4 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/01

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda AKP’nin yeni “entegre” oyunu sahnede
Batı Kürdistan halkı
kazanımlarını çoğaltıyor!
Erdoğan’dan Suriye’ye yönelik saldırgan açıklamalar
2012: Dünya çapında sınıfsal öfkenin sokağa taştığı yıl
OECD raporunda öngörülen azgın sömürü!
Asgari ücrete komik zam
Şişecam işçileri ile sınıf dayanışmasını yükseltelim!
Yeni yılı direnişle karşıladılar!
Abdi İbrahim işçileriyle direniş üzerine
TOFAŞ’ta işçi kıyımı:
Bin işçi çıkarıldı!
MİB MYK Ocak ayı toplantısı…
Değerlendirme ve sonuçlar
2012’de de emperyalist güçlerle
suç ortaklarının hedefindeydi!
ODTÜ direnişinin gösterdikleri üzerine
2012’de gençlik
hareketinden yansıyanlar
Her yer ODTÜ,­ her yer direniş!
Avukat Zeycan Balcı Şimşek ile kurultay üzerine
Kapitalizm şiddettir,
şiddete karşı mücadeleye!
İstanbul’un iki yakasında kurultay çağrısı
Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıkları seminerlerle sürüyor
Suriye’deki Filistinlilerin trajedisi ve geri dönüş hakkının merkezliği
Remzi Barud
Roboski katliamının birinci yıldönümünde
2012’de doğal ve kentsel çevre talanı hız kazandı
Cumartesi Anneleri kayıplarını istiyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye’deki Filistinlilerin trajedisi ve geri dönüş hakkının merkezliği

Remzi Barud

 

2007 yılı olmalı, ama tam tarihi hatırlayamıyorum. Roma’da Birleşmiş Milletler Gıda Programı’nın (WFP) merkezini beyhude bir arayışta kaybolduğumu anımsıyorum. STK’ların ve birtakım BM elçilerinden oluşan bazı Genel Kurul organlarının “Filistin Sorununa” adanmış bir toplantıları vardı. Bir STK adına katılmam istendi. Çekinerek kabul ettim.

Böyle toplantıların nasıl sonuçlandığı – eski açıklamaların yinelenmesi, eski metinlerin az çok tekrarı, bunu yineleyiş, şunu öne sürüş – iyi bilmeme rağmen yine de katıldım. Tartışmanın konusu, Mahmud Abbas’ın Filistin Yönetimi bir yana çoğu Filistinli için halen yıllardır süren Filistin özgürlük ve haklar mücadelesine herhangi bir adil çözümün özünü temsil eden Filistinli mültecilerdi. Resmi BM metnini yeniden beyan etmek ve yeniden onamak ihtiyacından daha büyük bir aciliyet hissine kapıldım. Birkaç gün önce Londra’da endişe verici bir telefon görüşmesi yapmıştım.

Arayan kişi, Ürdün-Irak sınırında mahsur kalmış Hussam adlı genç bir Filistinli adamdı. İki erkek kardeşi önceki aylarda Irak’ta öldürülmüştü. Birisi ekseriyetle Filistinli mültecilere ev sahipliği yapan Bağdat’taki Belediyet mahallesinde infaz edilmiş. Diğeri ise ABD kuvvetleri tarafından öldürülmüş.

ABD’nin 2003 işgalinden önce Irak’ta 35 bin kişilik küçük bir Filistin topluluğu ikamet ederdi. Ülkedeki herhangi bir siyasi angajmandan bilerek sakınmışlardı ve Lübnan’daki Filistinli mültecilerin aksine iyi muamele gördüler. Fakat ne zaman ABD işgali oldu, o vakit çeşitli milisler, ABD kuvvetleri ve haydut çeteleri için kolay bir hedef haline geldiler. Çoğu öldürüldü, özellikle de eli silahlıların rastgele dayattıkları ağır fidyeleri ödeyemeyenler. Mültecilerin çoğu kaçtı, Irak’ta güvenli yerler aradılar ve bu artık mümkün olmayınca komşu ülkelere sığındılar.

Filistinlilerin Arap ülkelerine girişine müsaade edilmesi pek de kolay değildir. Bu sebepten ötürü binlercesi Ürdün ve Suriye sınırlarında yeni kurulan mülteci kamplarında mahsur kaldı. Yorucu çöllerde doğa şartları ile savaşarak ve BM bağışları ile geçinerek varlıklarını sürdürdüler. En sonunda çoğu Arap olmayan çeşitli ülkelere gönderildi. Filistinlilere Arap ihanetinin acınacak bir manzarasıydı bu. Arap rejimleri Filistinliler hakkında daha çok ateşli konuşur göründükçe Filistinlilerin zor durumuna gerçekte daha çok anlayışsızdırlar. Tarih bu şekilde hep acımasız olmuştur.

