İMF-DB zirvesi ve
emek örgütlerinin tutumu
Yıllardır en temel hakları gaspedilen, yoksulluğa, sefalete, sosyal yıkım saldırılarıyla kölece yaşama ve çalışma koşullarına mahkum edilen işçi ve emekçiler, bu saldırıların arkasında emperyalistlerin ve onlarla işbirliği halindeki Türk burjuvazisinin olduğunu çok iyi bilirler. Bu nedenle eylem alanlarında en çok İMF-DB vb. emperyalist kurum ve kuruluşlara, ABD gibi emperyalist haydutlara karşı öfke ve tepkilerini haykırırlar.
İşçi ve emekçilerin emperyalist haydutlara karşı tepkisi sadece ekonomik alandaki saldırılarıyla sınırlı da değildir. Yıllardır işgal altındaki topraklarında imha ve tecrit edilen Filistin halkının acılarına, altı yıldır ABD emperyalizminin Irak halklarına uyguladığı zulme karşı kin ve öfke duyan dünya halklarının başında Türkiyeli işçi ve emekçiler gelmektedir. Zira bu topraklarda anti-emperyalist mücadele geleneği ‘60’lardan günümüze kökleşerek süregelmiştir. Bundan duyduğu korku nedeniyle sermaye hükümetleri yıllardır, İMF-DB yetkilileriyle yaptığı görüşmeleri inkar etmek, Tayyip Erdoğan gibileri ise yalan ve aldatmaca da olsa “İMF’ye ümüğümüzü sıktırtmayız!” diyerek efelenmek zorunda kalmıştır.
Yıllardır dünya halklarına kan kusturan, acı reçetelerle yoksulluğunu katlayan İMF-DB haydutları Ekim ayının başında işbirlikçileriyle birlikte İstanbul’da bir toplantı yapacaklar. Kapitalizmin krizine çare bulmak için dünya halklarına yeni yıkımlar dayatacaklar.
Kapitalizmin krizinin faturasını işsizlikle, düşük ücretle, uzayan çalışma saatleriyle, İşsizlik Sigortası Fonu’nun yağmasıyla, sosyal güvenlik haklarının gaspıyla vb. ödemek zorunda bırakılan Türkiyeli işçi ve emekçiler bu toplantıdan işçi sınıfı ve emekçiler payına hayırlı sonuçlar çıkmayacağını çok iyi biliyorlar. Emperyalist efendilerin yeni ve daha ağır saldırılar için İstanbul’a geleceğinin farkındalar.
İşçi ve emekçiler, sınıfsal sezileriyle ve deneyimleriyle tüm bu gerçeklerin farkındadırlar. Ancak “İMF defol!” şiarını yıllardır dillerine pelesenk eden sendika konfederasyonları üzerlerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmekten fazlasıyla uzak durmaktadırlar. Böylesine önemli bir gündem karşısında göstermelik bir takım eylem ve etkinlikler dışında kıllarını dahi kıpırdatmamaktadırlar.
Yıllardır yapılan her basın açıklamasında, her eylemde, her mitingte, dağıtılan her bildiride “Sermayenin bu politikalarının arkasında emperyalist tekeller var. İzin vermeyeceğiz” diyen sendikalar, bugün ülkeye ellerini kollarını sallayarak girmeye hazırlanan emperyalist şefleri “davetsiz misafir” gibi karşılamaya hazırlanmaktadırlar. Oysa bu efendiler ülkeden kovulması gereken haydutlardır ve buna uygun bir hazırlıkla ülkeden defedilmelidirler.
İMF-DB şeflerinin Ekim ayının başında İstanbul’da toplanacağı aylar öncesinde bilinmesine rağmen, sendika konfederasyonları, üretim alanlarını, fabrikaları, sanayi havzalarını kuşatan, işçi ve emekçilerin öfke ve tepkisini örgütlemeye çalışan, onları militan mücadeleye çağıran bir hat izlemediler. 15 Eylül’de biraraya gelen DİSK, KESK, TMMOB, TTB bir basın toplantısı yaparak, nihayet bir eylem programı açıklayacaklarını duyurabildi. İMF-DB Karşıtı Birlik’in çağrılarına olumlu yanıt vermeyen, sol siyasal güçlerden, devrimcilerden köşe bucak kaçan sendikalar ve meslek örgütleri, 29 Eylül’de yaptıkları basın açıklamasıyla yürütecekleri “kampanyayı” açıkladılar.
