldırı paketlerine sahne olmadı ve olmuyor. Yanı sıra da bu saldırı ve reform yalanı ile kendilerine dayatılan saldırı paketlerine karşı, Avrupa’nın kapitalist tüm metropollerini sarsan, kapitalist hükümetlerini sallayan proleter kitle hareketlerine de sahne oldu, olmaya da devam ediyor. O kadar ki dün olduğu gibi, bugünlerde de grevler, genel grevler, işgaller, boykotlar ve blokajlar birbirini kovalıyor.

Yunanistan geçmişte sayısız genel greve sahne olmuştu. Yunan işçi ve emekçileri daha yakın bir tarihte, Troyka denen IMF, AB ve AMB üçlüsünün yeni yıkım saldırısına karşı yine on binler halinde meydanlara çıktılar. Yunanistan’ın mücadeleci işçi ve emekçilerine hükümet dayanamadı. Şimdi Syriza hükümetini silkeliyorlar.

Benzer sınıf ve kitle hareketleri İspanya’da yaşandı. Portekiz yıllar sonra yeniden genel greve merhaba dedi. Belçika her zaman inatçı ve çetin sınıf hareketlerine, grev ve genel grevlere sahne olan bir ülke olmuştur. Bu ülkenin işçi ve emekçileri geçtiğimiz günlerde Fransa’daki sınıf kardeşlerini selamlarcasına bir kez daha yüz binin üzerinde bir kitle ile Bürüksel sokaklarını işgal ettiler. İngiltere işçi ve emekçileri şimdi, Thatcher dönemindekini de aratan yeni bir özelleştirme saldırısına karşı mücadeleye hazırlanıyorlar. İtalya yakın dönemde metal işçilerinin grev ve gösterilerine sahne oldu. Sosyal mücadelelerin durgun ülkesi olarak bilinen Almanya, bu kanıyı yalanlarcasına pek çok grev hareketi yaşadı. O Almanya ki Avrupa’da en çok greve sahne olan ülke olarak saptandı gözlemcilerce. Daha yakın günlerde de metal ve hizmet sektörü işçi ve emekçilerinin uyarı grevleri yaşandı bu ülkede.

Ve Fransa… Bu ülke bilindiği gibi tarihe sosyal sınıf mücadelelerinin ülkesi olarak yazılmıştır. Bu niteliğini bugün de korumaktadır. Avrupa burjuvazisinin, en önce de Alman burjuvazisinin “sosyal devlet”e elveda dediği günlerde, tam bir haçlı seferi olarak gündeme sokulan neo-liberal sömürü ve soygun politikalarına ve bunun sonucu olan saldırılara karşı 90’lı yılların ortalarında bugünkünün benzeri bir girişkenlik örneği mücadele vermişti. Sınıf mücadelesinin bittiği masallarına kısa süre zarfında anlamlı ve tok bir cevap verme şerefini kazanmıştı yeniden. O tarihte ve sonradan, örneğin ırkçı-faşist Sarkozy hükümeti döneminde de grevlere, işgallere, menajer rehin alma eylemlerine, boykot ve blokajlara başvurulmuştu. Şimdi topluma dayatılan El Khomri yasasına karşı 4 aydır, daha sık, daha geniş, daha örgütlü ve organize ve daha ileri bir noktadan tüm bunlar yeniden gerçekleşiyor. Mücadele toplumun ezici bölümünce destekleniyor. Bu destek günbegün artıyor. Gücünden ve kararlılığından bir şey kaybetmeden yolunda yürümeye devam ediyor. Kendiliğinden karakteri ile de olsa bu hareket gelinen yerde açıkça Fransız burjuvazisi ve hükümetine bir meydan okumaya dönüşmüştür.