Hussam sadece Ürdün’e geri girmek istiyordu. Orada doğup büyümüştü, fakat ikameti keyfi biçimde sona erdirilmişti, tıpkı Filistinli mültecilerin sayısı ev sahibi ülkeye demografik bir kaygı teşkil edecek derece büyüdüğünde olduğu gibi. Benden yardımcı olmamı istedi, annesinin yaşlı olduğunu ve onun hayatta kalan tek oğlunun kendisi olduğunu mazeret gösterdi.  

Tabii ki ben çaresizdim ve halen öyleyim. Ancak Filistinli mültecilerin durumu üzerine Roma toplantısına katılmam istendiğinde bunun Hussam’ın sıkıntısının ivedi bir siyasi bağlama oturtulması için uygun bir platform olacağını düşünmüştüm. Öyle sonuç vermedi çünkü eski defterler önemsiz mevcut sorunlara baskın çıktı.  

Irak’ın Filistinli mültecileri Filistin’e aittir. Fikrini söyleyecek ahlaki cesarete sahip olanların, Roma’daki BM elçileri gibi, ateşli konuşmalar yapmaktan başka güçleri yok. Filistinli mülteciler için Geri Dönüş Hakkında ısrar eden uzun zamandır ihmal edilen BM kararlarını yürürlüğe sokabilecek olanlar, ABD’nin dediğim dedik baskısı ve İsrail’in bu toprağın yerli nüfusunun ülkeye girişini reddetme kararlılığı önünde boyun eğiyorlar. 11 Aralık 1948 tarihli 194 sayılı BM Kararı kağıt üzerinde kaldı.

İsrail uluslararası hukuku çiğnemeyi sürdürdükçe milyonlarca Filistinli mülteci, onları siyasi yem olarak kullanan ya da onları bir demografik problem daha da kötüsü bir tehdit olarak gören bölgesel mücadelelerde mahkum kalacaktır. ABD’nin mültecilerin cefasını dindirecek anlamlı hiçbir eylemin hayata geçirilmemesini güvenceye almasıyla binler kendilerini bir sınırda bulmaya, gıda için kuyruğa girmeye ve arzuhallerini dinlemeye gönüllü her kim olursa bildirmeye devam eder bulacaktır.

Suriye şimdi Lübnan iç savaşından (1975-1990) ve İsrail’in Lübnan işgallerinden (1978 ve 1982) beri eşi benzeri görülmemiş şekilde tezahür eden çok uzun süren o trajedinin en son perdesidir. Suriye’de on iki mülteci kampı var. Bunlardan dokuzu BM Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) resmi kamp olarak kayıtlıdır ve 496 binden fazla mülteci nüfusuna sahiptir. Şam yakınlarındaki Yermuk tek başına tahminen 150 bin mülteciye ev sahipliği yapıyor. Bu kamp, çeşitli militan gruplar ve Suriye kuvvetleri için devamlı bir hedef olmuştur. Deraa, Huseyniye ve Neyrab dahil diğer kamplar da bu acımasız çatışmada hedef alınmıştır.

Suriye’de yüzlerce Filistinli öldürüldü. Ya Suriye hükümeti ile muhalefet arasındaki kanlı çatışmada arada kaldılar ya da o veya bu bahaneyle kasten hedef alındılar. Yermuk’u neredeyse boşaltan en son şiddet, bildirilenlere göre İslamcı militanların Başkan Beşar Esad’ın Suriye hükümetine sadık Filistinli savaşçılara saldırdığı 14 Aralık’ta başladı. Hava saldırısını da içeren bir karşı saldırı Yermuk’u çok sayıda ölü ve yaralıyla darmadağın etti. Ardından toplu kaçış geldi ve Filistin odise destanının yeni bir kısmı zorla yazıldı, kanla ve daha berbat anılarla kaplandı. On binlerce kişi kaçtı. Bazısı Lübnan’daki aşırı kalabalık Filistin kamplarına kaçtı. Diğerlerinin ülkeye girmesine izin verilmedi, sadece Şam’daki parklara kamp kurabildiler ve bir kez daha BM bağışları için kuyruğa girdiler. Dünya Gıda Programı, mültecileri beslemekle sorumlu görünüyor. Yakın zamandaki bir açıklamaya göre bu BM grubu, UNRWA, Suriye Kızılayı, BM Çocuk Ajansı UNICEF ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ile çalışmalarını koordine ediyor.