Dağ fare dahi doğuramadı dedirtecek bir kapsama sahip olan kampanya ile eylem ve etkinliklerin gerekçelendirmeleri akıllara durgunluk verecek cinsten. Kapitalizmin krizini atlatması için kapitalistlere akıl veren sendika bürokratları, kampanya sürecinde ise şunları söylenmektedir:“IMF ve DB’nin uzmanlarının tartıştığı ve ülkelerin kaderini belirleyecek konularda, işçilerin, emekçilerin gözüyle, akademisyenler ve konu ile ilgili uzmanların katılımıyla toplantılar gerçekleştirecek, yaşanan kriz, kapitalizmin açmazları konularında görüşlerimizi açıklayacak, çalışmalar sergileyeceğiz.”
İşçi ve emekçilerin kapitalizmin krizinin sonuçlarını en ağır bir biçimde yaşadıkları ortadayken, krizin tahliline, kapitalizmin açmazlarının tanımlanmasına değil krizin faturasını kapitalistlere ödetecek, kapitalizmin açmazlarını devrimden yana derinleştirecek militan bir mücadeleye ihtiyacı var. İşçi ve emekçilere dışardan akıl vermesi için aydın ve akademisyenlerle kolayca biraraya gelebilen sendika bürokratları, devrimci güçlerden, siyasal öznelerden ise özenle uzak durmaktadırlar.
Sendika bürokratları kampanya süresince suya sabuna dokunmayan eylem ve etkinliklerle süreci geçiştirmeye çalışmaktadırlar. Krizin teğet geçmediğini kendi ağızlarından anlatmaları için işçi ve emekçilere “emek kürsüleri” oluşturacaklarını ilan eden sendikacılar, nedense sınıf bölüklerinin her gün yaşadıkları dertlerini anlatmaya değil öfke ve tepkisini akıtacakları, eylemli tepkilerini gösterebilecekleri bir kanala ihtiyaçları olduğunu bilmezlikten, görmezlikten, anlamazlıktan gelmektedirler. Böylesi kanallar açmamaktadırlar. Aksine olan kanalları da tıkamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Sendika bürokratları basın açıklamaları, mahalle etkinlikleri, bildiri dağıtımları, panel ve konserlerle sınırlı kampanya süreciyle günü kotarabileceklerini, günah savabileceklerini sanmaktadırlar.
İMF-DB Karşıtı Birlik’in içinde yer almayanların, devrimci güçlerden bilinçli bir tarzda kaçanların bugüne kadarki pratikleri ortadadır. Kölelik yasası mecliste görüşülürken meclis koridorlarını arşınlayanların, SSGSS yasalaşırken sermaye hükümetiyle anlaştıklarını ilan edenlerin, işçi eylem ve direnişlerini yalnız bırakanların, toplu görüşmeleri oyuna çevirenlerin işçi ve emekçilerin geleceğini çalan, onları köleliğe mahkum eden emperyalist haydutları ülkeden kovmayı, işbirlikçilerine ülkeyi dar etmeyi hedefleyen bir yaklaşımı bulunmamaktadır.
Sendika bürokratlarının sınırlılıkları sadece eylem ve etkinliklerin pratik ayağıyla sınırlı değildir. Politik yaklaşım ve sınıfsal çözüm anlamında da sınırlılıkları bulunmaktadır. Sendikalar ve meslek örgütleri basın bildirilerinde ve açıklamalarında döne döne, “İMF ve DB’nin dayattığı sermayenin çıkarlarına ve kapitalizmi yeniden onarma girişimlerine” karşı işçi ve emekçilere başka bir dünyanın mümkün olduğunu söylemektedirler. Ama bu dünyanın nasıl bir dünya olduğunu somutlamamaktadırlar.
Emperyalist-kapitalist sistemin kriz, yoksulluk, açlık, sefalet, savaş vb. ürettiğini ilan eden, kapitalizmi yeniden onarma girişimlerine karşı işçi ve emekçilere başka bir dünya çağrısı yapan sendika ve meslek örgütleri neden bu alternatifin ne olduğunu işçi ve emekçilere açık ve net söylememektedirler. Bu dünyanın adı sosyalizmdir, işçi ve emekçilerin iktidarıdır, alternatif devrim ve sosyalizmdir.
Sendikalar ve meslek örgütleri kapitalizmi onarma girişimlerine karşı olduklarını ilan ediyorlarsa, o halde neden onun alternatifinin, başka bir dünyanın adını söylememektedirler? Eğer kapitalizmi yeniden onarmayacaklarsa, böyle bir söylemleri varsa, o halde işçi ve emekçilere gerçek umudu ve çözümü göstermek, onları devrimci sınıf mücadelesine çağırmak, bu mücadeleyi de örgütlemek zorundadırlar. Bunun yolu da devrimci güçlerle yan yana gelerek sınıf mücadelesini büyütmekten geçmektedir.
|