Sevindirici ve de umut verici olan da şudur ki, bugün bu saldırılara karşı her defasında yüz binler halinde sokaklara çıkan, peş peşe genel grevlere başvuran ve giderek sertleşen protesto gösterileri yapan tüm Avrupa ülkelerindeki, en açık ve belirgin biçimde de Fransa’daki işçi ve emekçiler, yeni saldırı dalgasını çok doğru algılıyorlar. Buna göre mücadeleyi ciddiye alıyorlar. Komiteler, konseyler, meclisler halinde tabandan örgütleniyorlar. Fransa’da, sendika ve sendikacıları da önlerine düşürüp, El Khomri yasasına karşı uzlaşmaz ve kararlı bir mücadele örneği sergilemeleri bundandır. Saldırıyı böyle algıladıkları ve herhangi bir hatanın telafisinin olmadığını bildikleri için El Khomri yasasına karşı seferberliği büyütebiliyorlar. Eldeki tüm veriler, en başta Fransa’da olmak üzere, bu yeni saldırı dalgasına karşı Fransa’da ve her yerde bu seferberliğin daha da büyüyeceği yönündedir. Kabul edilmelidir ki bu kadarı bu grev dalgalarının geleceği bakımından yeterli bir güvence oluşturmaz.

Oluşturmaz, zira söz konusu sınıf ve emekçi kitle hareketlerinin tümü de her yerde kendiliğinden bir niteliğe sahiptir. Demek oluyor ki belli bir programdan, yönden ve hedeften, daha doğru ve tam bir ifade ile devrimci bir önderlikten yoksundurlar. Belli bazı kazanımlar elde edilse dahi, eninde sonunda kırılmaya ve saptırılmaya ya da kendiliğinden geri çekilmeye açıktır. İşte bu büyük bir eksiklik ve büyük bir tehlikedir. Başka bir anlatımla, bu durum bu sınıf ve kitle hareketlerinin en büyük handikabıdır.

Herkese ve her şeye rağmen

Kriz devam ediyor. Üstelik yeni ve daha yıkıcı bir kriz beklentisi var. Koşullar öyledir ki, yaşlı kıtanınki de dahil hiçbir yerde burjuvazi daha önceki gibi, sınıf ve kitle hareketini dizginlemek amacı ve hedefi ile esnemiyor, ufak tavizler dahi veremiyor. Bu ise yığınları aldatmak, oyalamak, dizginlemek için işbaşına getirdiği sol ve sosyal-demokrat hükümetlerin işini zorlaştırıyor, çok ama çok çabuk yıpratıyor. Syriza ve Hollande-Valls hükümetleri bunun en somut örneğini oluşturuyor. Hakeza bu aynı şey sınıf mücadelesini dizginlemenin, daha doğru bir ifade ile engellemenin aracı, bu anlamda da burjuvazi ve hükümetlerinin en büyük yardımcısı olan sendika bürokrasisi için de aynen geçerlidir.

Bunların tümü birden işçi ve emekçi sınıfların saldırılara karşı kendiliğinden arayışlarını mayalıyor, daha da önemlisi onları yeni arayışlara itiyor. Yeni bir yol bulmayı koşulluyor. Şöyle de söylenebilir; bugünkü verili koşullar tüm diğer aleyhte gelişmelerin yanı sıra sınıf mücadeleleri için de zemin döşüyor. Deyim uygunsa sınıfı yeniden göreve çağırıcı bir rol oynuyor. İnancımız odur ki, tüm diğer şeyleri var eden koşullar, devrimci önderlik eksikliğini gidermeyi de mümkün hale getirecektir. Herkese ve her şeye rağmen bunu ummak ve bunu beklemek hakkımızdır.

 

 

 

 

Dünyada grev ve protestolar

 

Fransa’da işçi ve emekçilerin kararlı mücadeleleri sürerken, dünyanın birçok ülkesinde de işçi ve emekçiler sermayeye karşı taleplerini kabul ettirebilmek için grev silahını kuşandı.

Fransa’da mitingleri yasaklama tehdidi

Fransa’da yeni iş yasasına karşı mücadele giderek yükselirken, 14 Haziran’da 7 sendikanın (FO, FSU, Solidaires, Unef, Fidl, UNL ve CGT) çağrısına uyarak 1.3 milyon emekçi, 9. kez sokağa çıktı, protesto gösterileri düzenledi. Köşeye sıkışan Valls ve Hollande hükümeti sendikaların düzenleyeceği mitingleri yasaklama tehditlerini savuruyor. Fransa’da böyle bir tehdidin 1958’den beri gündeme gelmediği söyleniyor. Fransızların yüzde 59’u bu mücadelenin meşru olduğunu savunurken, sendikalar hükümetin iş yasasına boyun eğme niyetinde olmadıklarını 3 aydır süren mücadeleleri ile gösteriyorlar.