Hiçbir kelime, ülke içinde ya da komşu ülkelerde yerinden olan üç milyon mülteciyi umursamayan bölgesel bir güç oyununa yakalanan milyonlarca masum Suriyeli mültecinin zor durumunu layıkıyla tarif edemez. Fakat ne vakit Arap ülkelerinde çatışmalar patlak verdiğinde – Ürdün’de, Lübnan’da, Kuveyt’te, Irak’ta, Libya’da şimdi Suriye’de olduğu gibi –  Suriye’deki ve diğer yerlerdeki Filistinliler için vaziyet katıksız bir yan not olmaya devam ediyor. Bu, geçici bir kriz değil, siyasi insani bir krizi olarak kararlılıkla halen ele alınmayan aynı eski hikayedir.

Filistin liderliği daha fazla sorumluluk taşıyor, çünkü mülteci krizinin, yani Geri Dönüş Hakkı’nın,  aciliyetini kendisi ile İsrail arasındaki nihai statü görüşmeleri(1) sırasında öyle ya da böyle ortaya çıkarılacak bir muammaya indirgeyen oydu. Elbette ki bu görüşmeler olmadı ve sızdırılan Filistin Belgeleri’ne (2) göre Filistin Yönetimi’nin İsrail yetkilileri ile gizli görüşmelerinde mültecileri tamamen evlatlıktan reddetmiş olduğu görülüyor.

Suriye’deki Filistinli mültecilerin çoğu Filistin’deki evlerinden kademeli olarak sürülmüşlerdi. İlk dalga 1948’de geldi, çoğu Safad, Hayfa ve Yafa’dandı. İkinci ise İsrail’in 1967’de Golan Tepelerini işgalinden sonra ve üçüncüsü Lübnan iç savaşı ve İsrail’in Lübnan’daki savaşları sırasında geldi. Bu, çok katmanlı, sürüncemeli bir trajedidir. Doğru, mültecileri korumak ve onlara bakmak için iki kat çaba gerektirir, fakat aynı zamanda uluslararası topluluğun mültecilere yönelik küçümseyici tavrının ciddi bir yeniden değerlendirilmesini talep eder. Filistinli mülteciler, Arap çatışmalarına yakalanmış kaçan kalabalıklar değildir sadece, onlar uluslararası hukukta saklı Filistin haklarının kılavuzluğunda hemen eylem gerektiren kendi başlarına vahim bir siyasi ve ahlaki krizi temsil ederler.

Paradoksal biçimde, Güvenlik Konseyi üyelerinin İsrail’in Kudüs’teki yasadışı Yahudi yerleşimlerini planlı genişletmesini onaylamamalarına yanıtında Geri Dönüş Hakkı’nı siyasi bir bağlama yerleştiren İsrail’in BM Büyükelçisi Ron Prosor oldu. 20 Kasım’da Prosor, barışa bir engel olarak değerlendirilmesi gerekenin yasadışı yerleşimlerin genişletilmesi değil, Filistinlilerin Geri Dönüş Hakkı’ndaki ısrarı olduğunu öne sürdü. Bu hem acayip hem de beklendiği gibi duyarsızdı. İsrail Yahudi yerleşimcilere yer açmak için Filistinlilere etnik temizlik uygulamayı sürdürürken Suriye’deki ve Lübnan’daki mülteciler, üç nesildir mültecilerin son 64 yıldır yaptıkları üzere hayatta kalmak için savaşıyorlar.  Her nedense, korkmuş çocukların ve yakaran annelerin haklarını uluslararası hukuk uyarınca talep etmek, İsrail’in “barış” versiyonuna tehdit teşkil ediyor.

Eğer Irak’taki mültecilerin trajedisi Filistinli mülteci krizinin ve bu mültecilerin vazgeçilemez haklarının merkezliğini yinelemek için yetersiz kaldıysa, Suriye’de başlarına gelen gözler önündeki felaket, mülteci meselesinin Filistin anlatısının, her ciddi siyasi söylemde olması gerektiği gibi, bütünleşik bir parçası olduğuna şüphe bırakmamalıdır. 

Geri Dönüş Hakkı, içli bir tarihi ve ölmekte olan bir neslin anılarını anımsatan bir tartışma değildir yalnızca. Eşit derecede bastıran insani boyutu olan son derece acil bir siyasi öncelik olarak ele alınmayı hak ediyor. Filistinliler bir kez daha ölüyor ve kaçıyor ve tüm samimi eylemler, bu mültecilere Suriye’deki çatışma ile başa çıkmalarına ve Filistin’deki anayurtlarına geri dönmelerine yardımcı olmaya yönelik olmalıdır. 

Dipnotlar:

1 – 1993’te Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında Washington’da imzalanan Oslo Anlaşmaları diye bilinen anlaşmalara göre Filistinli mültecilerin durumu, Kudüs’ün statüsü, işgal topraklarındaki İsrail yerleşimleri gibi Filistin meselesinin temel konuları anlaşmadan beş yıl sonra yapılması kararlaştırılan nihai statü görüşmelerine bırakılmıştı. Zamanında yapılmayan nihai statü görüşmeleri 2000 yazında ABD’de Camp David’de Ehud Barak ile Arafat liderliğindeki müzakere ekipleri tarafından yapıldı ve başarısızlıkla sonuçlandı. Müzakerelerin çökmesinin ardından 2000 yılı Eylül ayında İkinci Filistin İntifadası patlak verdi. (kizilbayrak.net)

2 – 2011 yılı başında El-Cezire tarafından yayınlanan Filistin Belgeleri, Filistin Yönetimi’nin müzakere ekibinin İsrailli mevkidaşları ile yaptıkları yazışmaları içeriyordu. Belgelerde Filistin Yönetimi tarafından başta Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı olmak üzere Filistin halkının temel haklarından vahim tavizler verildiği ortaya çıktı. (kizilbayrak.net)

30 Aralık 2012

Remzi Barud, PalestineChronicle.com sitesinin editörüdür. İkinci Filistin İntifadası adlı kitabı Türkiye’de yayınlanmıştır…

(Counterpunch sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir…)

 

 

 

 

Yalanlarınız sizi kurtaramayacak!

 

Burjuvazinin propaganda merkezleri yaydıkları bilgi kirliğiyle olguları tersyüz ederek, gerçekleri çarpıtarak içerisinde bulundukları ekonomik, politik ve ahlaki çöküntüyü gizlemeye çalışıyorlar. Başbakanlar, bakanlar, emperyalist finans kuruluşları desteksiz yalanlarla ortalığı toz-dumana katarak, kapitalist sistem hakkında oluşan güven bunalımını tersine çevirmeye çalışıyorlar. Onlar bu aşağılık amaçlarına ulaşmak için her yolu mübah görüyorlar. Her söylediklerini inkarda ve tükürdüklerini yalamakta mahsur görmüyorlar. Her durumda, gerçeğin devrimci olma özelliği karşısında, birer aşağılık yalancılar olarak açığa çıkıyorlar, damgalanıyorlar. Kapitalist sistemin aslakları olarak düşdükleri ahlaki cöküntünün dipsizliğinde boğuluyorlar. Üç-beş kuruş uğruna rezilce yalanları peşpeşe sıralamakta bir sakınca görmüyorlar. Mevzubahis paraysa, gerisi teferruat oluyor.

Burjuva devletlerinin başbakan, bakan ve bilimum zevatını, kapitalist üretim sürecinin içerisine girdiği bunalım ve kapitalist üretimin bağrında taşıdığı üretim anarşisi karşısında çaresiz kalmışlardır. Birer zavallı olarak, olanca görkemleriyle yerlere serilmişlerdir. Onların yalan ve dolandırıcılıkta da emsalsiz birer sahtekar olduğu ispatlanmıştır

Bir yılı bitirp yeni bir yıla girerken, burjuva aslakların kriz ile ilgili söyledikleri yalanların kısa bir çetelesini sunarak utanmazlıklarına ayna tutmak öğretici olacaktır.