Ukrayna’da maden işçileri açlık grevine başladı

100 maden işçisi Sosyal Bakanlık önünde sigorta ve emekliliğe ödenen ödeneklerin gözden geçirilmesi ve daha iyi ücret talepleriyle 14 Haziran’da gösteriye başladı. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası işçilerin eylemini destekliyor. Maden işçileri hükümetin taleplerine kulaklarını kapatması nedeniyle eylemlerini Sosyal Bakanlık önünde açlık grevine dönüştürme kararı aldı.

Vietnam’da 1000 tekstil işçisi greve gitti

Vietnam’da Tayvanlı sermaye grubuna bağlı Formosa Textile Industry’de çalışan binin üzerinde işçi fazla mesai saatlerinin kaldırılmasını, kantindeki yemeklerin düzeltilmesini ve daha fazla ücret talep ederek greve başlamıştı. Grevin ikinci gününde patron işçilerin bazı taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Henüz sayı bilinmemekle birlikte işçilerin büyük bir bölümü 140 avro ücret artışını kabul etmeyerek grevlerini sürdürüyorlar.

Yunanistan’da özelleştirmeye karşı protesto

Yunanistan’da bir kez daha binlerce işçi ve emekçi Atina’da Avrupa Birliği ve Avrupa Bankası’nın Yunanistan hükümetine karşı sürdürdüğü politikaları protesto için alanlardaydı. Gösteride Başbakan Alexis Tsipras’ı istifaya çağıran sloganlar atıldı. Yunanistan hükümeti demiryollarını, havaalanlarını ve Pire Limanı'nı satmıştı. Şimdi de önümüzdeki haftalarda iç hatlara ait 23 havaalanını daha özelleştirmeyi planlıyor.

İngiltere’de otobüs sürücüleri kazanmakta kararlı

İngiltere’de 14 Haziran’da binin üzerinde otobüs sürücüsü daha fazla ücret talep ederek greve gitti. Sendika şoförlerin saat ücretlerinin 36 Penny arttırılmasını talep ediyor. Patron ise buna karşı 16 Penny öneriyor.

Belgrad’da alışveriş merkezine protesto

Geçtiğimiz Cumartesi günü, Sırbistan’ın başkenti Belgrat’ta 15 bin kişi “Belgrade Waterfront” inşaat projesine karşı yürüyüş düzenledi. Göstericiler belediyenin ve hükümetin bu projede yolsuzluk yaptığını savunuyorlar. Balkanların en büyük alışveriş merkezi olacağı iddia edilen bu proje geçtiğimiz Mayıs ayında da binlerce kişi tarafından protesto edilmişti.

Brezilya’da topraksız işçiler fabrika işgal etti

13 Haziran’da, binlerce topraksız işçi Mucuri bölgesindeki Suzano Papel ve Celulose fabrikasını işgal etti.

MST (Topraksız İşçiler Hareketi), şirketin sosyal, kültürel ve çevresel değerleri hiçe sayan üretim modellerini protesto ediyor.

Çok uluslu şirketlerden oluşan Suzano grubu, bölgede mevcut bitkisel çeşitliliği yok ederek okaliptüs üretimini dayattı. Bu nedenle birçok ürün bulunamaz oldu ve fiyatlar yükseldi. Bitkisel üretimdeki çeşitliliği yok eden okaliptüs üretimi su kaynaklarını da öldürüyor. Bölgeyi besleyen Mucuri Irmağı tarihinin en düşük seviyesinde. Suzano şirketi aynı zamanda tonlarca kimyasal kullanımı nedeniyle su bitkilerinin ve canlılarının çeşitliliğinin yok olmasına sebep oluyor. Okaliptüs dikimi bölgede bu bitkiye özgü böceklerin ve buna bağlı hastalıkların çoğalmasına sebep oldu.

Bangladeş’te hemşirelerin gösterileri sürüyor

Bangladeş’in başkenti Dakka’da işsiz hemşirelerin protestoları haftalardır sürüyor. Geçtiğimiz hafta da Sağlık Bakanlığı önünde binlerce hemşire bir araya gelerek kitlesel bir gösteri düzenledi. Hemşireler sokakta barikat kurmaları nedeniyle kendilerine saldıran polis ile çatıştı.

Hemşireler Sağlık Bakanlığı’nın işe almada yeni kriterlerine karşı çıkıyorlar.

 
§