İspanya, Yunanistan değildir!” (Elena Salgado, İspanya Maliye Bakanı, Şubat 2010). “Portekiz, İspanya değildir!” (The Economist, Nisan 2010). “Yunanistan, İrlanda değildir!” (Yorgo Papaconstantinou, Yunanistan Maliye Bakanı, Kasım 2010). “İspanya ne İrlanda ne de Portekiz’dir!” (Elena Salgado, İspanya Maliye Bakanı, Nisan 2010). “İrlanda, Yunanistan değildir!” (İrlanda Maliye Bakanı Brian Lenihar, Kasım 2010). “Ne İspanya ne de Portekiz, Yunanistan’dır!” (OECD Genel Sekreteri Angel Gourria, Kasım 2010) “İtalya, İspanya değildir!” (Ed Parker, Fitch yöneticisi, Haziran 2012) “İspanya, Uganda değildir!” (İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, Haziran 2012) “Uganda, İspanya olmak istemez!” (Uganda Dışişleri Bakanı, Haziran 2012) ‘’İngiltere Merkez Bankası: Ekonomik düzelme yolda! (21 Eylül 2012). İngiltere ekonomisinde daralma sürüyor!” (25. Temmuz 2012) “İngiltere’de ekonomik canlanma kapıda!” (16.07.12) “İngiltere ekonomisinde küçülme!” (24. Mayıs 2012) “OECD: İngiltere ekonomisi daralacak!” (29 Mart 2012) ‘’Almanya Başbakanı Angela Merkel, ülkenin ekonomik koşullarının 2013’te daha da zorlaşacağı uyarısında bulundu.” (31 Aralık 2012)

Mizah dergilerine taş çıkartan gevezeliklerinin hiçbir inandırıcılığı kalmadığı gibi, ciddi bir mizaha konu olmayı bile hak etmiyorlar. Miyadını dolduran bir asalak sınıfın yaverleri olarak, kendileriyle birlikte ibreti-alem için müzeye kaldılacakları günü bekliyorlar. ‘’Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’’ diyen öncüllerinin gaflarının yanında yerlerini almaları hiç de öyle uzak değildir.

Artık burjuva martavallar geride kalmıştır. Kapitalist üretimin içerisine girdiği bunalımın toplumsal yaşamda olduğu gibi ekolojik alanda da yol açtığı yıkıcılığın ve çürütücülüğün boyutları proletarya ve emekçiler tarafından seziliyor, görülüyor. Burjuva ideoloji ve kültürel egemenlik sorgulanıyor. Yer küremizi bir baştan bir başa kapsayan toplumsal ayaklanmalar, grevler, direniş ve eylemler burjuvazinin yıkıcılığına karşı derinleşerek yaygınlaşıyor. Yalan ve karalamayla önünü alamadıkları toplumsal hareketlere karşı daha çok militarist yollara başvuruyorlar. Ancak nafile, onların bu çabaları da boşa çıkacaktır. Zulmün saltanatı ilelebet süremeyecektir.

Güney Avrupa’dan Kuzey Afrika’ya, oradan kapitalizmin mabedi olan ABD’ye yayılan, Latin Amerikayı sarmalayan toplumsal hareketler, artık bir istisna olmaktan çoktan çıkmıştır. Dünyamızda kapitalist buhran ve barbarlığa karşı karşıt bir güç ortaya çıkmıştır. Yer küremiz, uzunca bir süredir kuruyan toprağın yağmura hasreti gibi, hasret kaldığı proletarya ve emekçi halk hareketlerine olan hasretinin doyuralacağı, sermayenin tutsaklık zincirlerinin kırılacağı bir dönem başlamıştır. Son otuz yıldır hüküm süren karabasan dönemi yarılmıştır. Proletarya ve emekçi halkların aydınlattığı sıcak ve kızıl günlerin şafağının sökmesi uzak değildir.

 

 

 

 

2012’de 3784 Filistinli tutuklandı

 

2012’nin son günlerinde bir dizi Filistin örgütü yayınladığı raporlarla 2012’nin bilançosunu sundu. Raporlarda tutuklama sayıları ve mahkumların durumuna dair bir dizi veri yer alıyor.

Bati Şeria’da faaliyet yürüten Ahrar İnsan Hakları ve Esirler Araştırma Merkezi’nin yayınladığı raporda İsrail’in tutuklama saldırılarının aylara ve kentlere göre dağılımına yer verildi. Rapora göre 2012 boyunca tutuklanan Filistinli sayısı 3 bin 784. Batı Şeria’da tutuklanmaların en fazla olduğu kent ise el Halil olurken, onu Nablus ve Ramallah izliyor.

Filistinli Esirleri Destekleyenler Örgütü de bir rapor yayınlayarak 17 İsrail hapishanesinde 4 bin 585 tutuklu olduğunu kaydetti. Tutuklular arasında 12 milletvekili de bulunuyor. Mahkumlardan 70’i 20 yıldır, 30’u 25 yıldır zindanda bulunuyor.

Filistin Yönetimi Esirler Bakanlığı ise yayınladığı raporda çocuk tutukluların sayısına dikkat çekerek 2012’de sayının 900’e yükseldiğini vurguladı. Raporda hapishanelerdeki olumsuz koşullara da dikkat çekilerek tutsaklara yönelik 150 saldırı olduğu belirtildi.